.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Siyasi Konularla İlgili Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyasi Konularla İlgili Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2023 Pazartesi

Bu yerel seçimler çok önemli.

Önümüzdeki yerel seçimler çok önemli.

Çünkü hükümetin geleceğini belirleyecek.

Halk yaşadığı ekonomik zorlukları oylayacak.

Her yerde yerel adaylar olduğundan, adayların alevi, solcu, fetöcü vb. söylemlerle karalanmaya çalışılması pek işe yaramayacak.

Bu seçim sadece iktidar için değil, muhalefet için de önemli.

Çünkü her parti kazandığı belediye oranında ilk genel seçimde parlamentoda yerini alacak.

Devletin kasası boş.

Satılacak bir şey de bırakmadılar 20 küsur yıldır.

Ama belediyelerde hala para veya paraya dönüştürülebilecek arsa vb. var.

Bu imkan hükümetin eline geçerse, genel seçimde bunları fütursuzca harcamaya devam edecek seçimi kazanmak için.

Eğer muhalefetin eline geçerse, belediye başkanlığını kazanan partiler kendi illerinde bu kaynakları dürüst ve verimli bir şekilde kullanırlarsa seçimde çıkardıkları vekil artacak.

Bu yüzden yerel seçimler çok önemli.

20 Ekim 2023 Cuma

Özgür basının önemi

Eğer dikkatli olmazsanız, medya mazlumlardan nefret etmenize ve zalimleri sevmenize sebep olabilir.

(Malcolm X)

Örnek: 2008-2016 arasında insanların çoğu, gazete haberlerine ve televizyondaki bazı şaklabanların söylediklerine inanarak FETÖ ve onunla beraber hareket edenleri alkışlayıp kumpasları demokratikleşme olarak gördü.
Kumpaslara maruz kalan ve çoğu Silahlı Kuvvetler mensubu olan bürokratların ve bazı sivillerin vesayet rejiminin darbe planlayan adamları olduğuna inandı.
Gazeteci kılıklı etki ajanları ve kalemini satmaktan başka bir şey bilmeyen gazeteciler de bundan cesaret alarak işi daha da abarttılar.
Ülkede meydana gelen neredeyse her şeyi mahkemelerde suçsuz yere yargılanan insanlara yüklemek için birbirleriyle yarıştılar.
Ama asıl kıran kırana giden yarış FETÖ elebaşına övgüler düzme konusunda yaşandı.
Ama sonra ibretlik bir duruma düştüler.
15 Temmuz gerici darbe girişimi olunca daha önce FETÖ güzellemesi yapmak için birbiri ile yarışan basın mensupları, birden bire demokratikleşme davaları dedikleri hukuk cinayetlerine hep bir ağızdan kumpas demeye ve FETÖ'ye en büyük suçlama ve hakaretleri yapmaya başladılar.
Buradan çıkarılacak sonuç şudur:
Bir ülkede en büyük felaketlerden biri özgür ve doğru haber yapan bir basının olmamasıdır.

8 Ekim 2023 Pazar

İsrail-Hamas Savaşında Ne Yapmalı

 Sosyal medyada Filistin'e müdahale edelim ve asker gönderelim filan diyenler var.

Bence bu mümkün değil.

Farz edelim askeri yardım yapmaya karar verdik, buna İsrail'den çok Araplar karşı çıkar.

Bizi isteselerdi Haziran 1916'da İngilizlerle birlik olup bölgeden çıkarmazlardı.

Araplar İngiliz'e, Fransız'a, Amerika'ya ve hatta İsrail'e bile razı olur ama bizi istemez.

Yaser Arafat, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile kankaydı ve bizim aleyhimizdeydi.

HAMAS lideri, Karabağ ve 1915 iddiaları konusunda Ermenileri destekliyordu.

Doğu Türkistan'da ise Çin asimilasyon/soykırım projesini destekliyordu.

Ama Filistin'in başı sıkışınca nedense en çok biz bağırıp çağırıyoruz.

Bu kadar karşılıksız aşk yeter.

Hem, birine saldıracak gücü olanın kendini savunacak gücü de vardır herhalde.

Saldırırken bize sormadıklarına göre kendilerini yeterince güçlü hissediyor olmalılar.

Bu durumda yapılması gereken şey, Türkiye'nin ali çıkarlarını en önde tutmaktır.

Arap çöllerinde yeterince Mehmetçik kaybettik biz.

Haçlıları durdurduk zamanında, Araplar bu sayede yok olmadı.

1914-18 arasında İngilizlere karşı durduk.

Araplar onlarla bir olup bize saldırmalarına rağmen İslamin kutsal topraklarını son nefesimize kadar savunduk.

Biz peygamberimizin mezarının bulunduğu şehre düşman ayağı değdirmeyiz diye çekirge yiyerek savaşırken bize saldıran düşmanın on saflarında Araplar vardı.

Çünkü din kardeşliği gibi bir dertleri yoktu.

Dertleri bizden ayrılmaktı.

Ayrıldılar da.

Simdi de kendi problemlerini kendileri çözsünler.

Öte yandan daha bir yıl önce birçok Arap devleti Yahudilerle akraba olduklarını söyleyerek bize karşı işbirliği anlaşmaları imzalıyorlardı.

Madem akrabalar, aile kavgasında yabancıların araya girmesi uygun değildir.

Barış çağrısı yapalım diğer devletler gibi.

İtidal tavsiye edelim.

Sivillerin öldürülmesini kınayalım.

Ama kendimizin başlatmadığı bir savaşa müdahil olmayalım.

29 Eylül 2023 Cuma

Atatürk'ü Koruma Kanununu Kim Çıkarmıştır.

 Bazı Atatürk ve cumhuriyet düşmanları artık saldıracak konu kalmadığından olsa gerek sosyal medyadaki paylaşımlarında veya youtube videolarında Atatürk'ü Koruma Kanunu üzerinden Atatürk'e saldırmaktadırlar.

Dedikleri özet olarak şöyle: 

"Dünyanın hiçbir ülkesinde birini, hele de ölmüş birini korumak için kanun çıkarılmamıştır. Bu ne saçma kanundur..."

Bu zatların atladığı bir şey var.

Muhtemelen atladıklarından filan da değil, kasten görmezden geliyorlar.

Başka bir ülkede buna benzer bir kanun var mı yok mu bilemem.

Ama yoksa da fark etmez.

Çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde devletin kurucusuna hakaret etmeyi maharet sayan bu kadar şerefsiz  bulmak da mümkün değil.

Üstelik bu şahıslar, kanunu sanki Atatürk veya İnönü filan çıkarmış gibi bir intiba da yaratıyorlar.

Halbuki bu yasa 1951 yılında, bazılarının gerçekle ilgisi olmayan vasıflar yükledikleri Adnan Menderes'in başbakanlığı zamanında çıkarıldı.

Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ile inlerinden çıkan yılanlar ve çıyanlar, Demokrat Parti'nin kurucularından olan Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın Atatürk'ün sağlığında en yakınlarından olup başbakanlığa  getirdiği biri olduğunu çabuk unutmuş olmalılar.

Menderes'i CHP'ye alanın ve önemli görevlere getirenin de Atatürk olduğunu unutmuş olmalılar.

Bu sebeple, Atatürk anıt ve heykellerine saldırmakta sakınca görmediler.

Sağda solda Atatürk'e hakaret etmeye başladılar.

Bu çevreler, ne yapılırsa yapılsın yola gelmeyince hükümet, bunları cezalandırmak için yasal bir zemin oluşturmaya karar verdi.

Bunun için bir kanun hazırlandı.

Bu kanunun devletin kurucusuna düşmanlık yapan kendini bilmezler için caydırıcı olacağı düşünülüyordu.

Buraya kadar anlattıklarım, çoğu insanın bildiği şeyler.

Ama bu gün Nazilerin Almanya'da iktidara gelmesinden sonra ülkeden ayrılmak zorunda kalan Alman akademisyen ve politikacı Ernst Reuter'in anılarını okurken daha önce bilmediğim bir şey öğrendim.

Malum, Naziler iktidara geldikten sonra Yahudileri ve muhalifleri etkili yerlerden uzaklaştırmak için 1933 yılında bir kanun çıkarmışlardı.

Bu kanundan sonra birçok akademisyen üniversitelerdeki görevlerinden uzaklaştırılmış, işsiz kalıp baskılara dayanamayan bu akademisyenler çeşitli ülkelere göç ederek/kaçarak o ülkelerin üniversitelerinde çalışmaya başlamışlardı.

Alman akademisyenleri alıp üniversitelerde iş veren ülkelerden biri de Türkiye idi. 

Türkiye Cumhuriyeti kurulur kurulmaz eğitime büyük bir önem vermiş ve birçok üniversite açmıştı.

Ancak yetişmiş akademisyen sıkıntısı sebebiyle üniversitelerde birçok bölüm açılamamış, açılanlardaki eğitim de istenilen seviyeye ulaşamamıştı.

Hitler Yahudi kökenliler başta olmak üzere Alman olmayan ve Alman olsa bile Nazi rejimine muhalif olan kişileri görevlerinden uzaklaştırmaya başlayınca bu durum Türkiye için bir fırsat oldu.

Çok sayıda akademisyen Türkiye'ye davet edildi.

Bu akademisyenler, üniversitelerimizde yeni bölümler açtılar. 

Bir kısmı da mevcut bölümlerde görev yaparak eğitim kalitesini Avrupa üniversiteleri seviyesine çıkarmak için çalıştılar.

Çok sayıda ders kitabı, bilimsel yayın ve yardımcı yayın niteliğindeki kitaplar yazdılar.

Bu akademisyenlerden biri de Ernst Hirch idi.

Hukuk Profesörü olan Hirsch, Mart 1933'te Almanya'daki işinden atıldı.

Bunun üzerine İstanbul'a geldi ve İstanbul Üniversitesi'nde yeni kurulan Ticaret Hukuku kürsüsünün başına geçti.

Hirsch, hukuk dersleri için kaynak olacak çok sayıda kitap ve makale yazdı. 

Hukuk felsefesi dersinin hukuk fakültelerinde zorunlu ders olmasını sağladı.

2. Dünya Savaşı sona erip Nazi rejiminin ortadan kalkmasından sonra da Türkiye'de kalan ve ancak 1952 yılında ülkesine giden Hisch, Türkiye'ye geldiği ilk yıl Türkçe öğrendiğinden hukuki konularda hükümete de ihtiyaç olduğunda danışmanlık yapıyordu.

İşte bu sebeple, 25 Temmuz 1951'de kabul edilen Atatürk'ü Koruma Kanunu'nun hazırlanmasında da görev aldı.

Almanya'ya döndükten sonra Türkçeyi unutmamak için Türk dergi ve gazeteleri getirtip okuyan Hirsc, ara ara Türkiye'ye gelip gitmeye devam etti. 

Türkiye'ye ve Türk milletine her zaman minnettarlığını belirten Hirsch, 19 Ağustos 1945 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelen oğluna da bir Türk ismi (Enver Tandoğan) ismi verdi.

1982 yılında, daha sonra Türkçeye de çevrilen anılarını yayınlayan Hirsch, bu kitabında Atatürk'ü Koruma Kanunu'na katkıları konusunda şunları söylemektedir: 

"Olağanüstü bir insanın onurunun korunmasına katkım olduğu için mutluyum."

27 Eylül 2023 Çarşamba

Adalet ölünce ne olur?

 Bir zamanlar İngiltere'de bir gelenek varmış.

Sıradan bir insan ölünce kilisenin çanı bir defa çalınarak halka duyurulurmuş.

Bir asil öldüğünde çan iki kez çalınırmış.

Kraliyet ailesinden biri öldüğünde üç kez.

Kral öldüğünde ise çan dört kez çalınırmış.

Bir gün mahkemede bir vatandaş güçlüleri kayırmak adına haksız yere mahkum edilmiş.

Bunun üzerine kilisenin çanı beş kez çalınmış.

Halk merak içinde kiliseye koşmuş.

Papazı bulup sormuşlar:

"Papaz efendi, Kraldan daha önemli biri var mı ki kilisenin çanı beş kez çaldı?"

Papaz cevap vermiş:

"Evet. Kraldan daha önemli bir şey var. O da adalettir. Ve maalesef bu gün İngiltere'de adalet öldü."

Gizli Abdülhamit Düşmanları

 Nedense bizim politikacılarımız, devleti yönetmekte sanki çok başarılılarmış gibi bir de tarihçiliğe soyunurlar.

Sıkıştıklarında en çok başvurdukları tarihi kişilik ise hep 2. Abdülhamit olur.

Meydanlarda veya kamera karşısında bir sürü iddia ortaya atarlar.

"Yok Abdülhamit zamanında bir karış toprak kaybedilmemiş.

Yok Abdülhamit, çok dindar evliya gibi adammış.

Bu yüzden dış güçler ve din düşmanları rahmetliyi tahttan indirmişmiş filan."

Hadi politikacılar cahil olduklarından gerçekleri bilmiyorlar diyelim.

Veya gerçekleri bilseler bile cahil halkı kandırmak için iyi bir vasıta olduğunu bildiklerinden böyle konuşuyorlardır.

Ama bazı tarihçi geçinen tipler de aynı şeyleri söylüyorlar.

Feslisi, delisi, divanesi tarihçi filan değil, akademik bir unvanları da yok, çıkarları öyle gerektirdiği için tarihçilik taslayıp yalan yanlış hikayeler anlatıyorlar. 

Bunları anlıyorum.

Peki profesör ünvanlı bazı kişilerin bu saçmalıkları tekrarlamasına ne demeli?

Kel başa Şimşir tarak misali, siyasetçiye uygun profesör mü yetiştiriliyor acaba?

Halbuki, internet taramasında bile 2. Abdülhamit devrinde kaybedilen toprakların ne kadar çok olduğunu görmek mümkün.

Öte yandan, Abdülhamit'in torunları ile yapılan röportajların videoları da internette dolaşıyor.

Üstelik devlet televizyonu TRT yapmış bu röportajları.

Torunlar diyorlar ki:

"Dedem Rom (alkollü bir içki) içerdi genellikle. Alkol bağımlısı veya akşamcı değildi ama akşam yemeklerinden sonra rom içerdi. Ben buna bizzat şahidim. Çünkü içerken bazen yanında olurdum. Hatta babam, içkinin haram olduğunu söyleyip buna rağmen neden içtiğini sorduğunda dedem 'Kuran'da şarap yasak. Romdan bahsedilmiyor. Şarap üzümden yapılır. Rom şekerden.' diyerek rom içmenin sakıncası olmadığını söylerdi." 

Ama bizim siyasetçisinden tarikatçı-cemaatçisine kadar hepsi "Hayııır!... İftira. Abdülhamit asla ağzına içki sürmez, dininde diyanetinde bir sultandı." diye bağırıp çağırıyorlar.

Yahu kardeşim, adamın torunu içiyordu diyor, gördüm diyor, siz içmediğini nereden çıkarıyorsunuz?

Gerçekten öyle bir niyetiniz var mı bilmiyorum ama bu yaptıklarınızla Abdülhamit'i yüceltmiyor onun imajına zarar veriyorsunuz.

Siz kripto Abdülhamit düşmanı mısınız yoksa?

Övüyor görüntüsü altında herkesin gerçeğini kolayca öğrenebileceği yalanlar söyleyerek adamı şaibe altında bırakmaya mı çalışıyorsunuz?

Öte yandan, Abdülhamit içki içse bize ne, içmese bize ne. Adam ölmüş gitmiş. Osmanlı devletini en uzun süre idare etmiş padişahlardan biri. Hatasıyla sevabıyla yaşamış.

Bu saatten sonra ne size ne de bir başkasına herhangi bir faydası veya zararı olmaz.

Bırakın adam mezarında rahat uyusun.

25 Eylül 2023 Pazartesi

Britanya'daki Türk geni.

İngtere'de 2008, 2009 veya 2010 yılında bir gazetede ilginç bir yazı okumuştum. 

"İddiaya göre İskoçlar (veya İrlandalılar olabilir, simdi tam olarak hatırlamıyorum) baba tarafından ağırlıklı olarak Türk geni taşıyormuş. 

Bir zamanlar (muhtemelen antik dönemde), küçük bir Türk grubu adaya gitmiş. 

Bunlar tarım ve hayvancılık yapıyormuş. 

Bu yüzden daha çok gıdaya sahip olduklarından açlık tehlikesi yaşamıyorlarmış. 

Yerel halk ise avcılıkla geçindiklerinden açlık sınırında yaşıyormuş. 

Gıda bol diye yerli kadınların çoğu, göçmenlerle birlikte olmayı tercih etmiş.

Bu yüzden Türk erkeklerin çocukları yerli erkeklere göre daha fazla olmuş.

Böylece, erkek tarafından Türk geni adada yaygınlaşmış."

Ne kadar bilimsel bir tez bilmiyorum ama okuduğumda çok gülmüştüm. 

Hatta bir arkadaşa yazıyı göstermiştim.

"Kadın milleti hep ayni, malı mülkü çok olana yanaşıyor hemen." diye şakalaşmıştık.

"Bizimkiler de hala yaptıkları gibi uçkur davasına mali mülkü yerli kadınlara yedirmiş herhalde." demişti arkadaşım.

Bizde dünyada yaşayan neredeyse herkesin Türk olduğunu iddia eden bir grup var.

Aman bunu duymasınlar.

Çünkü bilimsel bir dergide değil, bir günlük gazetede okumuştum.

Bu gazete az okunan yerel bir gazete bile olabilir.

Çünkü işim gereği her gün ulusal ve yerel İngiltere'de yayınlanan tüm gazeteleri tarıyor ve Türkiye ile ilgili haberlerin özetini çıkarıyordum.

Yani olay bir gazetecinin uydurduğu bir efsane de olabilir.

Bilimsel bir araştırmaya dayanan ciddi bir haber de olabilir.

Şu anda, hangisi olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.

24 Eylül 2023 Pazar

Geçmişi unutmak ve kurumsallaşamamak.

Kime sorsanız, bizim geçmişi çok çabuk unuttuğumuzu söyler.

Haklılar da.

Avrupa'nın ve özellikle de İngiltere'nin durumu bunun tam tersi.

Bazen bizim tarihimizle ilgili konulardan bahseden bir İngiliz görüp de konuya ne kadar vakıf olduğunu görürseniz şaşırırsınız.

Elbette sıradan bir İngiliz'in sıradan bir Türk'e göre çok daha fazla kitap okumasının, yani İngiltere'de kitap okuma alışkanlığının yaygın olmasının bunda büyük bir etkisi vardır.

Ama asıl sebep, bizim tarihi olaylarla ilgili kurumlar teşkil edemememiz, etsek bile bunları sürdüremememizdir.

Örneğin, bizde Kırım Harbi nedir diye sorsak çok az insan ne olduğunu bilir.

Kırım harbi araştırmaları, Kırım anıtı derneği, Kırım harbine katılanların torunlarının kurduğu birlik gibi hiçbir şey yok bizde.

Ama, bize yardıma gelen İngilizlerin var.

Yıl 2009 veya 2010.

Bir gün Londra'da yürüyorum.

Büyük bir kalabalık bir anıtın önünde toplanmış coşkulu bir şekilde tören yapıyor.

Yapılan konuşmalardan "Türk, Osmanlı, Kırım, kelimelerini duyunca merak ettim.

Hemen topluluğa yanaştım.

Birine, neyi andıklarını sordum.

1853-56 yılları arasında yaşanan Kırım Harbi'nin anma etkinliği olduğunu söyledi.

İleri doğru baktım.

Önünde toplandıkları anıtın üzerinde Kırım Harbi anıtı olduğu yazıyor.

Türk olduğumu söylemeye utandım. Çünkü Kırım Harbi, bizimle Rusya arasındaki bir savaştı.

İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar (Pyomente) bize yardıma gelmişlerdi.

Biz unutmuş olmamıza rağmen İngilizler unutmamıştı.

İşte bu yüzden İngiltere neredeyse tüm dünyaya yayılmış bir imparatorluk kurmayı başardı.

Bu imparatorluk uzun bir süre yaşadı ve aslında dağılmış gibi görünse de hala yaşıyor.

Bu gün Kanada ve Avusturalya gibi devletlerin başına İngiltere kralı hala vali atıyor.

Peki biz ne yapıyoruz.

Ülke sanki ikiye bölünmüş durumda.

Kimisi Osmanlı'ya kimisi de Cumhuriyete ve onu kuranlara kara çalma derdinde.

Bu ülkenin kurucusuna ağza alınmayacak lafları alan şerefsizler var ve itibar görüyorlar.

Bir millet kendisi için hayatını ortaya koymuş, feda etmiş atalarına hakaret edenleri baş tacı yaparsa o milletin yok olması kaçınılmazdır.

Atalarını hatırlamazsa, çocukları da babalarına saygı duymaz. 

Bu gün bizde Kırım Harbi için tören düzenlendiğini duyan veya gören var mı?

Bırakın Kırım harbi gibi üzerinden çok zaman geçmiş bir harbi, Ege'de Yunan'a ilk kurşunu atanları, hatta yakın tarihteki Kıbrıs Savaşı gazi ve şehitlerini anan, ilgilenen var mı?

İç güvenlik harekatlarında bu ülkenin birliği ve bütünlüğü için hayatını ortaya koyan şehit yakınları ve gazilerimiz ne kadar hatırlanıp ilgi görüyor?

23 Eylül 2023 Cumartesi

İki defa ödenecek motorlu araç vergisini ödemeyenlere ne olacak?

 Bizim ülkemizde insanlar neden devlete pek güvenmez acaba?

Neden çok az kimse vatandaşlık görevlerini hakkıyla yerine getirir?

Bunu bir örnekle açıklayayım.

Hükümet, seçimde tüm parayı harcayınca kasada para kalmadı.

Her zaman yaptığı gibi para toplamak için milletin cebine el atmaya karar verdi.

Bunun için motorlu taşıtlar vergisinin iki kez ödenmesine karar verdi.

Haberlerde söylediklerine göre bu vergiyi ödeyenlerin sayısı çok azmış.

Çoğu insan ödememiş.

Hatta birileri bu vergilerin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne dava açmış.

Eğer mahkeme uygulamayı anayasaya aykırı bulur da iptal ederse vergiyi ödemeyenlerden vergi almayacakmış.

Peki ödeyenlere ne olacak?

Onlara paraları geri verilmeyecek ve üzerine bir bardak soğuk su için denecekmiş.

Kendi alacağı bir kuruşu aylar, hatta yıllarca araştırıp alan devlet, vatandaşın alacağının üzerine yatacakmış.

Yani vatandaşlık görevini yapmayana ceza verilmezken yapanlar cezalandırılacakmış. 

Devlet suç işlemeyi, vergi ödememeyi, vatandaşın görevlerini yapmaktan kaçmasını özendiriyor resmen.

Üstelik bu tek örnek de değil.

Çoğu insan ve şirket vergilerini vakti geçse de yıl sonuna kadar ödemiyor.

Neden?

Çünkü hemen hemen her yıl sonunda vergi affı gelir bu ülkede.

Vergisini ödemeyenin vergi faiz ve cezaları iptal edilir.

O da yetmez vergi indirimi yapılır.

Üstelik kuşa dönen borç, vadelendirilir.

Her yıl, vergisini düzenli ve zamanında ödeyen vatandaş cezalandırılır.

Enayi yerine konulur.

Ödemeyen de ödüllendirilir.

Bu durum ülkedeki durumu tarif eden https://foundationoffunystories.blogspot.com/2023/09/bizde-calsan-sler.html bağlantısındaki fıkra gibi.

Bizde çalışanı, görevini aksatmadan yapanı mutlaka cezalandırırlar.

19 Eylül 2023 Salı

Din elden gidiyor? Peki ama neden?

MAK Danışmanlık Şirketi tarafından 23 il ve 154 ilçede (Ağrı, Aksaray, Artvin, Bayburt, Bitlis, Bolu, Düzce, Elazığ, Giresun, Sinop, Gümüşhane, Kars, Karaman, Karabük, Bilecik, Kastamonu, Kırıkkale, Kırklareli, Kütahya, Nevşehir, Osmaniye, Yozgat ve Uşak )

5400 kişi ile yüz yüze yapılan "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı Konulu" yapılan anket sonucudur...

%99'u Müslüman denilen ülkemiz insanın:

- %14'ü Allah’a inanmıyor.

- %25'i Meleklere inanmıyor.

- %24'ü Kur’an-ı Kerim’in vahiyle geldiğine yani Kur’an’a inanmıyor.

- %74'ü Evindeki Kur’an-ı Kerim’i okumuyor.

- %37'si Peygambere, Hz. Muhammed(sav)’e inanmıyor.

- %45'i Kadere (Hayır ve Şerrin Allah’tan geldiğine) inanmıyor.

- %27'si Öldükten sonra dirileceğine, hesaba çekileceğine inanmıyor.

-%83'ü Kuran-ı Kerim’in Türkçe mealini hiç okumamış.

-%85'i Cennet'e gideceği kesin olsa bile; Cennet'e gitmek için ölmeyi düşünmüyor.

-%77'si Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in hayatını okumamış.

-%43'ü Hiç camiye gitmemiş.

-%55'i Ramazan ayında dahi oruç tutmuyor.

-%70'i Dini (İslâm) ile ilgili bilgileri öğrenmek için okumuyor.

-%78'i Namaz kılmıyor.

-%20'si Dua etmiyor.

-%10'u Günah işlediğini biliyor ve pişman bile olmuyor.

-%35'i Gusül abdesti almıyor veya bilmiyor.

Anketin yapıldığı iller, nispeten muhafazakar iller. İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerle Ege ve Akdeniz sahillerindeki birçok ilde anket yapılmamış.

Yani gerçek durum bundan çok daha vahim muhtemelen.

Demek ki, her yere cami yapmakla, dindar nesil yetiştireceğiz diye nutuk atmakla dindar olunmuyor.

Diyanet, ne is yapıyor?

Devletten maaş alan binlerce din adamı neye yarıyor?

Sorgulamak şart.

Bu anketten sonra, hiç kimse %99'u Müslüman olan ülke veya %99'u Müslüman olan Türk milleti masalı anlatmasın.

Çünkü anket öyle olmadığını gösteriyor.

O eskidendi.

Nüfusun %14'ü ateist olduğunu söylemiş.

Geri kalanların da Müslüman olduğunu söylemek mümkün değil.

Muhtemelen ateist olduğunu söyleyenlerin dışında önemli oranda deist, agnostik vb. var.

Çünkü Müslüman sayılabilmeleri için inanmaları gereken şeylere inanmayan kişiler oldukça büyük oranda.

Mesela Kur'an'ı Kerim'in vahiyle indiğine ankete katılanların %24'ü inanmıyormuş.

İmanın 6 şartından en az birine (örneğin Amentünün son maddesine, kadere) inanmayanların oranı en az %45.

İslam'ın şartlarından tamamını yapmayanların (örneğin namaz kılmayanların) oranı %78.

Yani, eğer İslam'ın şartlarına uyanları esas alırsanız ankete katılanların %22'si veya imanın şartlarını esas alırsanız %55'i Müslüman olan bir ülke haline geldik.

Durum bu kadar vahim.

Bütün eğitimi Hristiyanlık üzerine olan birini Diyanet İsleri Başkanı yaparsanız ve imamlar dini anlatacağına politika yaparlarsa olacağı bu.

Her yere cami yapmakla insanlar dindar olmuyor.

Sadece İmamhatip mezunlarına işyeri açılıyor.

Öte yandan, müteahhitler de biraz para kazanıyor.

Olan biten bundan ibaret.


MAKDANİSMANLİK.ORG
www.makdanismanlik.org

14 Eylül 2023 Perşembe

Kadın Voleybol Takımımızın Şampiyon Olmasını Hazmedemediler.

 Kadın voleybol takımımızın başarılarını hazmedemeyen bir güruh var.

Temel argümanları ise bir voleybolcunun eşcinsel (lezbiyen) olduğu iddiası.

Bu dine imana aykırı bir şeymiş.

Müslüman Türk milletine uygun değilmiş.

Aynı güruh, bir travestinin (Bülent Ersoy teknik olarak böyledir) sarayda ağırlanmasında nedense hiç rahatsız olmadı.

Sarayda ağırlanmayı da bir kenara bırakın.

Kendisi tesettüre girip ilahi okurken huşu içinde dinlediler.

Bu arada ezan okumasından da çok etkilendiler.

Rahatsız filan olmadılar.

Bazı muhafazakar görünümlü siyasetçinin eşcinsel olduğu haberlerinden de kimse rahatsız olmadı.

Bazı tarikat yurtlarında küçük erkek çocuklara erkek hocalar tarafından uygulanan tacizi "Küçüğün rızası varmış." diye normalleştirmeye çalışan politikacılardan da rahatsız olmadı.

Peki neden, voleybol takımındaki bir oyuncunun eşcinsel olduğu iddialarına bu kadar tepki gösteriyorlar?

Verdiğim örneklerden, sorun ettikleri şeyin eşcinsellik olmadığı görülüyor.

Asıl sorunun modern Türk kadınının bu kadar büyük bir başarıya imza atmasını hazmedememekten kaynakladığı açık.

Ama başarı asla üstü örtülemeyen bir şeydir.

Hazımsızlara verilecek en güzel cevap ise daha büyük başarılar kazanmak olacaktır.

İktidara gelen politikacılar neden saçmalar?

 Profesör bir öğrenciyi kürsüye çağırıp;

"Dersi anlat." demiş.

Öğrenci başlamış anlatmaya...

Öğretmen sözünü kesmiş ve:

"Şimdi kürsünün üstüne çık, anlatmaya devam et." demiş.

Öğrenci kürsüye çıkıp devam etmiş.

Fakat düşeceğim endişesiyle biraz tedirgin şekilde konuşuyormuş.

Bir süre sonra Profesör tekrar sözünü kesmiş.

"Şimdi de kürsünün üstüne bir sandalye koy, üstüne çık ve öyle devam et.

Öğrenci denileni yapmış ve daha da tedirgin olduğundan artık dersi akıcı bir şekilde anlatamamaya başlamış."

Profesör yeniden müdahale etmiş:

"Şimdi sandalye üstüne tabureyi koy, devam et.."

Öğrenci artık düşmemek için dengesini kontrol ederek konuştuğundan dediklerinde tutarsızlıklar başlamış.

Bunu gören Profesör öğrenciyi aşağıya indirmiş ve öğrencilerine şunları söylemiş:

“İnsan yükseldikçe dediklerinde tutarsızlıklar olur.

Çünkü artık beyin söyleneni değil, bulunan yerden düşmemeyi önceler."

Muhalefette gayet mantıklı şeyler söylerken iktidara gelince saçmalayanların durumu bundan kaynaklanıyor.

İYİ Parti'nin ittifaktan ayrılması mantıklı bir seçim.

 İYİ Parti ittifaktan ayrıldığını ve yerel seçimlerde kendi adaylarını göstereceğini açıkladı.

Hemen muhalefet çevrelerinden tepki göstermeye başladılar.

Yok öyle olur yok böyle olur diye herkes bir şeyler söylüyor.

Biraz empati yapılsa, bu tepkilerin anlamı olmadığı kolayca anlaşılır.

İYİ Parti de diğer partiler gibi bir siyasi kuruluş.

Kararlarını kendi yetkili kurullarında alıp uygulamak en doğal hakkı.

Öte yandan İYİ Parti de diğer partiler gibi iktidara aday bir parti olmak istiyor.

Mevcut ittifak sisteminde bu mümkün değil.

İYİ Parti, CHP'nin ardından ikinci büyük muhalefet partisi.

Bütün hesaplar da buna göre yapılıyor.

Bu durum oy oranını da etkiliyor.

Seçmenlerin çoğu muhalefette büyük partinin kuyruğu gibi görünen bir partiye oy vermez.

İktidara aday bir parti daha çok oy alır.

Bu sebeple İYİ Parti'nin aldığı karar kendileri açısından doğru.

Öte yandan bu karar, iddia edilenin aksine muhalefete değil iktidara zarar verecektir.

Kamplaşmış siyasi bir görünümde olan ülkemizde AKP'ye oy veren kitlenin çoğu, CHP'ye veya CHP ile birlikte olanlara oy vermiyor.

Bunu son seçimde de gördük.

Hal böyle olunca, devlet imkanlarını sonuna kadar kullanan ve provokasyonda ustalaşan iktidarı düşürmek mümkün olmuyor.

Ama İYİ Parti bağımsız olarak seçime girerse, eski merkez sağdan çok fazla oy alabilir.

Şu anda o seçmen kitlesi iktidar bloğuna oy veriyor.

Olayı bu açıdan da değerlendirmekte fayda var.

Elalem bizimle dalga geçiyor maalesef.

 Yok dünya devleti olduk, yok dünya bizi kıskanıyor derken gerçekte geldiğimiz nokta bu: 

Dünya bizimle dalga geçiyor. 

Eğleniyor.

Biraz önce sosyal medyada gördüğüm bir paylaşımı aşağıda dikkatinize sunuyorum. 

Dışarıdan Türkiye böyle görünüyor.

Fazla söze gerek yok.

Olur da resmi okunamaz diye paylaşımın Türkçesini yazıyorum:

"Türk şakası:

Bir mahkum hapishane kütüphanesine BİR kitabı ödünç almaya gider.

Kütüphaneci şöyle der:

Sorduğunuz kitap elimizde yok ama yazarı var."



30 Ağustos 2023 Çarşamba

Tek parti dönemi mahkemeleri

 1935 yılında Atatürk'e suikast iddiasıyla bazı kişiler tutuklanıyor.

Günler boyunca basın ve CHP teşkilatları zanlıları yerden yere vuruyor.

Ama davaya bakan mahkeme bunlardan etkilenmiyor.

Delillere bakıyor.

Zanlıların suçlu olmadığına, çünkü delillerin iddialara uymadığına karar veriyor.

Tek parti donemi diye önüne gelenin bok attığı bir devirde mahkemeler bağımsız karar verebiliyormuş.

Bana ilginç geldi.

Keşke çok partili demokratik sistem olduğu söylenen günümüzde de mahkemeler bu kadar bağımsız olabilse.

26 Ağustos 2023 Cumartesi

"Keşke Yunan galip gelseydi." diyenlerin acı günü.

Bu gün 26 Ağustos Cumartesi.

Keşke Yunan galip gelseydi diyenlerin yarasını deşmek gibi olacak ama hatırlatayım.

1922 yılında bu gün, sabahın erken saatlerinde topçu hazırlık atışının ardından Türk ordusunun taarruzu başladı.

Fesligiller ve avenesini bu gün bile üzüntüye gark eden bu taarruzun ardından kısa sure içinde güneyde yunan savunma hatlarının ilk mevzileri askerlerimiz tarafından ele geçirildi.

Sonrası malum.

30 Ağustos, Başkomutan Meydan Muharebesi'nde Yunan'ın beli kırıldı.

9 Eylül'de ise kaçabilen Yunan askerleri ve işbirlikçi hainler, Yunanistan'a kaçtılar.

Hepsi değil tabii.

Kalanlar hala o dayağı hatırlayıp ağlamaklı.

Şöyle diyorlar: "Keşke Yunan galip gelseydi! Keşke Fransız galip gelseydi!"

25 Ağustos 2023 Cuma

Hayır kurumu olarak kurulan vakıflar ve hırsızlığa kılıf olarak kurulan vakıflar.

 Bir televizyon kanalında vakıflarla ilgili bir program yapılıyor.

Alttaki antet şöyle: Türkiye'de İslami değerlere ve vakıflara düşman bir kitle var.

Tamamen art niyetle söylenmiş bir söz ve gerçekleri tam yansıtmıyor.

Vakıf nedir?

Bir grup insan bir araya gelip bir yapı kurar.

Bu yapı, kuruluş amacına uygun olarak faaliyet gösterir.

Yapının gelirleri de kurucuların vakfettiği para veya mülklerden karşılanır.

Bu tür vakıflara hiç kimse karşı çıkmıyor.

Ama birileri vakıf adı altında bir teşkilat kurup, devletten veya belediyelerden milyonlarca lirayı buraya akıtıyor ve bahse konu geliri kendilerine veya yandaşlarına akıtıyorsa, böyle bir kurum adı vakıf bile olsa hırsızlık teşkilatından başka bir şey değildir.

İnsanların karşı çıktığı vakıf budur.

Adı vakıf diye her kuruluşu hayır kurumu sanmamak lazım.

Vakıflar bu gün olduğu gibi geçmişte de hayır için kurulduğu gibi hırsızlık için de kurulmuştur.

Örneğin Ayanları ele alalım.

Devlet adına vergi toplayan bu şahıslar bir süre sonra bulundukları bölgelerdeki malları üzerlerine geçirmek için bir yol aramışlar.

Fakat Osmanlıda özel mülkiyet olmadığından bunu yapmaları mümkün olmamış.

Bunun üzerine, toprak düzeninin yasal zorunluluklarını baypas edip devlete ait toprakları üzerlerine geçirmek için bir yol aramış ve bulmuşlar.

Bu yol neymiş biliyor musunuz?

Vakıf kurmak.

Sistem şöyle işliyormuş.

Bir bölgedeki ayan bir vakıf kuruyormuş.

Vakfa da devlete ait işlenmeyen arazilerden binlerce dönümü kılıfına uydurarak vakfettiriyormuş.

"E ne var bunda? Sonuçta hayır işi." diyebilirsiniz.

Kazın ayağı öyle değil.

Bu ayanlar, vakıfların mütevelli heyetlerine kardeşlerini ve çocuklarını koyuyor, tüzüğünü (nizamnamesini) de vakfın tüm gelirini kendi ailelerine aktaracak şekilde yazıyorlarmış.

Böylece tapu olmadan devletin topraklarını üzerlerine geçiriyorlarmış.

Hem de yasaya uydurarak.

Türkiye'de doktora yapan bir Japon tarafından Karaosmanoğluları hakkında yazılan kitabı okumanızı ve devlet arazilerine nasıl konulduğunu görmenizi tavsiye ederim.

Günümüzde de durum pek değişmedi.

Bazı vakıflar hayır kurumu, bazıları da hırsızlığı yasal kılıfa sokmak için kullanılan suç organizasyonu.

Hangi vakfın hangi gruba girdiğini anlamak da gayet kolay.

Eğer vakfın gelir kaynaklarını kurucuları vakfetmiş ve gelir onlara değil kuruluş amacına göre harcanıyorsa hayır kurumudur.

Eğer vakıf, kurucularının vakfettiği kaynaklarla değil devlet veya belediye imkanları ile kurulmuş, mütevelli heyeti belli bir gruba mensup insanlardan oluşuyor ve gelirler hayır için değil yandaşlara peşkeş için harcanıyorsa, o vakıf değil, yasal görünümlü suç örgütüdür.

Türkiye nitelikli insan gücünü kaybediyor.

Kanada nitelikli insanlara eğer turist vizesiyle ülkeye girseler bile is bulurlarsa çalışma izni vermeye başlamış.

Aranan insanlar genellikle ara eleman, nitelikli isçi, teknisyen ve mühendislermiş.

Bunu duyan Türkler akın akın Kanada'ya gidiyormuş.

Nitelikli insanlarımızı dışarıya kapatıyoruz.

Onların yerine niteliksiz göçmenleri ülkemize alıyoruz.

Sonra çoban bulamıyorduk, Afganlılar sayesinde koyunlarımıza çoban buluyoruz diye abuk subuk konuşanlar çıkıyor.

Hatta bir bakan bile babasının yasadışı göçmenleri çoban olarak çalıştırdığını söyledi.

Bir bakan, suçu önlemesi gereken en baştaki kişilerden biri, babasının suç işlediğini söyledi.

Sırf yasadışı göçmenleri savunmak için.

Ama, sanayiden inşaata kadar birçok alanda kıtlığı çekilen kendi nitelikli insan gücümüzün ülke dışına gitmesini umursamıyor.


22 Ağustos 2023 Salı

Yetmez ama evet.

 

    Basında, Süleyman Soylu'nun içişleri bakanı olduğu dönemde görevden uzaklaştırılan emniyet müdürlerinin göreve geri döndükleri yazılıyor.
    Süleyman Soylu'nun bakanlık icraatlarına bakınca bunun olumlu bir gelişme olduğu ortada.
Ama bu yetmez. Soylu döneminde önemli yerlere getirilenler de o yerlerden uzaklaştırılmalılar.
    Çünkü Soylu'nun beraber olduğu, birlikte resim çekildiği tek bir düzgün adam yok. Ya dolandırıcı, ya uyuşturucu kaçakçısı veya başka bir kriminal tip hepsi.
    Adamın yaptıklarına mafya babaları bile dayanamayıp çektiği videolarla itirafçı oldular.
    Eteklerinde ne varsa dökmeye başladılar.
   Soylu, bunları yalanlamak yerine Birleşik Arap Emirlikleri'ne kadar gidip Araplara yalvararak adamı susturdu.
    Bu yüzden yeni bakanı alkışlıyor ve destekliyorum. Ama yetmez demeyi de ihmal etmiyorum.

Demokratik rejimler mi yoksa otoriter rejimler mi daha hızlı kalkınır?

Bu gün oldukça kalkınmış olan bazı Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri az veya çok otoriter rejimler tarafından kuruldu ve yönetildi. 

Daha önce Batı'nın demokratik oluşu ve ekonomik olarak kalkınmış oluşu birbirinin sonucu olarak görülüyordu. 

Yani bir ülkenin kalkınabilmesi için demokratik olması gerektiğine dair yaygın bir inanç vardı.

Fakat daha sonra, bazı Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri ve özellikle de Güney Kore'nin çok hızlı kalkınması sonucu demokrasi ve kalkınma ilişkisi sorgulanmaya başladı. 

Son zamanlarda Çin'in inanılmaz yükselişi, bu tartışmaları daha da artırdı. 

Ahlaki olarak çürümemiş, liyakati ön planda tutan, merkezi planlamayı esas alan ama kapitalist bir ekonomi uygulayan otoriter rejime sahip ülkelerin demokratik ülkelere göre daha hızlı kalkındığını iddia edenler ortaya çıktı. 

Ama öte yandan ekonomik kalkınma mı insani/demokratik gelişme mi önemli sorusu da ortaya çıktı.

Bence her kültür kendi modelini uygularsa başarılı olur. 

Her ülke için uygun olan değişmez bir model yoktur.

Bir ülkede basari sağlayan bir uygulama aynen uygulandığında başka bir ülkede başarısız olabilir. 

Dahası, her model her ülkede uygulanamayabilir. 

Bu sadece ekonomide değil savaşlarda bile böyle. 

Örneğin Hindistan bağımsızlığını Hint kültürüne uyan pasifist bir mücadele ile kazanırken savasci bir kültüre sahip olan biz Türkler bağımsızlığımızı savaşarak kazandık.