.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2023 Salı

Beyaz eşya servislerinin yaptığı soygun.

 Dün akşam kalorifer kombisi arıza verdi.

Kapattım.

Bu gün servisi aradım.

İki kişi geldi.

Kombinin kapağını sökmek için 2 vidayı söktüler.

Plastik bir tüp var, içi tortu toplamış.

Biri parçayı aliyle çekip söktü ve çeşmede iki dakikada yıkayıp temizledi.

Su basıncı az olduğundan hava tankına hava bastı.

Kapattı.

Kombi sorunsuz çalışıyordu.

Ama sorun bundan sonra yaşandı.

20 dakikalık iş için 800 lira para istedi.

Verdik mecburen.

Artık soygun böyle yapılıyor demek ki....

23 Eylül 2023 Cumartesi

İki defa ödenecek motorlu araç vergisini ödemeyenlere ne olacak?

 Bizim ülkemizde insanlar neden devlete pek güvenmez acaba?

Neden çok az kimse vatandaşlık görevlerini hakkıyla yerine getirir?

Bunu bir örnekle açıklayayım.

Hükümet, seçimde tüm parayı harcayınca kasada para kalmadı.

Her zaman yaptığı gibi para toplamak için milletin cebine el atmaya karar verdi.

Bunun için motorlu taşıtlar vergisinin iki kez ödenmesine karar verdi.

Haberlerde söylediklerine göre bu vergiyi ödeyenlerin sayısı çok azmış.

Çoğu insan ödememiş.

Hatta birileri bu vergilerin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne dava açmış.

Eğer mahkeme uygulamayı anayasaya aykırı bulur da iptal ederse vergiyi ödemeyenlerden vergi almayacakmış.

Peki ödeyenlere ne olacak?

Onlara paraları geri verilmeyecek ve üzerine bir bardak soğuk su için denecekmiş.

Kendi alacağı bir kuruşu aylar, hatta yıllarca araştırıp alan devlet, vatandaşın alacağının üzerine yatacakmış.

Yani vatandaşlık görevini yapmayana ceza verilmezken yapanlar cezalandırılacakmış. 

Devlet suç işlemeyi, vergi ödememeyi, vatandaşın görevlerini yapmaktan kaçmasını özendiriyor resmen.

Üstelik bu tek örnek de değil.

Çoğu insan ve şirket vergilerini vakti geçse de yıl sonuna kadar ödemiyor.

Neden?

Çünkü hemen hemen her yıl sonunda vergi affı gelir bu ülkede.

Vergisini ödemeyenin vergi faiz ve cezaları iptal edilir.

O da yetmez vergi indirimi yapılır.

Üstelik kuşa dönen borç, vadelendirilir.

Her yıl, vergisini düzenli ve zamanında ödeyen vatandaş cezalandırılır.

Enayi yerine konulur.

Ödemeyen de ödüllendirilir.

Bu durum ülkedeki durumu tarif eden https://foundationoffunystories.blogspot.com/2023/09/bizde-calsan-sler.html bağlantısındaki fıkra gibi.

Bizde çalışanı, görevini aksatmadan yapanı mutlaka cezalandırırlar.

25 Ağustos 2023 Cuma

Hayır kurumu olarak kurulan vakıflar ve hırsızlığa kılıf olarak kurulan vakıflar.

 Bir televizyon kanalında vakıflarla ilgili bir program yapılıyor.

Alttaki antet şöyle: Türkiye'de İslami değerlere ve vakıflara düşman bir kitle var.

Tamamen art niyetle söylenmiş bir söz ve gerçekleri tam yansıtmıyor.

Vakıf nedir?

Bir grup insan bir araya gelip bir yapı kurar.

Bu yapı, kuruluş amacına uygun olarak faaliyet gösterir.

Yapının gelirleri de kurucuların vakfettiği para veya mülklerden karşılanır.

Bu tür vakıflara hiç kimse karşı çıkmıyor.

Ama birileri vakıf adı altında bir teşkilat kurup, devletten veya belediyelerden milyonlarca lirayı buraya akıtıyor ve bahse konu geliri kendilerine veya yandaşlarına akıtıyorsa, böyle bir kurum adı vakıf bile olsa hırsızlık teşkilatından başka bir şey değildir.

İnsanların karşı çıktığı vakıf budur.

Adı vakıf diye her kuruluşu hayır kurumu sanmamak lazım.

Vakıflar bu gün olduğu gibi geçmişte de hayır için kurulduğu gibi hırsızlık için de kurulmuştur.

Örneğin Ayanları ele alalım.

Devlet adına vergi toplayan bu şahıslar bir süre sonra bulundukları bölgelerdeki malları üzerlerine geçirmek için bir yol aramışlar.

Fakat Osmanlıda özel mülkiyet olmadığından bunu yapmaları mümkün olmamış.

Bunun üzerine, toprak düzeninin yasal zorunluluklarını baypas edip devlete ait toprakları üzerlerine geçirmek için bir yol aramış ve bulmuşlar.

Bu yol neymiş biliyor musunuz?

Vakıf kurmak.

Sistem şöyle işliyormuş.

Bir bölgedeki ayan bir vakıf kuruyormuş.

Vakfa da devlete ait işlenmeyen arazilerden binlerce dönümü kılıfına uydurarak vakfettiriyormuş.

"E ne var bunda? Sonuçta hayır işi." diyebilirsiniz.

Kazın ayağı öyle değil.

Bu ayanlar, vakıfların mütevelli heyetlerine kardeşlerini ve çocuklarını koyuyor, tüzüğünü (nizamnamesini) de vakfın tüm gelirini kendi ailelerine aktaracak şekilde yazıyorlarmış.

Böylece tapu olmadan devletin topraklarını üzerlerine geçiriyorlarmış.

Hem de yasaya uydurarak.

Türkiye'de doktora yapan bir Japon tarafından Karaosmanoğluları hakkında yazılan kitabı okumanızı ve devlet arazilerine nasıl konulduğunu görmenizi tavsiye ederim.

Günümüzde de durum pek değişmedi.

Bazı vakıflar hayır kurumu, bazıları da hırsızlığı yasal kılıfa sokmak için kullanılan suç organizasyonu.

Hangi vakfın hangi gruba girdiğini anlamak da gayet kolay.

Eğer vakfın gelir kaynaklarını kurucuları vakfetmiş ve gelir onlara değil kuruluş amacına göre harcanıyorsa hayır kurumudur.

Eğer vakıf, kurucularının vakfettiği kaynaklarla değil devlet veya belediye imkanları ile kurulmuş, mütevelli heyeti belli bir gruba mensup insanlardan oluşuyor ve gelirler hayır için değil yandaşlara peşkeş için harcanıyorsa, o vakıf değil, yasal görünümlü suç örgütüdür.

Türkiye nitelikli insan gücünü kaybediyor.

Kanada nitelikli insanlara eğer turist vizesiyle ülkeye girseler bile is bulurlarsa çalışma izni vermeye başlamış.

Aranan insanlar genellikle ara eleman, nitelikli isçi, teknisyen ve mühendislermiş.

Bunu duyan Türkler akın akın Kanada'ya gidiyormuş.

Nitelikli insanlarımızı dışarıya kapatıyoruz.

Onların yerine niteliksiz göçmenleri ülkemize alıyoruz.

Sonra çoban bulamıyorduk, Afganlılar sayesinde koyunlarımıza çoban buluyoruz diye abuk subuk konuşanlar çıkıyor.

Hatta bir bakan bile babasının yasadışı göçmenleri çoban olarak çalıştırdığını söyledi.

Bir bakan, suçu önlemesi gereken en baştaki kişilerden biri, babasının suç işlediğini söyledi.

Sırf yasadışı göçmenleri savunmak için.

Ama, sanayiden inşaata kadar birçok alanda kıtlığı çekilen kendi nitelikli insan gücümüzün ülke dışına gitmesini umursamıyor.


22 Ağustos 2023 Salı

Demokratik rejimler mi yoksa otoriter rejimler mi daha hızlı kalkınır?

Bu gün oldukça kalkınmış olan bazı Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri az veya çok otoriter rejimler tarafından kuruldu ve yönetildi. 

Daha önce Batı'nın demokratik oluşu ve ekonomik olarak kalkınmış oluşu birbirinin sonucu olarak görülüyordu. 

Yani bir ülkenin kalkınabilmesi için demokratik olması gerektiğine dair yaygın bir inanç vardı.

Fakat daha sonra, bazı Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri ve özellikle de Güney Kore'nin çok hızlı kalkınması sonucu demokrasi ve kalkınma ilişkisi sorgulanmaya başladı. 

Son zamanlarda Çin'in inanılmaz yükselişi, bu tartışmaları daha da artırdı. 

Ahlaki olarak çürümemiş, liyakati ön planda tutan, merkezi planlamayı esas alan ama kapitalist bir ekonomi uygulayan otoriter rejime sahip ülkelerin demokratik ülkelere göre daha hızlı kalkındığını iddia edenler ortaya çıktı. 

Ama öte yandan ekonomik kalkınma mı insani/demokratik gelişme mi önemli sorusu da ortaya çıktı.

Bence her kültür kendi modelini uygularsa başarılı olur. 

Her ülke için uygun olan değişmez bir model yoktur.

Bir ülkede basari sağlayan bir uygulama aynen uygulandığında başka bir ülkede başarısız olabilir. 

Dahası, her model her ülkede uygulanamayabilir. 

Bu sadece ekonomide değil savaşlarda bile böyle. 

Örneğin Hindistan bağımsızlığını Hint kültürüne uyan pasifist bir mücadele ile kazanırken savasci bir kültüre sahip olan biz Türkler bağımsızlığımızı savaşarak kazandık.

9 Ağustos 2023 Çarşamba

Bu kış gıda kıtlığı yaşanabilir.

 Rusya, Ukrayna'nın Romanya sınırına yakın bölgesinde bulunan bir buğday silosunu vurdu. Ukrayna yüzbinlerce ton buğdayın zayi olduğunu açıkladı.

Rusya, Türkiye aracılığı ile kabul ettiği ve Rusya ile Ukrayna'dan tahıl ihracına izin veren anlaşmanın süresini uzatmayı reddetti.

Bu hafta Türkiye'de bir buğday silosunda meydana gelen patlamada büyük miktarda tahıl zayi oldu.

Bu yıl Ege Bölgesi'nde tam çiçekler tohur tutacağı sırada yağan yoğun yağmur sebebiyle zeytin ağaçları çiçeklerini döktü. Gördüğüm kadarıyla bu sene zeytin rekoltesinde ve buna bağlı olarak zeytinyağı rekoltesinde çok keskin bir düşüş yaşanacak.

Yine gördüğüm kadarıyla iklimdeki istikrarsızlık sebebiyle Ege Bölgesi'nde domates tarlalarında verim çok düşük çıkacak gibi görünüyor. Kurutmalık domates yapan yok gibi.

Gerek Ukrayna Savaşı, gerek küresel iklim değişikliği sebebiyle bu kış gıda kıtlığı yaşanması muhtemel gibi görünüyor.

En azından gıda fiyatlarında enflasyonun çok büyük olacağı kesin gibi.

Zeytin yağı şimdiden 350 liraya çıktı. 

Allah yardımcımız olsun.

30 Mayıs 2020 Cumartesi

Korona Salgını Sonrası'nda Herşey Değişecek mi?

Internet ortaminda gordugum kadariyla bazi akademisyenler ve politikacilar da dahil bircok kisi salgindan sonra dunyanin degisecegini ve yeni bir dunya kurulacagini yaziyor. Bu iddialara iki itirazim var. Birincisi degisimin salgindan sonra meydana gelecegi onermesine. Sanki salgin sirasinda her sey degismemis gibi dusunmek bana sacma geliyor. Salgin oncesini goz onune getirin. 3/4 aydir hersey degismedi mi? Tum dunya evlerine kapandi mesela. Saglik ve tarim en onemli sektor oldu simdiden. Dukkanlar ve kafeler kapandi ama internet uzerinden ve telefonla alisveris patladi. Market zincirleri karlari patlama yapti. Suriye'de savas durdu. Çin basta olmak uzere bircok bolgede hava kirliligi azaldi. Toplu tasima sistemi coktu. Herkes kendi arabasini kullaniyor. Savasları dualariyla kazandiran, duai veya okunmus su vb. ile hastalari iyilestiren tarikat liderleri salgin konusunda fetva vermeye doktorlar yetkili dedi. Bunlardan biri omreye gidenleri ve camilerin gec kapatilmasini elestirdi. Uzatmaya gerek yok. Zaten hersey degisiyor. Degisim salgin sonrasinda ortaya cikacak bir sey degil, surekli bir olay. Bir filozofun dedigi gibi degisim kanunu disinda her sey her an degisiyor. Bahsettigi degisim kanunu da; "Her sey degismeye mahkumdur." cumlesinden olusuyor. Gelelim ikinci itirazima. Her sey degisse bile daha once hic gormedigimiz bir dunya ortaya cikmayacak. Degisim surekli olduguna gore yarin sadece bugunun yeni bir safhaya evrilmesi olacak. Yarin da evlerde yasayacagiz. Arabalara binecegiz. Yani bu gun var olan hersey yarin da varolacak. Degisim hic gormedigimiz bir dunyaya uyanmak gibi olmayacak. Kelimenin anlamindan da anlasilacagi gibi sadece varolan seyler degisecek. Hic varolmayan seyler olmayacak. Ustelik degisimin daha iyi olacagini dusunenler de, daha kotu olacagini dusunenler de yaniliyor. Hayat ongörülemez bir karmaşadan ibarettir. Yarinin nasil olacagini ongormek mumkun degildir. Gozle gorulmeyecek kadar kucuk bir virusun kendi yapisi icinde hic de onemli olmayan bir mutasyonu (degisimi) tum dunyayi bir anda degistirdigine gore hayata ve evrene bir duzen degil kaos hakim demektir. Bu yuzden hayal aleminde yasamanin manasi yok. Degisime adapte olarak yasamaya devam edecegiz. Buyuk devrimler degil kucuk kucuk cok sayida evrim (adaptasyon) sayesinde hayatta kalacagiz. Ayni salginda oldugu gibi. Bu gun insanoglu uzaya gidecek kadar yuksek bir teknolojiye ulasti ama hayatta kalmak icin yapabildigimiz tek sey üç kuruşluk alalade bir maske takmak ve evde oturmaktan ibaret.

27 Ekim 2017 Cuma

İktidar ve İktidarsızlık

Türklerde İktidar ve İktidarsızlığın Sebepleri: Arkan sağlamsa güç kazanır, arkana dikkat etmezsen sırtından bıçaklanırsın.

     Türk tarihinin başlangıcından beri Türk devletlerinde iktidar olgusu, her zaman diğer devletlere göre oldukça farklı olmuştur. Örneğin Türk İmparatorluklarının ilki olan Hun imparatorluğunun büyük hakanı Mete, yaptığı bir askeri darbe ile babasını kendi askerlerine oklatıp öldürterek iktidara gelmiştir. Okuduğum kaynaklar, darbenin ortaya çıkması ve halk tarafından kabul görmesinin temelinde Mete’nin babasının Çinli genç karısıyla oldukça iyi vakit geçirirken ülkede ekonominin giderek bozulması ve Hunların ekonomik, siyasi ve kültürel olarak Çin’in bir sömürgesi haline gelmeye başlamasıdır diye yazıyorlar. Ayrıca Hunların arasına; başta din adamı, danışman ve tüccarlar olmak üzere çok sayıda Çinli göçmen de gelmiş. Bu durum da doğal olarak halkta ve seçkinlerde bir rahatsızlık yaratmış.
     Peki, kimdi bu darbeyi yapanlar? Neden darbe yapmışlardır? Darbeyi planlayanların en başında gelen kişi Mete’nin kendisidir. Çünkü babası, genç bir Çinli kadınla evlenince o kadından olan oğlunu veliaht ilan edeceği dedikoduları ortalıkta dolaşmaya başlamıştır. Bu durum Mete’nin gelecekteki hakanlığının ortadan kalkması demektir. Bu sebeple Mete, babasına karşı harekete geçmeye karar vermiş ve kendisi gibi bu durumdan mağdur olanları hemen çevresine toplayabilmiştir. Ülkeyi Çinlileştiren ve ekonomiyi umursamayan babasını halk satmakta bir mahzur görmemiş ve Mete ve adamlarını desteklemiştir.
     Diğer Türk devlet ve imparatorluklarındaki iktidarlar da genellikle iç sorunlardan dolayı ortadan kalkmış ve bu iktidarı, daima, iktidara en yakın olan kişiler ortadan kaldırmıştır.  Mesela Hindistan’da kurulan Delhi Sultanlığı gibi Türk devletlerinin hakanlarının neredeyse yarısından fazlası, orduyu ve seçkin sınıfları yanına alan kendi çocukları tarafından tahttan indirilmiştir. Bu durum diğer Türk devletlerinde de değişmemiştir. Timur, ordu komutanı olduğu hanı ekarte edip yerine geçmiş, Memluk Türk devletleri kurulurken iktidardaki kişi daima kendine en yakın ordu komutanları tarafından iktidardan indirilmiştir. Bu durum Yavuz Sultan Selim’in babasını tahttan indirmesinde de görülmektedir.
   Buradan da şu sonuç çıkmaktadır. Türk devletlerinde iktidar olanlar en fazla kendi yakın çevrelerine, özellikle de kendilerine en yakın olup zaman içinde bu konumunu kaybedenlere veya kaybetme endişesi yaşayanlara dikkat etmelidir. Buna en çok dikkat etmeleri gereken zaman ise ülkede istikrarın ve ekonominin bozulduğu dönemlerdir. Ekonomik sıkıntıların en önemlisi ise develüasyon ve enflasyondur. Çünkü başarılı olan bütün askeri darbelerde, isyanlarda ve saray darbelerinde esas sebebin, paranın değer kaybı ve buna bağlı olarak hayat pahalılığı olduğu görülmektedir. Bu iki husus olmadığında da zaman zaman darbe veya isyan girişimleri olmuş ancak bunlar pek başarılı olamamışlardır. Demek ki Türk devletlerinde iktidarda olanlar, en yakınlarındakilere ve özellikle de artık eski konumlarını kaybetmiş olanlara enflasyon ve devalüasyon olduğu dönemlerde çok daha fazla dikkat etmelidirler.
     Bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan iktidar değişikliklerinde de açıkça görülmektedir. İmparatorluğun en heybetli padişahı olan Kanuni devrinde bile, ekonomik sorunlar ve özellikle de paranın değer kaybı sebebiyle birçok isyan ortaya çıkmıştır. Anadolu isyanlardan yangın yerine dönmüştür. Bu şartlarda iktidarının güvende olmadığını anladığından olsa gerek, Kanuni ancak kendi çocuklarını boğdurarak iktidarını devam ettirebilmiştir.
   Ancak her padişah onun kadar hırslı ve dirayetli olamamış ve bunun sonucunda Osmanlı Sultanlarının üçte biri askeri müdahaleler sonucu tahttan indirilmiştir. Görünürde başka birçok sebep olduğu ileri sürülse de gerçekte bu iktidar değişikliklerine daima; ekonomik darboğazlar, paranın değer kaybetmesi, yoğun göçlerin yarattığı problemler, yönetimde ortaya çıkan yolsuzluklar ve baskılar, kaybedilen savaşlar, doğal afetlerin yarattığı yıkımlar, başkentte ortaya çıkan yiyecek sıkıntısı vb. hususlar uygun ortam hazırlamıştır. Ama iktidar değişikliklerinde enflasyon ve devalüasyon hep temel itici güç olmuştur. (Bu maddelerden şu anda sanırım bir tek büyük doğal afetimiz yok. İnşallah olmaz ama başkentte açlık dâhil diğerleri mevcut. Açlık sorununu herkes hissetmeyebilir ama hisseden bir kesim var ve bu kesim sayıca her geçen gün çoğalıyorlar. Nereden mi biliyorum? Geçen yıl Kızılay’a indiğimde her 10-15 dakikada bir, biri önümü kesip, ‘’açım, yardım edin’’ derken şu sıralarda bu 8-10 dakikaya düştü. Hele genellikle Collins mağazasının önünde veya metro girişinde duran bir kadın var, evlere şenlik. ‘’Vallahi billahi açım, açlıktan geberiyorum! Ölüyorum aaabi..’’  diye bağıra bağıra dileniyor hep. Bu gün yerinde yoktu. Başına bir şey filan gelmemiştir inşallah. Açlıktan öldüğünü sanmam, çünkü açım diye bağırsa da oldukça kilolu ve her geçen gün daha fazla kilo alıyor Biraz da saf bir kadın. Sanırım birileri onu dilendirip, para kazanıyor.)
     Ekonomik durum, özellikle de devalüasyon ve enflasyon iktidarlar için o kadar önemlidir ki ülkede istikrar bozulsa da ekonomi sağlamsa iktidarlar bu sorunun üstesinden gelebilmelerine rağmen enflasyon ve devalüasyon yüksek olduğunda aynı beceriyi hiçbir zaman gösterememişlerdir. Ekonomik bozulma iktidarı değiştirmeye, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Mesela İnönü 2. Dünya Savaşı’nı çok başarılı bir şekilde atlatmış olmasına rağmen insanların aklında çocuklarının savaşta ölmediği değil yiyecek karneleri ve gıda kıtlığı kalmış, bunun sonucunda da 1950 seçimlerinde iktidarı kaybetmiştir. Gerçi bu ona has bir durum değildir. İngiltere’yi savaştan zaferle çıkaran Chirchill de savaş sonrasında yapılan seçimlerde hezimete uğrayarak iktidardan düşmüştür. İnsanlar zafere değil, çektikleri ekonomik sıkıntılara göre oy vermişlerdir.
     Menderes, ilk iki döneminde boçlanmaya dayalı hızlı büyüme sayesinde hiçbir iktidar sorunu yaşamazken üçüncü döneminde dış borçları ödemede yaşanmaya başlayan sıkıntı, kuraklık sebebiyle tarım üretiminin düşmesi gibi sebepler sonucu kendi partisi içindeki kişilerle bile sorun yaşamaya başlamış ancak durumu doğru olarak idrak edip uygun önlemleri almadığı için bir askeri darbeyle iktidardan düşmüştür.
     İnceleyenler, 1970 muhtırası ve 1980 darbesi öncesinde de yine enflasyon ve develüasyonun çıldırmış durumda olduğunu göreceklerdir. Bu durum aynı dönemde sadece darbelere değil, seçimlerde sandığa da yansımıştır. Ecevit ne zaman iktidara gelse darboğazlar, enflasyon ve devalüasyon sebebiyle iktidarı kaybetmiştir. 1980 sonrasında da bu durum devem etmiş ve Özal’ın ANAP’ı ekonominin bozulması sebebiyle erimiştir.
    Çiller’in ve Erbakan’ın iktidarlarının sona ermesinin altında da esas olarak enflasyon ve devalüasyon vardır. Ecevit-Bahçeli ve Yılmaz hükümeti de ekonomik krizle yıkılmıştır. Bu üç parti ekonomik bozguna paralel olarak seçimlerde de bozguna uğramış ve bunlardan DSP ve ANAP bu seçimlerde neredeyse tarihten silinmişlerdir. İlginç bir şekilde bu dönemde yine Ecevit’e ilk darbeyi, aynı eski Türk devletlerinde olduğu gibi, oğlum dediği söylenen kişi ve ABD’den apar topar getirtip bakan yaptığı kişi vurmuştur.
   Tüm bunlar göstermektedir ki bu ülke, siyasi ve sosyal istikrarsızlıkları bile bir yere kadar kaldırmaktadır ama ekonomik istikrarsızlık durumunda hükumetlere tahammül edememektedir. Bu durumda ilk önce iktidarda olanların en yakınındaki kişiler iktidara darbe vurmak için muhalefetle yarış halinde davranmaktadır.
   Enflasyon ve devalüasyondan sonra iktidarların devrilmesine sebep olan ikinci şey de göç olgusudur. İç göç ve dışarıdan ülkeye yapılan kitlesel göçler her zaman iktidarların sonunu hazırlayan bir faktör olmuştur. Balkan Savaşı’ndan sonra savaştan kaçanların yarattığı travma sebebiyle iktidar darbeyle yıkılmış, DP döneminde köyden kente göçün yarattığı sorunlar hükümetin yıkılmasına katkıda bulunmuş, 1990’lı yıllardaki doğudan batıya göç muhtemelen dönemin hükümetlerini zorlayan bir husus olmuştur.  Bu söylediklerimi pek makul bulmayanlar olabilir ama onlara göçün ne kadar yıkıcı bir etkisi olduğunu şu basit örnekle gösterebilirim. Orta Asya’da ve Doğu Avrupa’da bazı göçebe kavimlerin, canları sıkılıp tası tarağı toplayarak Batı’ya doğru göç etmesi Avrupa düzenini çok uzun bir süre allak bullak etmeye yetmiş ve hatta bu göç hareketi dünya üzerinde kurulmuş en büyük imparatorluklardan biri olan Roma İmparatorluğu’nu yıkmıştır.
   Şimdi bu yazıyı okuyanlardan bazıları; ‘’Bu kadar şeyi niye anlatıyorsun?’’ diye soruyor olabilir. Anlatayım. Bu gün biraz dolaştım. Bazı iş yerlerindeki tanıdıklarıma ve bazı bankalara uğradım. İş yerlerindekilerin tamamı ağır bir ekonomik sorun yaşandığını ve işlerin zor olduğunu söylediler. Bankacılar ise daha da moral bozucu şeyler anlattılar. Söylediklerine göre dolar çıldırmış. Yukarıya doğru hızla çıkıyormuş. Ama bu bile iyi günlerimizmiş. Ocak ayında, doların resmen patlayacağına dair kuvvetli bir beklenti varmış.
  Tabi bu duyduklarım beni çok üzdü. Ülke insanı gibi kendim de ekonomik sıkıntılarla karşılaşabileceğim için açıkçası endişelendim. Ama açıkçası kendime çok ta dert etmedim. Ben ekonomik bir çöküş durumunda biraz sıkıntı yaşasam da, mevcut konumumda pek fazla değişiklik olmaz diye düşünüyorum. Sonuçta şimdi de emekli bir adamım, o zaman da bu durumun değişeceğini sanmıyorum. Yani benim çocukların darbe, seçim veya referandum yapıp benim emekli konumumu elimden alacaklarını sanmıyorum.
   Ancak, eğer ben iktidarda olan biri olsaydım çok fazla endişe eder ve hemen etrafıma daha dikkatli bakmaya başlardım. Çünkü Türk tarihinde iktidarları düşüren her şey bu gün var. Göç sorunu desek etraf Suriyelilerden geçilmiyor. Enflasyon desek, hükümet her yıl enflasyonu düşük göstermek için endeksi değiştirse bile, haftalık gıda alışverişimden enflasyonun resmi rakamların en az iki katı olduğunu biliyorum. İstikrasızlık desek, memleket korku tünelinden daha heyecanlı. Bir gün bir yerde bomba patlıyor, ertesi gün doğudan şehit haberi, bir başka gün yüzlerce memura operasyon yapılıyor. Hatta olmayacak zamanda ve olmayacak saatte darbeler bile yapılıyor.
    Aynı durum dış dünya ile ilişkilerimizde de görülüyor. Hükümetimiz her gün bir başkası ile kanlı bıçaklı veya kanka oluyor. Bir gün ABD’nin büyük Ortadoğu projesinin taşeronu, ertesi gün bir bakıyorsunuz İsrail’e ‘’one minute’’ deyip Arap aşığı olmuşlar ve İslam birliğinden ve Türkiye’nin bu birliğin lideri olacağından dem vuruyorlar. Bir sonraki gün ise Arapların yarısıyla kavga edip İsrail ile can ciğer kuzu sarması durumları. Ama bu da uzun sürmüyor ve hemen ABD’nin kucağından kalkıp Rus’un kucağına oturma çabası içine giriliyor, Rus uçağı askerlerimizi bombalayınca da birden bire Turan ülküsü hatırlanıyor.  Bu, daldan dala konma manevraları şimdiye kadar durumu idare etmiş olabilir, ama şimdi durum çok daha vahim. İktidar düşürenlerin en acımasızı olan, paranın değer kaybı yani devalüasyon her geçen gün hızla büyüyen bir canavara dönmek üzere. Avrupa ve ABD’nin de bunu daha da kötüleştirmek için bize ekonomik manipülasyonlar yapmaya başladıkları konuşuluyor. Bir de Trump’un başkanlık görevini Obama’dan aldıktan sonrası için yapılan kâbus gibi senaryolar var. Trump gelir gelmez dolar yarış atı gibi şaha kalkacak diyorlar.
     Bir iktidar her şeye rağmen ayakta kalabilir ama bu canavarın büyümesini durduramazsa iktidarda kalamaz. Böyle bir durumda bırakın masa örtüsüyle sokağa çıkıp bu yola kefenle çıktık diyen maskaraları, iktidara en yakın kişiler bile terk ediverir treni birden bire. Hatta iktidarda olanlar, genellikle ilk darbeyi en yakınlarından yer.
    Zaten ben hayatım boyunca yabancılardan kimseye zarar geldiğini de görmedim. Her ağacın kurdu kendi içinde yaşar. Onun için ben iktidarda olsam etrafıma çok dikkat ederdim. Özellikle de bir zamanlar bana çok yakın olup eski konumunu kaybemiş ve şimdi biraz uzaklaşmış olanlara.

Saygılar sunarım.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

12 Eylül 2014 Cuma

Telefon bankacılığı mı, yoksa telefonda işkence mi?


Bir ay kadar önce kullandığım banka kartlarından birini kaybettim. Hemen bankanın ilgili telefonunu arayarak durumu bildirdim. Bana yeni kartımın adresime gönderileceğini söylediler. Ben; tatilde olduğumu, eve Ağustos sonunda döneceğimi bildirdim ama bir şey söylemediler.
Söylediğim gibi eve Ağustos sonunda döndüm. Yolda olduğum sırada cep telefonumdan beni tanımadığım bir numara aramış. Eve gelip cevapsız aramayı görünce acil birşey için biri aramış olabilir diye bu numarayı aradım. Telefona çıkan kişi; gece vakti aradığım için kısa bir fırça çektikten sonra kendisinin kurye olduğunu ve banka kartımı belirtilen adrese getirdiğini ancak o adreste artık oturmadığımı öğrendiğini, bu sebeple aradığını söyledi. Bunun üzerine kendisine yeni adresimi yazdırdım.
Fakat kart yine gelmedi. Bunun yerine bankadan; yeni adresimi bir baka şubesine giderek veya internetten değiştirmemi bildiren bir mesaj aldım. Bu sırada para çekmek için bankaya gidiyordum. Bankaya gidince şubedeki memura adres değişikliğini yaptırdım. Ancak kartım yine gelmedi. Bunun üzerine bankanın numarasını aradım. Yaklaşık 10 dakika bekledikten sonra biri karşıma çıktı. Durumu anlatınca beni başka bir görevliye yönlendireceğini söyledi. Bunun üzerine ben yine telefonda beklemeye başladım.
Tüm görevlilerin meşgul olduğunu ve lütfen beklememi söyleyen ve bunu her 45 saniyede bir tekrarlayan bir duyuru ile müzik dinlemeye başladım. 10 dakika, 15 dakika derken daha fazla beklemeye başladım.
Okadar uzun süre bekledim ki artık dinlediğim müzikten kulağım çınlamaya ve kulak bölgem ısınmaya başladı. Ama ben yılmayıp beklemeye devam ettim. 45 dakika geçtikten sonra telefonu diğer kulağımı da kullanarak nöbetleşe dinlemeyi akıl ettim. Ama ne fayda. Görevlilerin telefonları bir türlü boşalıp benimle konuşmadılar. Ama inat edip dinlemeye devam ettim. O kadar bekledim ki telefonun şarjı bitti.
Telefonu şarja koyup kurye şirketini aradım. Beni elektronik bir mesaj sesi karşıladı ve bir internet sitesine yönlendirdi. Bilgisayarı açıp bu siteye bağlandım. Ama burada, adresimin değişmesi gerektiği ve bunun için banka şubesine gitmeyi veya internet bankacılığı vasıtasıyla adresi değiştirmem gerektiğinden başka bir şey yazmıyordu. Bu siteye durumu anlatan, bankadaki hesabımı kapatacağımı ve bunun sorumluluğunun telefon bankacılığı ile kurye hizmetinin yetersizliğinden kaynaklandığını bankaya bildireceğimi belirten bir mesaj attım.
Sonra da internet bankacılığından hesabıma girerek orada yazan tüm eski adreslerimi sildim. Yeni adresimi iki defa yazdım.
İlginçtir uzun süredir gelmeyen kartım hemen ertesi gün geldi.
Şimdi merak ediyorum. Bu telefon bakacılığı ne işe yarıyor. Bir email ve bir internet işlemi ile bu kadar kolay halledilebilen bu iş telefon kullanınca neden bir işkenceye dönüşüyor. Eğer bunu düzeltemiyorlarsa bu hizmeti kapatmaları daha iyi değil mi?
Herhangi bir bankacılık işlemi için telefon bankacılığı kullanmayı düşünüyorsanız hemen vazgeçin. Sanki tam siz aradığınız anda bütün Türkiye bu numaraları arıyor ve size bir türlü sıra gelmiyor. En iyisi internet ama telefon etmektense bir şubeye gidip sıra beklemek bile daha iyi.
Hiç olmazsa sağlığınız bozulmaz.

Saygılarımla.

10 Haziran 2014 Salı

Türkiye'nin en büyük dolandırıcılık şebekeleri....Hem de yasal olarak faaliyet gösteriyorlar.


Lafı hiç dolandırmadan söyleyeyim.
Türkiyenin en büyük dolandırıcılık şebekeleri bankalardır.


İnanmayan varsa bunu bir örnekle açıklayayım.
Mesela bankadan 10.000 TL. kredi çekeceksiniz.
Bankanın size söylediği faiz oranı da farz edelim %1.02 olsun.
Bakıyorsunuz diğer bankalara, düşük bir faiz oranı gibi geliyor ve çekmeye karar veriyorsunuz.

Ama o da ne?!....
Banka sizden 250 TL dosya masrafı kesiyor.
Ne dosyasıymış bu böyle?
Altın suyuna batırılmış kağıt mı kullanıyorsunuz?
Diye soruyorsunuz....
Cevap: Beyefendi prosedür böyle....

Tam hadi neyse diyeceksiniz kiiiii....
Bankacı hemen ilave ediyor: 250 TL de hayat sigortası var!

Haydaaa....
10.000 TL oldu mu 9.500 TL.

Faiz diye ödediğiniz parayı 9.500 TL üzerinden hesaplayınca faiz 1.073'e çıkıyor siz farkına varmadan.

Sonra da son darbeyi vuruyor banka memuru: Eğer 2 adet faturayı bizim banka üzerinden ödemezseniz aylık 10. TL civarında hesap işletim ücreti kesilecek.....

Kardeşim bana ne hesap işletim ücretinden!....
Hesap açma bana öyleyse!....
Böylece işletmek zorunda kalmazsın o hesabı.
Ben de her ay parayı getirip elden öderim.

Ama olmaaaaz.
Prosedür böyle.....

4 yıl için çektiyseniz parayı eğer, hesap işletim ücreti de 4 yılda 400 TL civarında.
Bunu da çıkarın ana paradan...
9.100 TL kalıyor elinizde.
Bu paraya göre ödeyeceğin fazi de otomatik olarak yükseliyor.
Çünkü sen 10.000 TL. üzerinden fazi öderken eline geçen 9.100 TL.

Şimdi de toplam kesintilere faiz açısından bir daha bakalım.
900 TL kesinti, 10. 000 TL olarak çektiğiniz paranın yüzde kaçı?
%9'u değil mi?
Yani banka sizden %5'i peşin %4'ü taksitle toplam %9 para kesiyor.
Bunun adı da faiz değil ya sen de yiyorsun.

Şimdi tekrar hesaplayalım.
Banka parayı çekerken %5 para kesiyor.
Sonra aylara bölünmüş olarak ödenecek şekilde paranın %4'ünü daha kesiyor.
%1.02 diye seni aldatarak çaktırmadan aylık %1.073 fazi kesiyor.
Aylık %1.073 fail yıl bazında %12.9 civarında yapıyor.

Bileşik faiz hesaplarına hiç girmeden kabaca hesaplayalım.
 %1.073+%5+%4+%12.8=Yıllık bazda toplam ödediğiniz faiz %22.87 (Halbuki siz %12.8 faiz ödediğinizi sanıyorsunuz.)
Bunu kabaca aylara bölersek sonuç %1.9 dan fazla. Yani siz aylık bazda %1.02 faiz ödediğinizi sanırken aslında %2 civarında faiz ödüyorsunuz.

Bu rakamlar aslında daha yüksek çıkar.
Biz burada kabaca bir hesaplama yaptık.

Şimdi size soruyorum...

Peki bu sahtekarlık değilde nedir?
Bu dolandırıcılık değil de nedir?
Faiz oranları çok düştü diyerek halka yalan söylemek yani yalancılık değil de nedir?

Ben İngiltere'de bir süre yaşadım.
Orada da bankadan kredi çektim.
Benden ne hesap işletim ücreti aldılar, ne de dosya masrafı....

Eğer bu konuda uluslararası bir bankacılık kuralı olsa para düşkünü İngilizler bu paraları kesinlikle alırdı.

Demek ki sadece bizim bankalarımız, aynı politikacılarımız gibi, bizim halkımızı keriz yerine koymayı kendilerinde bir hak görüyorlar..

 Milletin gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar...

Açıkçası milleti dolandırıyorlar.....

Hem de yasal olarak....

Politikacılar ne yapıyor?

Ses çıkarmıyorlar...

Çünkü milleti uyandırmaya gelmez...

Sonra bunlar kendi sahtekarlıklarının da farkına varabilir...

Peki ne yapılabilir?

Bankadan para çekmek çoğu insan için mecburiyet durumunda...

Malum borç harç gırtlağa kadar...

Ben diyorum ki ülke çapında bir protesto bu işi çözer....

Örneğin 3 ay boyunca Türkiye'de hiç kimse kredi borcunu ödemesin...

Veya bu bankaların haksız kesintilerini son taksit geldiğinde oradan kesip ödemesin...

Bankalar bununla kesinlikle başa çıkamaz ve dolandırıcılıktan vazgeçerler...

Herkesi mahkemeye verecek değiller ya...

Veren banka olursa herkes o bankadaki hesabını kapatsın...

Unutmayalım...

Bizim bankalara muhtaç olduğumuz kadar bankalar da bize muhtaç...

Hatta daha fazla.

Çünkü insan kendini sıkarsa banka olmadan yaşayabilir...

Ama bankalar biz olmadan yaşayamazlar....

Bunu okuyan herkes yayılmasına da aracılık ederse eğer, en azından bir kamuoyu oluşur bu konuda...

Şimdiden teşekkürler...

Saygılar sunarım...

10.06.2014

23 Kasım 2013 Cumartesi

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD).


Henüz vakit varken.

Zaman zaman dünyanın değişik yerlerinde meydana gelen tren kazaları haberlerine çeşitli basın organlarında rastlamaktayız. Bu haberleri gören herkes bilir ki bu kazalar oldukça üzücü sonuçlar doğurmaktadır. Toplu taşıma araçları olan trenler, aynı anda yüzlerce, hatta binlerce kişiyi taşıdığından, büyük kazalar da genellikle çok büyük miktarlarda ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanmaktadır.  
Ancak, bu olumsuz duruma rağmen tren yine de en emniyetli ulaşım araçlarından biridir. Kendine tahsis edilen hatlarda, demir raylar üzerinde hareket eden tren; bu yol kara yolları gibi birçok araç ve sürücü tarafından kullanılmadığı için, karşılıklı çarpışmadan meydana gelen kazalarla çok nadiren karşılaşır. Uçaklar gibi her türlü arıza kazalara sebep vermez. Ayrıca kaza durumunda uçaklardaki gibi yolcuların tümüne yakını hayatını kaybetmemekte ve orantısal olarak kurtulan insan sayısı her zaman çok yüksek olmaktadır.
Tren kazaları genellikle; sinyalizasyon sistemi, tiren rayları, tirenin fren sistemleri ve kullanıcı hataları gibi sebeplerle ortaya çıkmaktadır. Ancak trenler de, diğer ulaşım araçları gibi zaman zaman, yollardan kaynaklanan veya yola giren hayvanlardan kaynaklanan kazalarla da karşı karşıya gelebilmektedir.
Kendine ait bir yolda, kesin olarak belirlenmiş birçok kurala uygun olarak hareket eden trenler, bu özellikleri ile oldukça emniyetli vasıtalardırlar. Bu emniyet tedbirleri, gerek sinyalizasyon çalışmaları, gerek trenlerde meydana gelen teknolojik yenilikler ve gerekse diğer emniyet tedbirleri ile her geçen gün daha da desteklenmektedir.
Tren kazaları haberleri, verilen zayiatlar açısından ne kadar üzücü sonuçlara sebep veriyor görünse de, istatistikler incelendiğinde diğer ulaşım araçlarına göre tirenler aslında oldukça güvenlidirler. Çünkü trenler, yukarıda da saydığımız sebeplerle, çok nadir kaza yaparlar.
Elbette kazaları sıfıra indirmek mümkün değildir. Ancak, zaten çok emniyetli bir ulaşım aracı olan trenler yeni gelişmeler ve bunları uygulayarak alınacak tedbirlerle daha da geliştirilebilir ve kazalar en düşük seviyelere düşürülebilir.
Tren yollarında yaşanan tüm gelişmeler en kısa sürede ülkemizde de uygulanmaktadır. Ancak buna rağmen bazen ülkemizde de bazı tiren kazaları ortaya çıkabilmektedir. İşte bu kazalardan biri de geçenlerde Ankara-Eskişehir hattında meydana geldi. Ankara-Eskişehir seferini yapan Yüksek Hızlı Tiren (YHT) bir kuş sürüsüne çarptı. YHT (Yüksek Hızlı Tren)’nin ön kısmı telef olan kuşlar nedeniyle kana büründü. Ön kısmı zarar gören YHT, geldiği Eskişehir Garı’nda yolcularını indirdikten sonra bakıma alındı. Çok şükür ki herhangi bir ölüm veya yaralanma olayı meydana gelmemişti.
Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla; bu tür kuş sürülerine çarpma olayları bu hatta sık sık yaşanmaktadır. Ancak yine anlaşıldığı kadarıyla, şimdiye kadar herhangi bir tedbir de alınmamıştır. Yetkililerin bu konuyu acilen ele alıp etkili tedbirler alması gerekmektedir.
Bu tür, kuş sürüleri ile, mücadele yeni bir konu değildir. Hava alanlarında bu mücadele yıllardır yapılmaktadır. Devlet Demir Yolları yetkilileri bir an önce Devlet Hava Meydanları İşletmeleri ile görüşüp onların bilgi ve tecrübelerinden faydalanmalı, gereken tedbirler de vakit geçirmeden alınmalıdır.
Aksi takdirde, bu kazalardan meydana gelen ekonomik zararlar gibi bir gün insan zayiatları da ortaya çıkabilir. O zaman yapılacak bir müdahalenin bir faydası olmayacaktır. Henüz vakit varken DDY yetkililerini harekete geçmeye çağırıyorum.
Saygılar sunarım.
23.11.2013


                                                                                                 

11 Kasım 2013 Pazartesi

Çin ekonomisi nereye gidiyor?

2013’ün ikinci yarısının başlangıcında beri açıklanan raporlara göre Çin ekonomisinin sene başında tahmin edildiği gibi hızla büyümediği ortaya çıktı. Hem Uluslararası Para Fonu ve hemde Dünya Bankası Çin ekonomisine dair açıklamış oldukları belkentilerini düşürdüler. Bu yeni değerlendirmelerin, esas olarak Çin hazine bakanlığının yeni açıklamalarına dayandırıldığı söyleniyor. Bu açıklamalar, ekonomi çevrelerinde Çin’in yıl sonuna kadar, hedeflediği %8’lik büyüme oranına ulaşamayacağı yönünde şüphelerin oluşmasına sebep olmuş görünüyor.
Herkes Çin’in performans düşüklüğü için bir şeyler söylerken bir başka yorum da Çin hükümet yetkililerinden gedi. Hükümet sözcüsü olan Zeng Yusheng’e göre Çin; 2008 ekonomik krizinin devam eden etkileri sebebiyle ABD ve Avrupa’da talepte ortaya çıkan daralmanın sıkıntılarını çekmektedir. Bu şekilde azalan talep Çin ihracatında %3,1’lik biz azalmaya sebep olmuştur. Buna ek olarak alınan tüm tedbirlere rağmen iç tüketim artırmayınca ithalatta da % 0,7’lik bir azalma ortaya çıkmıştır. Bu sebeplerden dolayı Çin’in yıllık dış ticaret fazlası şimdiye kadar %14 azalarak 21,7 milyar dolara kadar düşmüştür.
Tüm bu anlatılanlardan Çin ekonomisinin bir duraksama yaşadığı sonucunu çıkaranlar olabilir.
Başkan Xi Jinping ve Çin yönetici elitinin Çin ekonomisinin aşırı büyümesini engellemek için dizginleri çektiği şeklinde bir değerlendirme de yapılabilir.  Böylece Çinli liderler; ülke ekonomisini, ihracat ağırlıklı büyümeden, iç tüketimi artırarak dengeli bir büyümeye doğru iterek ülkenin gelişim yörüngesini değiştirmeye çalışıyor olabilirler. Bu karar, ekonomiye ekstra likidite enjekte dtmekten kaçınan Çin Merkez Bankası’nın bu tavrı ile de desteklenmiş olabilir. Çin Merkez Bankası son zamanlarda; likidite artırımına karşı çıkmasına ilave olarak riskli ve disipline edilmemiş bankalar için de daha sıkı kurallar getirilmesi yönünde de adımlar atmıştı.

Başkan Xi Jinping ve yardımcılarının Çin ekonomisini dönüştürrüp dönüştüremeyeceklerini söyleyebilmek için henüz biraz erken. Ama Çin ekonomisinde köklü bir değişim olacağı yine de kaçınılmaz gibi görünüyor.

Saygılar sunarım.

18 Ekim 2013 Cuma

Milli helikopterimiz; Atak helikopteri o kadar da milli değilmiş.


Son günlerde gazetelerde dolaşan Defence News kaynaklı bir haber herkesin dikkatini çekmiştir.
Pakistan eskiyen taarruz helikopteri filosunu yenilemek için Türk yetkililerle temasa geçmiş.
Türkiye'de, daha yeni hayata geçen ve henüz kendi ordumuz için üretilen bu helikoptere yabancı bir ülkenin talip olmasından heyecenlanmış. Pakistan'a bu helikopteri satmak için görüşmeler falan yapılmış. Ama hiç beklenmedik bir sorun çıkmış ortaya.
Bu helikopterin motoru İngiliz-ABD ortak yapımı bir motor imiş. Bu sebeple bu motorun takılı olduğu helikopteri satmak için ABD izni gerekiyormuş. ABD ise bu izni henüz vermemiş.
Şimdi okuyanların çoğu da benim gibi aynı tepkiyi veriyordur sanırım: Hoppalaaaa!
E hani milli helikopterimizi yapmıştık.
Hani dış bağımlılıktan kurtulmuştuk.
Hani daha bağımsız bir duruma geliyorduk.
Demek ki bazı laflar sadece laf-ı güzafmış.
Öyle hemen milli helikopter yaptım diye bunu satamıyormuşuz.
Demek ki milli helikopter o kadar da milli değilmiş.
ABD; gerek siyasi, gerekse ekonomik nedenlerle bu konuda engel çıkarıyor.
Belki de kendi eski pazarlarına başka yeni üreticilerin girmesine engel olmaya çalışıyor.
Türkiye gözleri yolda kulakları telefonda ABD izni ni bekliyor.
Gelirse ilk satış yapılacak.
Hadi bakalım hayırlısı...

15 Ekim 2013 Salı

Çiftçilerle sohbetler: Çiftçilerin sorunları.


Bayram dolayısıyla memlekete geldiğim ilk gün köye gittim. Bir iki gün köyde kaldım. Köylülerimizle kahvede oturduğum bu süre içinde o kadar çok dert dinledim ki kendimi bu konuda bir şeyler yazmak zorunda hissettim.
Ege bölgesinde çiftçiler dertli. Hem de çooook dertli.
Bu yıl çekirdeksiz kuru üzüm rekoltesi çok düşük olmuş. Çiftçilerin çoğu geçen yıl aldığı ürün miktarının yarısını hasat edememiş. Ürün az olmasına rağmen ürün fiyatları da o kadar yüksek değilmiş. İki yıl önce kilosu dört bin liradan fazlaya satılan kuru üzüm, geçen yıl rekolte yüksek oldu bahanesiyle 3500 lira civarına düşmüş. Rekoltede azıcık bir artış fiyatları bu kadar düşürürken rekoltede neredeyse %50 oranında meydana gelen düşüş nedense aynı oranda fiyat artışına yansımamış.
Mısır fiyatları konusunda ise şikâyetler daha da fazla. İki yıl önce 620 kuruş olan mısır, geçen yıl 585 kuruşa, bu yıl ise 555 kuruşa düşmüş. Öte yandan girdi fiyatları ise olabildiğine artmış. Bu durum çiftçinin gelirlerini oldukça düşürmüş. Çiftçi geçim sıkıntısı çekiyor.
Bir örnekle açıklayalım.
Ege bölgesinde, çiftçilerin çoğunluğunun toprağı 50 dönümden azdır. İnsanlar bu topraklarından elde ettikleri ürünle bir yıl geçinirler. Genellikle başka gelirleri de yoktur.
Buna rağmen, elimde 60 dönüm toprağı olan, tanıdığım birinin, masraf ve gelir durumu hakkında kesin bilgiler olduğundan onun gelirini örnek alarak bir hesap yapacağım. Daha az toprağı olanların durumunu buna göre herkes kıyaslayabilir.
Bu çiftçi 60 dönüm arazisine mısır ekmiş. Toplam da 82 ton civarında ürün hasat etmiş. Bu ürününü kilogramı 555 kuruştan bir tüccara satmış. Bu fiyat üzerinden alması gereken para 45.000 TL civarında. Ama parayı almaya (ürünü teslim ettikten bir ay sonra parayı ödüyorlar) gittiğinde tüccar devletin alacağı vergiyi bu paradan kesmiş: 1000 lira civarında bir para.
Çiftçi 44 bin küsur lira parasını bankadan aldıktan sonra benzinliğe gidip harcadığı yıllık mazot parasını ödemiş: 3.400 TL. Buradan çıkan çiftçimiz tarım kooperatifine gidip yıllık gübre ve tohum parasını ödemiş:9.600 TL. Çiftçimiz buradan çıkıp damlama sulama için aldığı hortumların parasını ödemiş:2500 TL. Bu parayı verince sondajı çalıştırmak için yıl içinde harcadığı elektiriğin kaç para olduğunu çıkartmış: 3400 TL. Sonra da iki komşusu ile birlikte ortak oldukları sondajın kurulum masrafından kendi payına düşen taksiti ödemiş:3000 TL.
Harcadığı paradan sonra elinde kalan parayı hesaplayan çiftçimiz elinde 22 bin liradan biraz fazla para kaldığını görmüş. Elinde halen para varken 4-5 aydır sadece asgari tutarını ödediği kredi kartını kapatmaya karar vermiş. Bankaya gidip o ay 4.300 liraya ulaşan borcunu kapatmış.
Çiftçimizin eline 18 bin lira kadar bir para kalmış. Bundan sonra sağa sola olan borçlarını ödediğini anlatmayacağım. Bu çiftçinin traktör ve iş makinelerine ödediği bakım ve onarım masraflarını da anlatmayacağım.
Bu çiftçimiz bu parayla ikisi de öğrenci olan çocukları ile birlikte 4 kişilik ailesini bir yıl geçindirmek zorunda.
Bu yine de durumu nispeten iyi bir çiftçidir. Çoğu çiftçinin bu kadar tarlası yoktur. Onların durumunu artık siz düşünün.
Haa, bu arada hükümet bu çiftçiye 3000 TL ürün desteği vermektedir. Ancak bunu neredeyse bir sonraki senenin hasat zamanında verdiğinden çiftçi bu parayı üretim sürecinde peşin para olarak kullanamamaktadır. Bu sebeple üzerine bir de faiz yükü binmektedir. Sadece banka ve kredi kartı faizi değil. Benzinlikler dâhil herkes gariban çiftçiyi soyma yarışına girmiştir. Bir örnek vereyim ki daha iyi anlaşılsın. Benzinlikler mazota aylık %2 faiz uygulamaktadır. Türkiye’de tefeciler hariç hiçbir banka bu kadar yüksek faiz uygulamamaktadır.
Ziraat Bankası ‘’Çiftçi Kartı’’ uygulaması, Tarım Kredi Kooperatifleri 6 aylık faizsiz mazot satışı gibi uygulamalar çiftçiyi bu tefeci zihniyetli çakallardan koruyacak uygulamalardır. Ancak bu kartı ve uygulamayı birçok çiftçi kullanmamaktadır. Neden kullanmadıklarını sorduğumda; ’’Kart ücreti çok yüksek. Benim az tarlam var. Faizli mazot almak bana daha ucuza geliyor dediler.’’ Tabii ben durumu tam bilmiyorum. Ya iyi niyetli gibi görünen bu uygulamalarda bir aksaklık var veya çiftçi yeterince bilgi sahibi değil. Ama bir sorun olduğu kesin.
Peki, çiftçinin durumu neden böyle?
Bunu sorduğumda onlarca sebep söyleniyor. Bunlardan bazılarını kısaca sıralayalım.
*Ülkenin yıllık tarım ürünleri ihtiyaç miktarı ve buna göre çiftçinin ne üreteceği, devletçe planlanmadığı veya en azından yönlendirme yapılmadığı için çiftçi kendi kanaatine göre bir şey ekiyor. Bazen bu ekim tek bir bitkide yoğunlaşıyor. Rekolte çok yüksek olduğundan ürün para etmiyor.
*Mazot, tohum ve gübre fiyatları her yıl, aşırı derecede artıyor. Ama ürün fiyatları tam tersine düşüyor.
*Çiftçi örgütlü olmadığından tüccarın eline mahkûm oluyor. Tüccar da bunu bildiğinden çiftçileri sömürüyor.
*Devlet, hasattan hemen önce, yurt dışından o ürünün ithal edilmesini serbest bırakarak, kalitesiz ucuz ürün gelmesine göz yumuyor. Bu durumda ise fiyatlar suni olarak düşürüldüğünden çiftçi eziliyor.
*TMO, ürünlere daha yüksek fiyat vermesine rağmen, TMO’ya mal vermek oldukça zor. Ürünü teslim etmek için günlerce kuyrukta beklenebiliyor. Nem oranı vb. kesintiler ile gün başına kamyonculara ödenen paralar yüzünden fiyat yine aynı düzeye düşüyor. İnsanların yaşadığı stres ve çektiği sıkıntı da cabası.
*Sulama masrafları elektrik fiyatları yüzünden çok yüksek.
*Ürün destekleme fiyatları çok düşük.
*Devlet aylar sonra destekleme ödediği halde vergiyi peşin kesiyor.
*Çiftçi eski çiftçi değil.   Mesela kimse artık evinde hayvan beslemiyor, ekmek yapmıyor. Çiftçinin yaşam tarzı şehirliden sadece daha küçük yerlerde, yani köyde yaşaması dışında çok farklı değil. Çiftçi de artık şehirli gibi bir tüketici. Bu da masrafları artırıyor.
Yani özetlersek çiftçinin sorunları var.
Çiftçi durumdan memnun değil.
Gidişattan da umutlu değil.
Çiftçi her yede ağlıyor.
Çiftçi; sanayici, büyük hayvancılık şirketleri ve tüccar lehine ihmal edildiğini ve hatta ezildiğini düşünüyor.
Tarım Bakanlığı ve hükümet sanki bu sesleri duymuyor.
Sanırım önümüzdeki seçimlerde mecburen duyacaklar.
Çünkü, çiftçi; seçimlerde sandık başına gelince, bu sıkıntıları çok yüksek sesle haykıracak gibi görünüyor.

Saygılar sunarım.