.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2017 Pazar

Savaşta en önce çocuklar ölür.


        Bu akşam sinemaya gittim. Son günlerde basında hakkında bazı spekülasyonlar yapılan ''AYLA'' filmini izledim. Bana göre çok güzel ve çok duygusal bir filmdi. O yüzden film boyunca kendimi tutamayarak ağladım. Filmin konusu Kore savaşında (1950'lerde), komünistlerin bir Güney Kore köyüne saldırması sonucu tüm ailesi ölen 4 yaşındaki bir kızın Türk askerlerince bulunması, bundan sonra da Kore'den ayrılıncaya kadar bakılması ve ona kendi çocuğu gibi ilgi gösteren bir astsubayın başından geçen olaylarla ilgili. Bu film beni çok etkiledi çünkü kendi yaşamımda da çocuklarla ilgili benzer ve hatta daha kötü olaylara şahit oldum. Şimdi bunların bazılarını anlatacağım.
       Görev yaptığım bir yerde en yüksek devlet görevlisi bendim. Bu sebeple okullardaki törenler dahil devlet adına yapılan her resmi olayı ben veya benim bilgim dahilinde diğer devlet memurları yapıyordu. Bu görevde köylerdeki okullara sık sık gittiğimden, bir köyün okulunda öğretmenlerin çok sevdiği, zeka ve yeteneklerini anlata anlata bitiremediği bir küçük kızla tanıştım. Hakikaten hayran olunacak bir çocuktu. Ailesini sorduğumda bizim koruculardan birinin kızı olduğunu öğrendim. Kızın annesi ölmüş, babası da ölümcül bir hastalığa yakalanmıştı.
       Bir süre sonra kızın bu ortamda zebil olacağını, ama bir şehirde yaşasa muhtemelen çok başarılı olacağını düşünerek kendi kendime üzüntü duymaya başladım. Okula ve köye gittiğimde bu kızı gördükçe üzüntüm daha da arttı. Kızcağız, benim onunla ilgilendiğimi gördüğünden olsa gerek, köye veya okula gittiğimde bana her zaman, nereden topladığını bilmediğim, bir demet çiçek getirirdi.
      İki yıl sonra, bu görev yerimden ayrılma tarihi yaklaşırken ben, eğer bu kızı verirlerse evlat edinmeye karar verdim. Kızın babası çok hasta olduğundan onunla konuşmak yerine amcasının oğluyla konuştum. Ama kızı bana evlatlık veremeyeceklerini, çünkü
okul bittikten kısa süre sonra bir akrabasıyla evlendireceklerini, bunun sözünün çoktan verildiğini  söyledi. Bölgenin gelenekleri hala eski düzen yürüdüğünden bu konuda ısrar etmek bir fayda sağlamayacağı gibi olumsuz olaylara da sebep olabilirdi. Bu yüzden çok fazla ısrar edemedim. Ayla filmini izlerken o kız aklıma geldi.

       Bizim 1984 yılından beri yaşadığımız PKK terörü sebebiyle Ayla'dan da kötü bir son yaşayan çocuklar da gördüm. Mesela 1995/96 yıllarında PKK'lı teröristler Silopi'nin bir köyünü bastılar. Köyde asker ve koruculardan yaralılar vardı ve iki kişi de ölmüştü. Teröristlerce öldürülen bu iki kişinin biri 8-10 yaşlarında, diğeri ise daha yürümeyi yeni öğrenmiş bir çocuktu. Daha da acı olan bu çocukların uzaktan köye atılan terörist mermileriyle tesadüfen değil, bilakis yakın mesafeden ve seri atışla öldürülmüş olmasıydı. Çocukların vücutlarında çok sayıda mermi deliği vardı.
     Bu baskına katılan ve daha sonra teslim olan bir teröristten öğrenildiğine göre, köye sızan bir grup, bir evden çocuk ağlaması duyunca gruptaki teröristlerden biri silahını pencereden içeri sokarak içeriyi seri atışla taramış. Neden küçücük çocuklara ateş ettiği sorulduğunda ise verdiği cevap kan donduran cinsten. ''Yılanın yavrusu da yılandır.'' Meğer bu iki çocuğun babası korucuymuş. Korucu (onlar için) yılan olduğuna göre çocuğu da öldürülmeyi hak ediyormuş çünkü yılan yavrusu olduklarından büyüyünce onun gibi bir yılan olacakmış.

     Diğer örnek ise Şırnak ile Eruh arasındaki bir köyden. Köy 90'larda teröristlerce basılmış. Baskına katılan teröristlerden biri de o köylüymüş ve baskında köyün içine girenlerin içinde o da varmış. Akşam karanlığında birden bire karşısına bir adamla bir küçük çocuk çıkınca seri ateşle ikisini de öldürmüş. Ölenlerin yanına gittiğinde adamın dedesi olduğunu, çocuğun da bir akrabasının çocuğu olduğunu görmüş. Ama hiçbir şey olmamış gibi çatışmaya devam etmiş.

Daha sonra, henüz vicdanını tam olarak kaybetmemiş bazı teröristler dedesini ve akrabasının çocuğunu öldürdüğü için üzüntü duyup duymadığını sorunca bu terörist şu cevabı vermiş: ''Soreştir, olur böyle şeyler. Neden üzüleyim ki?'' Yani diyor ki, savaştayız ve savaşta böyle şeyler olur.

    Bir örnek daha vererek PKK ile ilgili örneklere son vermek istiyorum. Bilenler bilir, Eruh'tan Şırnak'a giderken Görendoruk Köyü yakınlarında sol tarafta Mercimek Tepe vardır. Bu tepenin arka tarafında avuç içi gibi bir sırt ve devamında da bir dere vardır. İşte bu avuç içi gibi yerde, 1990'lı yıllarda, bir göçer ailesi çadır kurmuş hayvanlarını otlatıyormuş. Bu ailenin reisi, göçer aşiretinin de reisiymiş. Bu adam kendisi PKK'ya yardım etmediği gibi aşiretinin etmesine de müsaade etmiyormuş. Bu sebeple aşiretten bazı kişiler teröristleri görünce askeri birliklere haber vermiş ve çıkan çatışmalarda bazı teröristler ölmüş.

     Bunun üzerine PKK, adamı takibe almış. Bahsettiğim bölgede çadır kurduğunu görünce, bir gece yarısı çadırı basmışlar. Adamın elini ayağını bağlamışlar. Gece ısınmak ve yemek yapmak için yaktığı ateşe çok miktarda odun atıp büyük bir köz yığını oluşturmuşlar.

Adamın iki küçük çocuğu varmış. 15-16 yaşında olanı adamın ve karısının gözü önünde kurşuna dizerek hemen öldürmüşler. Adam bunun acısıyla kıvranırken karısı bayılıp kendinden geçmiş. Ancak teröristler bununla da yetinmemiş. Daha emekleme çağındaki diğer çocuğu uzun bir sopanın ucuna bağlamışlar ve adamın gözü önünde canlı canlı  közde kızartmışlar. Ondan sonra da adamı öldürmeden çekip gitmişler.

Zavallı adam aklını yitirmiş ve bir müddet mecnun gibi dolaştıktan sonra kahırdan ölmüş.

    İki örnek te Ankara'dan vereyim. Evime yakın bir yerde arabamla kırmızı ışığa denk gelip durduğumda en küçüğü 3/4 yaşlarında ve en büyüğü 6/7 yaşlarında üç çocuk gelip para istiyordu. Çocuklar çok fazla Türkçe bilmediğinden nereli olduklarını sordum. Suriyeli olduklarını söylediler. Anneleri, yolun kenarında oturmuş çocuklarını dilendiriyordu. Son zamanlarda ortalarda görünmeyen bu çocukların ayaklarında çorap, üstlerinde ise doğru dürüst bir kıyafet yoktu.

      2/3 gün önce de bir büyük marketten birşeyler alıp çıkarken yolumu gençten bir kadın kesti. Ben para isteyecek diye düşünürken bozuk bir Türkçe ile ''Abi, bize de yiyecek bir şeyler alır mısın?'' dedi. Kucağında 2/3 yaşlarında ve yanında da 3/4 yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Çocukların ayakları çıplak, üstleri başları kir içindeydi.

Kadına nereli olduğunu sordum. Önce Suriyeli olduğunu söyledi. Ardından, biraz da çekinerek, Suriyeli Kürt olduğunu söyledi. Ben kadına bu çocuklarla bu soğuk havada dilenmemesini, kaymakamlığa gidip yardım istemesini söyleyince bana kimlik ve pasaportu olmadığını, Türkiye'ye kaçak olarak girdiğini, bu sebeple kaymakamlığın yardım etmediğini söyledi. Kocasının nerede olduğunu sordum, askerde dedi. Suriye'de askermiş.

Kimin askeri olduğunu sormadım. 3,5 milyon Suriyeliyi ülkeye almakla övünen ama onların ve özellikle de küçücük çocukların ortada aç bihaç kalmasını umursamayanlar hakkında içimden burada söyleyemeyeceğim bazı sözler söyledim.

     Bu akşam AYLA filmini seyredince bir defa daha anladım ki her türlü silahlı çatışma, bu çatışmaya hiçbir katkısı  olmayan masum çocukları vuruyor en önce. Kore'de Aylalar öksüz ve kimsesiz kalıyor. Doğuda teröristler babasına kızınca çocuklarını öldürüyor. Suriye'de erkekler birbirini öldürürken çocuklar Ankara'da zebil oluyor.

   
    Saygılar sunarım.
    Mehmet Çanlı
    (3.11.2017.)

8 Ekim 2013 Salı

Türkiye’de resim sanatı neden gelişmiyor? Resim öğretmenlerinin genel sorunları nelerdir?


 Daha önce bu sayfalarımızda sanat ile ilgili konulara da yer vereceğimizi söylemiş ve resim nedir konulu bir yazı yayımlamıştık. Şimdi bu yazıların ikincisini yayımlıyoruz. Bu yazı, temel bir konuda, resim sanatının kitlelerce sahiplenilmemesi ve bunun bir sonucu olarak ülkemizden uluslararası üne kavuşmuş pek çok fazla ressamın çıkmamasının da sebepleri ile ilgili.
Bu arada sesini bir türlü duyuramayan resim öğretmenlerinin sorunlarını da yansıtıyor.
Yazıyı aşağıya sunuyorum.
Faydalı olması dileğiyle.

Okullarda verilen resim eğitiminin, dolayısıyla da ülkemizde bulunan resim öğretmenlerinin pek te önemsenmeyen birçok sorunu bulunmaktadır. Bu sorunlar aynı zamanda Türk resim sanatının da sorunlarının kaynağı durumundadır.
Peki, nedir bu sorunlar?
Müsaadenizle aşağıda kısaca anlatmaya çalışacağım.
İlk ve en önemli sorun resim dersinin haftada bir ders olması.
Tam olarak, resim dersinin haftada 40 dakikaya sığdırılmasıyla başlıyor bütün problemler…..
Burada zaten işe 1-0 mağlup başlıyoruz.
Arkası da bununla geliyor doğal olarak. Çünkü sorun buradan başlıyor. Resim haftada bir saat olunca önemsenmiyor haliyle. Ne öğrenciler, ne aileler hatta ne de diğer eğitimciler tarafından.
Bu durum velilerle yapılan görüşmelerde de kendini gösteriyor haliyle. Çocuğunun durumunu görüşmek için gelen velilerin büyük bir çoğunluğu; ‘’Ben resim öğretmeniyim.’’ Deyince çocuğun durumunu sormaya dahi lüzum görmüyor, arkasını dönüp diğer ders öğretmenlerine doğru gidiyor.
Öğrencilerde de; hiç bir şey yapmasam bile yılsonunda nasılsa karneme 5 gelecek duygusunun rahatlığı var. Burada okul idarelerinin ve eğitim sisteminin de hatası var tabii ki. Hem 40 dakikaya sığdırıyorlar resim dersini, hem de yılsonunda sergi yap, kimseye düşük not verme baskısı var her yerde. Resimden de kalınır mıymış anlayışı da cabası. Tamam! Herkeste resim yeteneği olmayabilir. Resim yeteneği yok diye çocukların düşük not alması doğru değil. Ama kimde yetenek var anlaşılamıyor çoğu zaman. Çünkü ilgi yok, çaba yok, malzeme getirip derste bir şeyleri uygulayarak öğreneyim diye bir düşünce yok.
Şimdi böyle söyleyince herkesi suçluyor gibi bir duruma da düşmek istemem. Bazı aileler her şeye rağmen ilgili, bazı çocuklar da öyle. Zaten bunların morali ile bir şeyler yapmaya çalışıyor resim öğretmenleri. Hatta bazı yerlerde ilgili aile ve öğrenci daha fazla olabiliyor diğer yerleşim yerlerine göre. Bunları da bir yere kadar normal karşılamak mümkün. Çünkü sistem eğer bir şeyler dayatıyorsa ailelerin de yapacağı pek bir şey yok. Bu sınavlı okula giriş sisteminde herkes çocuğunun ağırlık puanı daha yüksek olan derslere yönlenmesini istiyor.
Resmin tek sorunu eğitim sistemindeki bu durum da değil. Muhtemelen dini veya kültürel sebeplerle, belki insanların geçim derdine düşmüşken diğer üst seviye ihtiyaçları düşünememesiyle de bağlantılı olarak insanlar resim almıyor, evlerine ve işyerlerine resim asmıyor. Pazarı olmayınca da resim yapılmıyor çok fazla. Bu sebeple resim insanı geçindirecek bir iş olarak değil aman ancak bazı ilgili ve gelir durumu iyi insanların hobisi olarak görülüyor. Ama eğer resim alımı arsa bu işe ilgili binlerce insan çıkacak ve bunların arasından da birkaç tane dahi çıkıp Türk resminin dünya çapında tanınmasına ve etkili olmasına vesile olacak.
Bu temel sorunlar yanında koskoca bir ulusun resim gibi önemli bir görsel sanat dalında geleceğini hazırlayan resim öğretmenlerinin de önemli sorunları var. Bu sorunlarda aslında yukarıda saydığım hususlarla bağlantılı.
Ders saatleri az olunca bir okulda 15 ders saatini dolduramıyorlar çoğu yerde ve bu sebeple okul okul geziyorlar bunu doldurmak için. Norm fazlası olup ta aynı şeyi yaşamaları da sıradan bir durum neredeyse.
Dersine önem verilmemesi ve kimse tarafından öğretmen olarak ta önemsenmemek bir yana, üzerine bir de bugelince resim öğretmeni olmak oldukça zor bir şey genel kanının aksine.
Ama biz de kendimizi avutacak bir şeyler buluyoruz, bulmazsak hiç olmayacak çünkü.
Mesela; her öğretmen ve öğrenci bir gün olur okuldan ayrılır ve okul kayıtlarındaki isminden başka bir iz bırakamaz geride. Matematik problemini çözüp çerçeveletmek çok olacak şey değil doğrusu. Ama her resim öğretmeni okul duvarlarını süsleyen resimler bırakır arkasında. Bu resimleri yapan öğrenciler de öyle.
Herkes gelip geçicidir bu dünyada. Herkes bir yerlere gider. Herkes ölür.
Ama arkasından kalıcı bir şeyler bırakanlar yaşar yıllarca.
Resim öğretmenlerinin de yaptığı ve öğrencilerine de yaptırmaya çalıştığı,  tam olarak budur aslında.
Bu kadar söz söylememe bakıp sakın yanlış anlamayın.
Biz resim öğretmenleri çok şey istemiyoruz.
Bizim istediğimiz bir avuç mutluluk.
Yoğun bir maratona benzeyen eğitim yaşamında bunalan öğrenciye ve zor hayatın şartlarında yıpranan insanımıza bir tutam keyif sunmaktır  tek endişemiz.
Hoşça kalın.
Sanatla kalın. 

Saygılar sunarım.

1 Ekim 2013 Salı

Resim nedir?


Bundan sonra, zaman zaman blogumuzda bazı sanat dalları hakkında aydınlatıcı bilgiler vermeyi planlıyoruz. Bu yazılar genellikle misafir bir yazar ve benim tarafından yazılacaktır. İlgilenenler olursa buna devam etmeyi düşünüyoruz. Bu uygulamanın ilk yazısı da resim hakkında olacaktır.

Herkes hayatı boyunca mutlaka bir dönem resim yapmıştır. Resim yapmak derken illa ki yağlı boya tablolardan bahsetmiyorum. Kara kalem, pastel boya veya  sulu boya  ile bir şeyler yapmaya herkes en azından okulda resim derslerinde gayret göstermiştir.

Buna rağmen resim sanatına ilgi ülkemizde yeterince yüksek değildir. Resim galerilerini gezerken buraya sırf ne oluyor diye merak edip şöyle bir bakanları da göz önüne alarak söyleyebilirim ki çok az kişi rağbet etmektedir. Biz burada resme bu genel ilginin yanında daha çok resim yapmaya amatör veya profesyonel olarak ilgi gösteren/gösterecek olan kişilere genel bilgi vermeye yönelik yazılara ağırlık vereceğiz.

Kime; ''Resim yapmaya ilginiz var mı?'' diye sorsanız size genellikle resim yeteneğinin olmadığını söyleyecektir. Doğrudur, resim de bir yetenek gerektirir ancak ilgi olmadan yetenek ortaya çıkmaz. Bu soruyu sorduğunuz şahıslara hiç resim yapmayı öğrenmeye çalıştınız mı diye sorun, muhtemelen hayır cevabını alacaksınız. Sizde yetenek olup olmadığını anlamanın en iyi yolu bunu sınamaktır. Kimsenin yeteneği alnında yazmaz. Deneyin, belki de içinizde bir dahi yatıyordur. Bunu ancak deneyerek öğrenebilirsiniz.

Denediniz ve sizde büyük bir ressam olacak yetenek olmadığına karar verdiniz. Yine de resimle ilgilenebilir, kendinizi geliştirebilirsiniz. Çünkü hiç kimse, hiç resim yapamayacak kadar yeteneksiz olamaz. Siz en azından bir hobi kazanacak, hayatınıza renk katmış olacaksınız. Hobi deyip geçmeyin. Unutmayın işleri başından aşkın, koca bir imparatorluğu idare eden Osmanlı padişahlarının çoğunun bir sanat veya zanaat kolu ile ilgilenmek gibi hobileri olmuştur.Onlara faydası olan mutlaka size de yarar sağlayacaktır. Hobilere sahip olmak için illaki çok yetenekli olmaya gerek yoktur. Dünyada bir tane Pele, bir tane Maradona vb. çıkmasına rağmen her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de milyonlarca kişi futbol oynamaktadır. Kimse ne kadar yetenekli olduğunu önemsememekte, futbol oynamanın kendisinden keyif almaya çalışmaktadır.  Neden bu resim ve benzeri sanat kollarında da olmasın ki?

Şimdi ilk sanat yazımız olan ''Resim nedir? konusuna geçiyor ve misafir yazarımızın yazısını aşağı da sunuyorum. Saygılar sunarım.

Resim Nedir?

Resme başlamak kolay bir şeydir. Çünkü resim yapmak kolaydır. Çünkü basittir. Düz bir yüzeye bazı boya maddelerini sürersiniz ve bu bir tür renk imgeleri bırakır. Ama yine de resme yeni başlayan bir kişi ne yapacağını tam olarak bilemez.

Hele, galerileri ve resim müzelerini gezmek ve buradaki resimleri görmek bazen insanda umutsuzluk duygusu yaratabilir. Yüzlerce değişik resim, bir o kadar değişik metotlar kullanılarak yapılmış ve oralarda sergilenmektedir. Bu kadar çok değişik türde resim yapılmış olması kafanızı karıştırabilir. Ancak bu duygudan hemen sıyrılın. Bu gün resme başlayan bir kişi; kafasındaki düşüncelerin azlığı değil, çokluğu nedeniyle güçlük çekmekte ve resim sanatından korkmakta veya çekinmektedir.

Aslında bu kadar çok ve değişik türde resmin olması sizi korkutsa da, aslında geçmişin resminin anlaşılması göründüğü kadar karmaşık ve güç değildir. Dolayısıyla sorun sandığınız kadar büyük değildir. Büyük yetenek ve karmaşıklıklar gösteren bu resimler hakkında bilgi edinmek size mutlaka fayda sağlayacaktır. Ancak resim yapmaya yeni başlamış veya başlayacak kişiler olarak asla resimlerinizi bu resimlerle kıyaslamayın.

Yapmanız gereken; kendiniz yapmayı tasarladığınız şeyin üzerine odaklanın. Bu sizi motive eder ve her zaman daha iyi sonuçlar verir. Birçok başarılı resmin esas unsuru yalın olmasında yatar. Onun için hemen karmaşık resimler yapmaya çalışmayın, yalın ve basit şeylerle başlayın.

Diğer bir önemli konu da çoğu insanın resim ile fotoğrafı karıştırmasıdır. Bunu yapmayın. Fotoğraf karşıda bulunan nesnelerin üzerinden yansıyan ışığın kameraya yansıtılması sonucu elde edilen daha çok teknik bir konudur. Bir tripota sabitlenmiş fotoğraf makinesinde deklanşöre kim basarsa bassın aşağı yukarı aynı görüntü elde edilir. Resim ise çok farklı bir şeydir. Aynı noktadan bakan iki kişinin yaptığı resim çok farklı olabilir. Çünkü resim kişiseldir. Karşıda ne olduğu kadar resmi yapanın ne gördüğü ve nasıl gördüğü de önemlidir. Sadece bilgiler değil duygular da önemli bir etkendir.

Tüm bu sebeplerden dolayı kendinizi sıkmayın. Rahat olun. Başkalarının düşüncelerine değil kendi duygu ve düşüncelerinize göre hedefinize bakın veya kafanızdan hayali olarak tasarladığınız ve beyninizin içinde oluşan şekli görün ve resminizi yapın.

Şimdilik bu kadarlık bir giriş ile konumuzu sonlandırıyoruz. Gelecek günlerde resimle ilgili değişik konularda bilgiler vermeye devam edeceğiz.

Hoşça kalın.