Türklerde İktidar ve İktidarsızlığın Sebepleri: Arkan
sağlamsa güç kazanır, arkana dikkat etmezsen sırtından bıçaklanırsın.
Türk tarihinin başlangıcından beri Türk devletlerinde iktidar
olgusu, her zaman diğer devletlere göre oldukça farklı olmuştur. Örneğin Türk
İmparatorluklarının ilki olan Hun imparatorluğunun büyük hakanı Mete, yaptığı
bir askeri darbe ile babasını kendi askerlerine oklatıp öldürterek iktidara
gelmiştir. Okuduğum kaynaklar, darbenin ortaya çıkması ve halk tarafından kabul
görmesinin temelinde Mete’nin babasının Çinli genç karısıyla oldukça iyi vakit
geçirirken ülkede ekonominin giderek bozulması ve Hunların ekonomik, siyasi ve
kültürel olarak Çin’in bir sömürgesi haline gelmeye başlamasıdır diye
yazıyorlar. Ayrıca Hunların arasına; başta din adamı, danışman ve tüccarlar
olmak üzere çok sayıda Çinli göçmen de gelmiş. Bu durum da doğal olarak halkta
ve seçkinlerde bir rahatsızlık yaratmış.
Peki, kimdi bu darbeyi yapanlar? Neden
darbe yapmışlardır? Darbeyi planlayanların en başında gelen kişi Mete’nin
kendisidir. Çünkü babası, genç bir Çinli kadınla evlenince o kadından olan
oğlunu veliaht ilan edeceği dedikoduları ortalıkta dolaşmaya başlamıştır. Bu
durum Mete’nin gelecekteki hakanlığının ortadan kalkması demektir. Bu sebeple
Mete, babasına karşı harekete geçmeye karar vermiş ve kendisi gibi bu durumdan
mağdur olanları hemen çevresine toplayabilmiştir. Ülkeyi Çinlileştiren ve
ekonomiyi umursamayan babasını halk satmakta bir mahzur görmemiş ve Mete ve
adamlarını desteklemiştir.
Diğer Türk devlet ve
imparatorluklarındaki iktidarlar da genellikle iç sorunlardan dolayı ortadan
kalkmış ve bu iktidarı, daima, iktidara en yakın olan kişiler ortadan
kaldırmıştır. Mesela Hindistan’da
kurulan Delhi Sultanlığı gibi Türk devletlerinin hakanlarının neredeyse
yarısından fazlası, orduyu ve seçkin sınıfları yanına alan kendi çocukları
tarafından tahttan indirilmiştir. Bu durum diğer Türk devletlerinde de
değişmemiştir. Timur, ordu komutanı olduğu hanı ekarte edip yerine geçmiş, Memluk
Türk devletleri kurulurken iktidardaki kişi daima kendine en yakın ordu
komutanları tarafından iktidardan indirilmiştir. Bu durum Yavuz Sultan Selim’in
babasını tahttan indirmesinde de görülmektedir.
Buradan da şu sonuç çıkmaktadır.
Türk devletlerinde iktidar olanlar en fazla kendi yakın çevrelerine, özellikle
de kendilerine en yakın olup zaman içinde bu konumunu kaybedenlere veya
kaybetme endişesi yaşayanlara dikkat etmelidir. Buna en çok dikkat etmeleri
gereken zaman ise ülkede istikrarın ve ekonominin bozulduğu dönemlerdir.
Ekonomik sıkıntıların en önemlisi ise develüasyon ve enflasyondur. Çünkü başarılı
olan bütün askeri darbelerde, isyanlarda ve saray darbelerinde esas sebebin,
paranın değer kaybı ve buna bağlı olarak hayat pahalılığı olduğu görülmektedir.
Bu iki husus olmadığında da zaman zaman darbe veya isyan girişimleri olmuş
ancak bunlar pek başarılı olamamışlardır. Demek ki Türk devletlerinde iktidarda
olanlar, en yakınlarındakilere ve özellikle de artık eski konumlarını kaybetmiş
olanlara enflasyon ve devalüasyon olduğu dönemlerde çok daha fazla dikkat
etmelidirler.
Bu durum Osmanlı
İmparatorluğu’nda yaşanan iktidar değişikliklerinde de açıkça görülmektedir.
İmparatorluğun en heybetli padişahı olan Kanuni devrinde bile, ekonomik
sorunlar ve özellikle de paranın değer kaybı sebebiyle birçok isyan ortaya
çıkmıştır. Anadolu isyanlardan yangın yerine dönmüştür. Bu şartlarda
iktidarının güvende olmadığını anladığından olsa gerek, Kanuni ancak kendi
çocuklarını boğdurarak iktidarını devam ettirebilmiştir.
Ancak her padişah onun kadar
hırslı ve dirayetli olamamış ve bunun sonucunda Osmanlı Sultanlarının üçte biri
askeri müdahaleler sonucu tahttan indirilmiştir. Görünürde başka birçok sebep
olduğu ileri sürülse de gerçekte bu iktidar değişikliklerine daima; ekonomik
darboğazlar, paranın değer kaybetmesi, yoğun göçlerin yarattığı problemler,
yönetimde ortaya çıkan yolsuzluklar ve baskılar, kaybedilen savaşlar, doğal
afetlerin yarattığı yıkımlar, başkentte ortaya çıkan yiyecek sıkıntısı vb.
hususlar uygun ortam hazırlamıştır. Ama iktidar değişikliklerinde enflasyon ve
devalüasyon hep temel itici güç olmuştur.
(Bu maddelerden şu anda sanırım bir tek büyük doğal afetimiz
yok. İnşallah olmaz ama başkentte açlık dâhil diğerleri mevcut. Açlık sorununu
herkes hissetmeyebilir ama hisseden bir kesim var ve bu kesim sayıca her geçen gün
çoğalıyorlar. Nereden mi biliyorum? Geçen yıl Kızılay’a indiğimde her 10-15
dakikada bir, biri önümü kesip, ‘’açım, yardım edin’’ derken şu sıralarda bu
8-10 dakikaya düştü. Hele genellikle Collins mağazasının önünde veya metro
girişinde duran bir kadın var, evlere şenlik. ‘’Vallahi billahi açım, açlıktan
geberiyorum! Ölüyorum aaabi..’’ diye
bağıra bağıra dileniyor hep. Bu gün yerinde yoktu. Başına bir şey filan
gelmemiştir inşallah. Açlıktan öldüğünü sanmam, çünkü açım diye bağırsa da
oldukça kilolu ve her geçen gün daha fazla kilo alıyor Biraz da saf bir kadın.
Sanırım birileri onu dilendirip, para kazanıyor.)
Ekonomik durum, özellikle de
devalüasyon ve enflasyon iktidarlar için o kadar önemlidir ki ülkede istikrar
bozulsa da ekonomi sağlamsa iktidarlar bu sorunun üstesinden gelebilmelerine
rağmen enflasyon ve devalüasyon yüksek olduğunda aynı beceriyi hiçbir zaman gösterememişlerdir.
Ekonomik bozulma iktidarı değiştirmeye, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.
Mesela İnönü 2. Dünya Savaşı’nı çok başarılı bir şekilde atlatmış olmasına
rağmen insanların aklında çocuklarının savaşta ölmediği değil yiyecek karneleri
ve gıda kıtlığı kalmış, bunun sonucunda da 1950 seçimlerinde iktidarı
kaybetmiştir. Gerçi bu ona has bir durum değildir. İngiltere’yi savaştan
zaferle çıkaran Chirchill de savaş sonrasında yapılan seçimlerde hezimete
uğrayarak iktidardan düşmüştür. İnsanlar zafere değil, çektikleri ekonomik
sıkıntılara göre oy vermişlerdir.
Menderes, ilk iki döneminde
boçlanmaya dayalı hızlı büyüme sayesinde hiçbir iktidar sorunu yaşamazken
üçüncü döneminde dış borçları ödemede yaşanmaya başlayan sıkıntı, kuraklık
sebebiyle tarım üretiminin düşmesi gibi sebepler sonucu kendi partisi içindeki
kişilerle bile sorun yaşamaya başlamış ancak durumu doğru olarak idrak edip
uygun önlemleri almadığı için bir askeri darbeyle iktidardan düşmüştür.
İnceleyenler, 1970 muhtırası ve
1980 darbesi öncesinde de yine enflasyon ve develüasyonun çıldırmış durumda
olduğunu göreceklerdir. Bu durum aynı dönemde sadece darbelere değil,
seçimlerde sandığa da yansımıştır. Ecevit ne zaman iktidara gelse darboğazlar,
enflasyon ve devalüasyon sebebiyle iktidarı kaybetmiştir. 1980 sonrasında da bu
durum devem etmiş ve Özal’ın ANAP’ı ekonominin bozulması sebebiyle erimiştir.
Çiller’in ve Erbakan’ın
iktidarlarının sona ermesinin altında da esas olarak enflasyon ve devalüasyon vardır.
Ecevit-Bahçeli ve Yılmaz hükümeti de ekonomik krizle yıkılmıştır. Bu üç parti ekonomik
bozguna paralel olarak seçimlerde de bozguna uğramış ve bunlardan DSP ve ANAP
bu seçimlerde neredeyse tarihten silinmişlerdir. İlginç bir şekilde bu dönemde
yine Ecevit’e ilk darbeyi, aynı eski Türk devletlerinde olduğu gibi, oğlum
dediği söylenen kişi ve ABD’den apar topar getirtip bakan yaptığı kişi
vurmuştur.
Tüm bunlar göstermektedir ki bu
ülke, siyasi ve sosyal istikrarsızlıkları bile bir yere kadar kaldırmaktadır
ama ekonomik istikrarsızlık durumunda hükumetlere tahammül edememektedir. Bu
durumda ilk önce iktidarda olanların en yakınındaki kişiler iktidara darbe
vurmak için muhalefetle yarış halinde davranmaktadır.
Enflasyon ve devalüasyondan sonra
iktidarların devrilmesine sebep olan ikinci şey de göç olgusudur. İç göç ve
dışarıdan ülkeye yapılan kitlesel göçler her zaman iktidarların sonunu
hazırlayan bir faktör olmuştur. Balkan Savaşı’ndan sonra savaştan kaçanların
yarattığı travma sebebiyle iktidar darbeyle yıkılmış, DP döneminde köyden kente
göçün yarattığı sorunlar hükümetin yıkılmasına katkıda bulunmuş, 1990’lı
yıllardaki doğudan batıya göç muhtemelen dönemin hükümetlerini zorlayan bir
husus olmuştur. Bu söylediklerimi pek
makul bulmayanlar olabilir ama onlara göçün ne kadar yıkıcı bir etkisi olduğunu
şu basit örnekle gösterebilirim. Orta Asya’da ve Doğu Avrupa’da bazı göçebe
kavimlerin, canları sıkılıp tası tarağı toplayarak Batı’ya doğru göç etmesi
Avrupa düzenini çok uzun bir süre allak bullak etmeye yetmiş ve hatta bu göç
hareketi dünya üzerinde kurulmuş en büyük imparatorluklardan biri olan Roma
İmparatorluğu’nu yıkmıştır.
Şimdi bu yazıyı okuyanlardan
bazıları; ‘’Bu kadar şeyi niye anlatıyorsun?’’ diye soruyor olabilir.
Anlatayım. Bu gün biraz dolaştım. Bazı iş yerlerindeki tanıdıklarıma ve bazı
bankalara uğradım. İş yerlerindekilerin tamamı ağır bir ekonomik sorun
yaşandığını ve işlerin zor olduğunu söylediler. Bankacılar ise daha da moral
bozucu şeyler anlattılar. Söylediklerine göre dolar çıldırmış. Yukarıya doğru
hızla çıkıyormuş. Ama bu bile iyi günlerimizmiş. Ocak ayında, doların resmen
patlayacağına dair kuvvetli bir beklenti varmış.
Tabi bu duyduklarım beni çok üzdü.
Ülke insanı gibi kendim de ekonomik sıkıntılarla karşılaşabileceğim için açıkçası
endişelendim. Ama açıkçası kendime çok ta dert
etmedim. Ben ekonomik bir çöküş durumunda biraz sıkıntı yaşasam da, mevcut
konumumda pek fazla değişiklik olmaz diye düşünüyorum. Sonuçta şimdi de emekli
bir adamım, o zaman da bu durumun değişeceğini sanmıyorum. Yani benim
çocukların darbe, seçim veya referandum yapıp benim emekli konumumu elimden
alacaklarını sanmıyorum.
Ancak, eğer ben iktidarda olan
biri olsaydım çok fazla endişe eder ve hemen etrafıma daha dikkatli bakmaya
başlardım. Çünkü Türk tarihinde iktidarları düşüren her şey bu gün var. Göç
sorunu desek etraf Suriyelilerden geçilmiyor. Enflasyon desek, hükümet her yıl
enflasyonu düşük göstermek için endeksi değiştirse bile, haftalık gıda
alışverişimden enflasyonun resmi rakamların en az iki katı olduğunu biliyorum.
İstikrasızlık desek, memleket korku tünelinden daha heyecanlı. Bir gün bir
yerde bomba patlıyor, ertesi gün doğudan şehit haberi, bir başka gün yüzlerce
memura operasyon yapılıyor. Hatta olmayacak zamanda ve olmayacak saatte
darbeler bile yapılıyor.
Aynı durum dış dünya ile
ilişkilerimizde de görülüyor. Hükümetimiz her gün bir başkası ile kanlı bıçaklı
veya kanka oluyor. Bir gün ABD’nin büyük Ortadoğu projesinin taşeronu, ertesi
gün bir bakıyorsunuz İsrail’e ‘’one minute’’ deyip Arap aşığı olmuşlar ve İslam
birliğinden ve Türkiye’nin bu birliğin lideri olacağından dem vuruyorlar. Bir
sonraki gün ise Arapların yarısıyla kavga edip İsrail ile can ciğer kuzu
sarması durumları. Ama bu da uzun sürmüyor ve hemen ABD’nin kucağından kalkıp
Rus’un kucağına oturma çabası içine giriliyor, Rus uçağı askerlerimizi
bombalayınca da birden bire Turan ülküsü hatırlanıyor. Bu, daldan dala konma manevraları şimdiye
kadar durumu idare etmiş olabilir, ama şimdi durum çok daha vahim. İktidar düşürenlerin
en acımasızı olan, paranın değer kaybı yani devalüasyon her geçen gün hızla
büyüyen bir canavara dönmek üzere. Avrupa ve ABD’nin de bunu daha da
kötüleştirmek için bize ekonomik manipülasyonlar yapmaya başladıkları
konuşuluyor. Bir de Trump’un başkanlık görevini Obama’dan aldıktan sonrası için
yapılan kâbus gibi senaryolar var. Trump gelir gelmez dolar yarış atı gibi şaha
kalkacak diyorlar.
Bir iktidar her şeye rağmen
ayakta kalabilir ama bu canavarın büyümesini durduramazsa iktidarda kalamaz. Böyle
bir durumda bırakın masa örtüsüyle sokağa çıkıp bu yola kefenle çıktık diyen
maskaraları, iktidara en yakın kişiler bile terk ediverir treni birden bire.
Hatta iktidarda olanlar, genellikle ilk darbeyi en yakınlarından yer.
Zaten ben hayatım boyunca yabancılardan
kimseye zarar geldiğini de görmedim. Her ağacın kurdu kendi içinde yaşar. Onun
için ben iktidarda olsam etrafıma çok dikkat ederdim. Özellikle de bir zamanlar
bana çok yakın olup eski konumunu kaybemiş ve şimdi biraz uzaklaşmış olanlara.
Saygılar sunarım.
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.