.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
İstihbarat Ve İstihbarata Karşı Koyma Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstihbarat Ve İstihbarata Karşı Koyma Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ağustos 2023 Cuma

Lawrence'in Araplar hakkında aşağılayıcı ifadeleri

 Thomas Edward Lawrence'in 1. Dünya Savaşı'nda 1916 yılından itibaren "din kardeşimiz"  olan Arapları bizim aleyhimize kışkırttığı ve isyana sürüklediği söylemlerini duymuşsunuz. Aslında bu ifade tam olarak doğru değildir. Lawrence'in isyana kışkırttığı iddia edilen Haşimiler, daha savaştan uzun yıllar önceden beri Osmanlı aleyhtarı hareketlere öncülük etmiş, isyanlar çıkarmış ve bu sebeple ağır cezalara çarptırılmıştır. 1914 yılında 1. Dünya Savaşı çıkınca bunu kendileri için yeni bir fırsat olarak görmüş ancak daha önceki isyan girişimlerinde Osmanlı ordusu önünde daima hezimete uğradıklarından savaşın gidişatı netleşene kadar fiilen harekete geçmemişlerdir.

Bununla birlikte, Mısır'daki İngiliz makamları ile daima temas ve işbirliği içinde olmuşlar, 1916'da  Osmanlı İmparatorluğu'nun Ortadoğu'da artık tutunamayacağına inanmaya başlayınca da İngilizlerle işbirliği içine girerek fiilen isyan hareketini başlatmışlardır. Arap isyanını sanki Lawrence başlatmış gibi bazı basılı eserlerde yaratılan algı doğru değildir. Lawrence isyan fiilen başladıktan sonra Şerif Hüseyin'in oğullarından biri olan Faysal'ın yanına giderek onunla işbirliği içine girmiştir.

Lawrence'nin ve Arap isyanının savaşa etkisi de bu gün çoğu insanın zannettiği kadar büyük olmamıştır. Arapların Osmanlı'ya isyan ettiği 1916 yılında Türk ordusu İngilizler karşısında başarılı muharebeler vermiştir. Arap isyanını çok da önemsememiştir. Haşimilerin ele geçirebildiği yerleşim yerleri çok sınırlı kalmıştır. Suudların Medine'ye yaptığı taarruz ise hezimetle sonuçlanmıştır. Hatta şehirden çıkan Türk birlikleri başarılı tedip harekatları icra edince bazı Arap aşiretleri Türk ordusuna destek vermiştir.

Zaten Lawrence'in hatıralarından da Arapların Türk ordusu karşısında muharebelerde hiçbir varlık gösteremediği, bu sebeple kendisinin yönlendirmesiyle ikmal birliklerine pusu, demiryolu ve telgraf hatlarını tahrip gibi faaliyetlere yöneldiği anlaşılmaktadır. Başlangıçta, bu tür saldırılar da büyük bir etki yaratmamış ve İngilizlere bir avantaj sağlamamıştır. Bu durum, Arap isyanının ilan edildiği Haziran 1916 tarihinden bir ay sonra (temmuz ayında) Türk ordusu ikinci Kanal Harekatını icra etmesinden de anlaşılabilir.

Lawrence, savaş sonrasında popülerleştirilerek kahramanlaştırılmış bir figürdür. Yazdığı kitap ve sonra basın organlarında çıkan haberler sayesinde kahramanlaştırılmıştır. Bunda, onun hakkında yapılan belgeseller ve filmlerin de etkisi büyüktür. Aslında Lawrence, tuhaf ve tartışmalı bir kişiliktir. Örneğin, savaş sonrasında yaptıklarından savaş sırasında birlikte olduğu Faysal'a ve onun nezdinde Araplara karşı duygusal bir bağ oluşturduğu anlaşılmaktadır fakat yazdığı eserde Arapları küçümseyen ve hatta aşağılayan ifadeler kullanmaktan da geri kalmamıştır. 

Lawrence'in ifadelerinden bu aşağılama açıkça görülmektedir. Örneğin Araplar hakkında şunları yazmıştır: "Arap, bir fikir üzerinde, bir ipin üzerindeymiş gibi sallanabilirdi; zira aklının söz verilmemiş bağlılığı onu itaatkar bir hizmetkar yapardı. Başarı ve onunla birlikte sorumluluk, görev ve taahhütler gelene kadar hiçbir şekilde bu bağdan kurtulamazdı. Sonra fikir gitti ve iş bitti mi, harabe halinde. Bir itikata sahip olmadan, dünyanın zenginlikleri ve zevkleri gösterilerek dünyanın dört bir yanına götürülebilir (ama cennete değil); ancak bu şekilde yönlendirilen yolda, başını yaslayacak hiçbir yeri olmayan ve rızkı için sadaka veya kuşlara muhtaç bir fikir peygamberine rastlasa, o zaman servetini onun ilhamı için terk eder. O, bu fikrin iflah olmaz çocuğudur; beceriksiz ve renk körüdür; bedeniyle ruhu sonsuza dek ve kaçınılmaz olarak uyuşmaz. Aklı tuhaf ve karanlıktır; depresyon ve coşkuyla dolu, kuraldan yoksundur; fakat dünyadaki diğer herkesten daha şevkli ve inancı daha mümbittir. Hayalin en güçlü güdü, sonsuz bir cesaret ve çeşitlilik süreci ve sonunun da hiçlik olduğu başlangıçların insanıdır. Su kadar kararsızdır ve belki su gibi sonunda üstün gelebilir. Hayatın şafağından beri birbirini izleyen dalgalar halinde, insan etine hücum etmektedir. Her dalgası kırılmış fakat tıpkı deniz gibi vurduğu kayadan ancak tozları alabilmiştir." (T.E.Lawrence, Çölde İsyan, Osmanlı Ortadoğu'yu Nasıl Kaybetti?, Kronik Yayınları, 2023, İstanbul, s. 7)

Lawrence bunları söyledikten sonra, tüm bu olumsuzluklara rağmen Arapları yola soktuğundan ve onları Şam'a kadar başarıyla sürüklediğinden bahseder. Burada açıkça, "elimdeki malzeme çok kalitesizdi ama ben çok yetenekli olduğumdan bu malzemeye rağmen başarılı oldum" demeye çalışan bir megalomanın izleri görülmektedir. Ama çoğu Arap, onu minnetle anmaktadır. Üstelik kandırılıp İngiliz çıkarları için kullanıldıktan sonra Paris Barış Konferansı'nda kendilerine verilen hiçbir söz tutulmadığı halde. 

27 Ekim 2017 Cuma

Türkiye'de Terör ve İstihbarat.



Türkiye’de terör sorununun istihbarat yapılanması boyutu. 


2008-2010 yılları arasında Londra büyükelçiliğinde çalıştım. Bu süre içinde, görevim gereği İngiliz savunma ve istihbarat kurumlarının çoğuna gittim. Benim, bunlardan en çok ilgimi çeken JTAC (Joint Terrorism Analysis Centre: Müşterek Terörizm Analiz Merkezi) oldu. Bu merkez, iç işleri bakanına bağlı MI5 (İç İstihbarat Servisi)’in teşkilatı içinde özerk bir yapıda oluşturulmuş ve bence çok işe yarayan bir yapı. O zamanlar bana anlatılanlara göre bu merkez; ABD ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde art arda yapılmaya başlayan terörist saldırıların ardından, istihbarat ve güvenlik ile ilgili her türlü kurumdan personelin bulunduğu bir analiz merkezi olarak kurulmuş. Bu sebeple kuruluş amacı esas olarak bu tür terörist eylemleri yapılmadan önce öğrenmek ve yapılmasını engellemekmiş. Kuruluş yılı 2003. Bulunduğu yer Londra’nın merkezinde, parlamentonun hemen yakınındaki MI5’in merkez binasında. Gittiğimde beni sıkı bir güvenlik kontrolünden geçirdikten sonra içeri almışlardı. Şimdi kaçıncı kat olduğunu hatırlamıyorum ama üst katlardan birinde bana brifing verip kurum ve yaptığı işleri tanıtmışlardı. JTAC’ın görevi, ülke içindeki ve dünya çapındaki uluslar arası terörizm tehdidini istihbarat teşkilatlarından gelen raporlara ve açık kaynaklara göre değerlendirmek ve analiz etmek. Bu kurum, yaptığı değerlendirmeler sonucunda hükümet ve devlet kurumları için tehdit uyarı seviyeleri yayımlıyor. Hani bizde alarm seviyeleri var ya, aynen onun gibi. Beyaz, sarı, kırmızı gibi renklerle temsil edilen tehdit seviyeleri belirlemişler. Gelen haberler ve değerlendirmeler sonucunda mesela Londra’da bir terör eylemi yapılma ihtimali çok yüksek ise kırmızı alarm ilan ediyorlar. Eğer bu tehdit Londra’da değil de Kıbrıs’taki askeri üslere yönelikse o zaman da silahlı kuvvetler vasıtasıyla Kıbrıs için kırmızı alarm ilan ediliyor ve oradaki birlikler buna göre tedbir alıyorlar. JTAC ayrıca terör örgütlerinin eğilimlerini takip edip eylem kapasitelerini değerlendiriyor ve ilgili kurumlar için mevcut terör örgütleri hakkında rapor ve değerlendirmeler hazırlıyor. JITAC’ın içinde polislerden, tüm istihbarat kurumlarından, askerlerden ve diğer devlet kurumlarından, hatta akademisyenlerden oluşan geniş bir yelpazeden insanlar görev yapıyor. JTAC, MI5 başkanının altında olduğundan, aynı zamanda MI5’in uluslararası terörizm bürosu ile işbirliği halinde çalışıyor. MI5 binasında bulunmasına rağmen JTAC özerk bir yapıya sahip. 16 devlet kurumundan insanların beraber çalıştığı bir yer. Bu yapısıyla İngiltere’nin terörle mücadelesinde istihbarat konusunda ana teşkilatı durumunda. JTAC başkanı MI5’başkanına bağlı olarak çalışıyor ve raporları ona veriyor. MI5 başkanı da hükümetin Müşterek İstihbarat Komitesi’ne rapor veriyor. İngilizlerin söylediğine göre bir sürü istihbarat teşkilatından gelen ayrı ayrı raporlarla uğraşmak yerine terör konusundaki istihbaratı koordine ve takip eden böyle tek bir yapı oluşturulması çok etkili sonuçlar veriyormuş. Hem terör istihbaratı ile ilgili hükümet daha doğru ve anında bilgi alabiliyor, hem de hükümetin istihbarat konusundaki kontrolü artıyormuş. Şimdi Türkiye’ye bakıyorum da neden bizde böyle bir yapı kurulmamış diye sormaktan kendimi alamıyorum. MİT, Polis İstihbarat, Jandarma İstihbaratı, Genelkurmay İstihbaratı, Kuvvetlerin istihbaratı hep ayrı telden çalıyorlar. Aralarında bir koordinasyon filan yok. Yıllardır terör ile mücadele etmemize rağmen böyle bir sistemin kurulmamış olması sebebiyle terör örgütleri her zaman istedikleri yerde rahatça eylem yapabiliyorlar. Daha da ötesi bir terör örgütü (FETÖ), yüzlerce adamının katılımıyla gerici ve irticai bir darbe yapmaya kalkıyor ama hiçbir istihbarat teşkilatı bunu önceden öğrenemiyor. Türkiye’nin istihbarat konusunda, dağınıklık ve koordinasyonsuzluktan kaynaklanan sorunları olduğu çok açık. İstihbarat zafiyeti yaşıyoruz. Kurumların etkin çalışmamasından kaynaklanan zafiyetten bahsetmiyorum. İstihbarat ağacının bir kökten çıkan dallar gibi değil de yerden ayrı ayrı biten çalılar gibi olmasından kaynaklanan zafiyetten bahsediyorum. Bence hükümet ve ilgili kurumların acil olarak bu işe el atması gerekiyor. Hem genel istihbarat teşkilatında bir yapılanmaya hem de terör istihbaratı konusunda yeni bir oluşuma ihtiyaç var. İstihbarat teşkilatları hiyerarşik bir mimari içine alınarak kontrol ve koordinasyon sorunları ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca terör istihbaratı için mutlaka ve acil olarak müşterek bir yeni yapı oluşturulmalıdır. Hem de en kısa sürede. Ne kadar çabuk olursa o kadar iyi. Yoksa büyük şehirlerin sokaklarında dolaşırken acaba bir terörist eylem olur mu endişesiyle dolaşmaya devam ederiz. Öte yandan oğlunu askere gönderen her ana-babalar da acaba oğlum askerden sağ salim dönebilecek mi diye endişe etmeye devam edecektir.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

18 Şubat 2014 Salı

ABD'de ve Türkiye'de İstihbarat teşkilatları skandalları. (Sızıntılar, yasadışı dinlemeler, bunların sonuçları ve alınan tedbirlerdeki farklılıklar.)


İstihbarat Testi (ABD,Almanya, Rusya, Sinyal İstihbaratı, NSA, İstihbarata Karşı Koyma, Siber İstihbarat, Siber Savaş)



Shephard Firmasının Digital Battle Space dergisi editörü Andrew White'nin derginin Şubat 2014 sayısında ABD İstihbaratı ve Snowden hakkında bir yorum yazdı.

ABD İstihbarat Toplumunun paryası Edward Snowden için görev tamamlandı mı?

Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) personelinin ABD'nin istihbarat faaliyetlerinin detaylarını gösteren dokümanları sızdırmasının ardından bir yıldan az (5 Haziran 2013) bir zaman geçti, peki bunun sonucu ne olacak?

17 Ocak günü Başkan Obama, Adalet Bakanlığı'na, NSA ile içerde ve dışarıda istihbarat toplayan diğer organizasyonlarda yapılacak reform ile ilgili, çok büyük merakla beklenen, konuşmasını yaptı. Obama, Bağımsızlık savaşından ve İç Savaş'tan Soğuk Savaş ve Terörle Savaş dönemine kadar çok gerilere giderek verdiği örneklerle istihbarat toplama faaliyetlerini savundu. Bununla birlikte; teknoloji sınırları ortadan kaldırırken ve bireylere büyük karışıklıklar yaratma imkanı sağlarken globalleşmenin ve İnternet'in tehditleri daha akut hale getirdiği uyarısında bulundu.
9/11 sonrası yapılan istihbarat transformasyonlarını (dönüşümlerini) vurgulayan Obama, Amerikan toplumunun o zaman istihbarat organlarının yeteneklerinin artırılmasını istediğini iddia etti. Ayrıca; elde edilen başarıların bilinmediğini (kamuoyuna yansımadığını) ileri sürdü ve başarısızlıkların bazen ne kadar felakete sebep olabileceğini vurguladı. 

Onun konuşmasında altı çizilecek bir cümle varsa o da şudur: Obama; ''İnanıyorum ki,  yeni bir denetim programının denenmesi, bizim 9/11'den beri uyguladığımız, açık uçlu savaş temelli  yaklaşımları terk etme çabalarımızda gerekli bir ileri adımdı.''
Obama'nın değişiklikleri şunları içermektedir: Yönetim birimlerinin hatalarını önlemek maksadıyla, içerde ve dışarda uygulanacak sinyal istihbaratı (SİGİNT) faaliyetleri için yeni bir başkanlık direktifi vermek, şeffaflığı artırmak ve ABD vatandaşlarının özel yaşamlarının korunmasını güçlendirmek ve son olarak mevcut yasalara uygun olarak yabancı hedeflere karşı uygulanan faaliyetlerin daha fazla korunmasını (sızmaya karşı) sağlamak.

ABD yönetimini en çok sıkıntıya düşüren sızıntılardan biri Almanya başbakanı Angela Merker de dahil olmak üzere yabancı liderlerin konuşmalarının dinlenmesi idi. Obama, bu konu ile ilgili olarak istihbarat birimlerine şu talimatı verdi: '' Yabancı ülkelerdeki karşıtlarınız ile koordinasyon ve işbirliğini artırın ve güveni tekrar sağlayacak şekilde beraber çalışın.''

Başkan aynı zamanda telefon kayıtlarını tasnif eden, hükumetin talebi dışında bu kadar geniş bilgiyi toplayan ve kaydeden 215'nci Kitlesel Veri Programı Kısmı'nın dönüşümünü de duyurdu: '' Biz mevcut üç basamaklı sistem yerine sadece terörist organizasyonlarla bağlantılı telefonlar listesinden iki basamakta elde edilen numaraları dinleyeceğiz. 215'inci Kısım için diğer alternatif seçenekler 28 Mart tarihinde program yeniden onaylanma (izin verme) için geldiğinde değerlendirilecektir.''

Sivil Haklar grupları bu tedbirlerin pek te yeterli olmadığını iddia etmektedirler fakat Obama'nın böyle programları uygulamanın gizlilik için gerekli olduğu doğru tespiti, gelecekte yapılması planlanan herhangi değişikliklerin yürürlüğe sokulmasının tüm bağımsız birimler için zorluklar yaratacağını kesinleştiriyor.

Konuşmada, Snowden'in bilgileri sızdırma yöntemi de kınanıyordu. Obama bunu şöyle ifade etti: '' Eğer hükumetin politikalarına karşı olan herhangi bir kişi, kamuya açık olmayan gizli bilgileri eline geçirebilirse o zaman biz insanlarımızın güvenliğini sağlayamayız veya dış politikayı idare edemeyiz.''

Obama'nın bahse konu reformları Snowden üzerine iyice düşünerek hazırlanmış. Buna rağmen, onun gizliliğini ihlal ettiği birimler tarafından gelecekte geri kabul edilip edilmeyeceği ABD istihbarat uygulamalarının geleceği kadar bir gizem olarak ortada durmaktadır.

Gördüğünüz gibi İstihbarat servislerinin başı sadece bizde belada değil. ABD istihbaratı da büyük sıkıntılarla karşı karşıya. Hatta bu sıkıntılar ABD'nin Almanya gibi büyük ülkeler başta olmak üzere bir çok ülke ile ilişkilerinde kırılmalara yol açıyor. İlginç olan şu ki; onlardaki sıkıntı da bizde olduğu gibi Sinyal İstihbaratı (SİGİNT) konusunda.

Bir ABD istihbaratçısının bu bilgileri kopyalayıp dünya basınına sızdırdığı ve elindeki belgelerle Rusya'ya sığındığı zaman bu olay tüm dünyada büyük yankı uyandırmıştı.

Ülke içinde yapılan yasadışı telefon dinlemeleri, dışarıda ise yabancı ülke liderlerinin dinlenmesi vb. konular hem ülke içinde hemde dünya çapında büyük tepkilere sebep oldu. Yönetim bu durumdan doğan tepkileri dikkate alarak derhal çalışmalara başladı ve alacağı tedbirleri hem ABD hem de dünya kamuoyuna açıkladı. 

Bilindiği gibi bizde de yasadışı dinlemeler ve bunların gazeteler ve internet yayınları vasıtasıyla sızdırılması ve özel hayatı hiçe sayan davranışlar uzun süredir yaşanmaktadır. Ancak bizde hükumetin tavrı ABD hükumetinin tavrı gibi olmamıştır. Yayımlanan görüşmeler önceleri askerlerle ilgili olduğundan, başta hükumet olmak üzere tüm ülkede; demokrat, liberal vb. yabancı dillerden alınma sıfatlarla tv. ekranlarını ve gazete köşelerini işgal eden zevat tarafından alkışlarla karşılandı. Bunlar demokratikleşmenin vasıtaları olarak kutsandı. İnsanların ne çektiği, bunların hukuka veya ahlaka uygun olup olmadığı hiç konuşulmadı. 

Fakat gün geldi işler tersine döndü. Bu sefer bazı gazetecilerin, hükumet üyeleri ve onların ailelerinin ve cemaat liderlerinin ses ve görüntüleri yayımlanmaya başladı. Cemaat-Hükumet savaşı adeta ses ve görüntü yayını üzerinden zirveye çıktı. Şimdi herkes bu yayımların özel hayata müdahale (ki şimdikilerin çoğu aslında kamuyunu ilgilendiren yolsuzluklarla ilgilidir, özel hayat denerek geçiştirilecek şeyler de değildir ama...) olduğu akla geldi. 

Başta hükumet olmak üzere birçok çevre, bunları yaptıklarını düşündükleri çevrelere, ağza alınmayacak hakaretler ediyor ve küfürler savuruyorlar. Karşılığında ise daha çok yayım ve naklen beddua ile karşılaşıyorlar.

Nihayet hükumet bu konuda tedbir olarak yasal düzenlemeye de gitti. Fakat tuhaftır, ABD'de olduğu gibi sızıntıları önlemek ve yasa dışı dinlemelerin önünü kesmek yerine insanların tayini ve internetin kısıtlanması gibi acayip bir tepki geliştirdi.

Şimdi bakıyorum da, ABD'de konu halkın korunması ve özel hayatın gizliliği, yani insanların özgürlüğü iken bizde insanların hak ve özgürlüklerinden bahseden yok. Sadece sansür, baskı vb. var.

Kaç yıldır hükumet çevrelerince hep söylenir ya;'' Demokratikleşiyoruuuuuuz.... Normalleşiyoruuuuuz....'' diye.

Sizin demokrasiniz buysa, sizin normalleşmeniz buysa, ben almıyayım kardeşiiiiim......

Saygılar sunarım.


23 Ocak 2014 Perşembe

İstihbarat tanımının incelenmesi: İstihbarat nedir? Ne değildir?



İSTİHBARAT NEDİR? NE DEĞİLDİR?

İstihbarat kelimesi herkeste kendi bilgi ve anlayış kabiliyetine göre farklı anlamlar çağrıştırmaktadır. Günlük yaşamda karşılaştığınız herhangi bir kişiye bu kelimeyi sorsanız, herkesin istihbarat konusundan haberdar olduğu ancak istihbarattan anladıklarının ise birbirinden çok farklı olduğunu görürsünüz.
    İstihbarat, bu konuda araştırma yapan ve hatta kitap yazan kişiler arasında bile farklı anlaşılmakta ve tanımlanmaktadır. Tanımlar genellikle kişilerin mesleklerine, ilgilendikleri istihbarat dalına vb. göre değişmektedir. Dolayısıyla herkesin üzerinde uzlaştığı bir istihbarat tanımı bulunmamaktadır. Bu sebeple, öncelikle değişik kaynakları inceleyerek bunları yazanların istihbarattan ne anladıklarını tespit etmeye, bundan sonra da adım adım ilerleyerek bir sonuca varmaya ve genel bir istihbarat tanımı yapmaya çalışacağız.
İstihbarat; Arapça, ‘’istihbar etme’’, ‘’haber ve bilgi alma’’ kelimesinin çoğuludur.[1] Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğüne göre istihbarat; ‘’Yeni öğrenilen bilgiler, haberler, duyumlar, bilgi toplama, haber alma.’’[2] olarak ifade edilmektedir.  Eş ve Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğüne bakıldığında ise istihbarat için; ‘’duyum / haberler’’ [3]karşılığı bulunmaktadır.
Bu tanımlar; kelimenin halk arasında güncel kullanımına ve sıradan insanların bu kelimeden anladıklarına da oldukça benzemektedir. Henüz kimsenin bilmediği bir hususu bilen bir kişi; ‘’Bir istihbarat aldım.’’ derken ‘’bir haber aldığını’’ kastetmektedir. Bir yerde, belirli konularla ilgili olarak, olup biten çoğu şeyi bilen kişilere de; ‘’İstihbaratı kuvvetli.’’ denmesinin sebebi, onun her türlü haberi duyduğunu veya geniş tanıdık çevresi sayesinde her konuda haber ve bilgilere kolayca ulaştığına inanılmasıdır. Yine, bir konuyu merak eden bir kişi; ‘’Gidip bu konuda biraz istihbarat toplayayım.’’ derken bilgi toplamayı kast etmektedir. Yani halk dilinde de istihbarat; ‘’haber ve bilgi alma’’ anlamına gelmektedir.
Türkçe’de kullanılan istihbarat için Arapçada; ‘’Haberleşmeler, haberleşme dolayısıyla yapılan yazışmalar.’’ anlamına gelen ‘’Muhaberat’’ kelimesi kullanılmaktadır. Arap ülkelerinin çoğunda istihbarat teşkilatları da ‘’El Muhaberat’’ ismiyle görev yapmaktadır. İstihbarat kelimesi için Fransızca ve İngilizce’de kullanılan İntelligence kelimesi ise; ‘’akıl, zekâ, akıllılık, kafa, istihbarat’’[4] anlamlarına gelmektedir. Yine istihbarat kurum ve teşkilatları da aynı kelime kullanılarak ifade edilmektedir.
İstihbarat için bizim kullandığımız kelime ve Arapların kullandığı kelime daha çok haber elde etme, gizlice bir şey öğrenme, haberleşme, rapor etme vb. anlamlar çağrıştırırken Fransızca ve İngilizce’de akıl, zekâ vb. olumlu bir anlam taşıması toplumların kültürel farklılıklarından kaynaklanan bir durumdur. Bu kelime farklılığı değişik toplumlarda yaşayan insanların üzerinde de sözlük anlamlarına paralel bir şekilde değişik etkiler yaratmaktadır. Bizde ve Araplarda istihbarat/muhaberat; genelde endişe ve korku hisleri uyandıran, daha çok içe dönük kelimelerdir. Bu sebeple de bizde ve Araplarda istihbarata dar ve kısır bir anlam yüklenmektedir. Ancak olumlu anlam ifade eden Fransızca ve İngilizce İntelligence kelimesi, insanlar üzerinde aynı olumsuz etkiyi yaratmadığı gibi istihbarat konusunun daha geniş bir şekilde anlamlandırılmasına da imkan sağlamaktadır.
Özetleyecek olursak, istihbarat; bir toplumda yaşayan kişilere göre farklı anlamlara geldiği gibi, değişik ülkelerde; ülkeler arasındaki kültürel farklılıklara ve hatta yönetim biçimi farklılıklarına göre de değişik anlamlara gelebilmektedir. Hal böyle olunca herkesin kabul edebileceği bir istihbarat tanımı yapmak daha da zor görünmektedir. Ancak yine de mevcut tanımları inceleyerek bir sonuca varmaya çalışacağız.
Türkiye’de istihbarat konusunda yayımlanan kitaplar incelendiğinde; bu kitapların bazılarının konuya ilgi duyan ve daha çok uluslararası ilişkiler konusunda eğitim almış akademisyenler tarafından yazıldığı görülmektedir. Bu yazarlar, istihbaratı genel bir teoriye oturtmak çabası içinde olmuşlar, oldukça yararlı bilgiler vermişler fakat uygulama sahasında hiç görev yapmadıklarından anlatımları hem çok karmaşık, hem de biraz boşlukta kalmış gibi görünmektedir.
Diğer bir grup yazar ise asker kökenli yazarlardır. Bu yazarlar; askerlik hayatları boyunca istihbarat faaliyetleri içinde ya bir istihbaratçı veya istihbaratı kullanan kişi olarak bulunduklarından oldukça pratik bilgiler vermişlerdir. Bu yazarların kitaplarında ise; teorik bir altyapı eksikliği hemen göze çarpmakta, ayrıca istihbaratın, bir istihbarat türü olan askeri istihbarat anlayışıyla anlatıldığı görülmektedir. Oldukça yararlı bilgiler verilmelerine rağmen bunlar da bizi aradığımız istihbarat tanımına tam olarak götürememektedir. 
Üçüncü bir yazar grubu vardır ki bunların ne akademik anlamda ne de pratik anlamda istihbarat konusu ile bir ilişkileri olmamıştır. Ancak, kişisel ilgileri sebebiyle istihbarat konularında araştırmalar yaparak elde ettikleri bilgileri yayımlamışlardır. Bu gruptaki yazarların bazıları oldukça faydalı bilgiler vermekle beraber, bunların büyük bir kısmının anlattıkları oldukça sınırlı ve derinliği olmayan bilgilerden ibarettir. 
Diğer bir yazar grubu ise, daha çok MOSSAD ve CIA gibi yabancı istihbarat servislerinde çalışmış olan kişilerden oluşmaktadır. Piyasada en çok bulunan ve ilgi çeken kitaplar da bu tür kitaplardır. Ancak bu kitaplarda, sadece anılar ve olaylar anlatılmakta, istihbarat kavramıyla ilgili teorik bilgi ya hiç verilmemekte veya konu içerisinde ve ancak istihbarata vakıf kişilerin anlayabilecekleri şeklinde anlatılmaktadır.
Görüldüğü gibi mevcut yayınlarda her yazar grubu olayın belirli bir yönünden bahsetmiş, konu hakkında bütüncül eserler sunulmamıştır. Biz burada, bu yayınlardan da yararlanarak istihbaratın bütüncül ve kapsamlı bir tanımını yapmaya çalışacağız. Bu kitapların yanında, internet ortamında başta ABD askeri istihbarat talimnameleri olmak üzere NATO ülkelerine ait (Bizim talimnamelerimiz de bunlarla hemen hemen aynı içeriğe sahiptir.) birçok resmi talimname ve yardımcı yayın bulunmaktadır. Bu yayınlardan da faydalanmaya çalışacağız. Öte yandan benim meslek hayatım boyunca; İstihbarat Okulu'nda ve değişik askeri eğitim kurumlarında aldığım istihbarat eğitimlerden ve görevim esnasındaki uygulamalarıdan zihnimde kalan bilgilerden de yararlanacağız.
Bizim ve NATO ülkelerinin çoğunun askeri talimnamelerinde verilen tanıma göre İstihbarat: ‘’Durum muhakemelerin yapılmasında, hareket tarzlarının, plânların ve harekâtın geliştirilmesi ve uygulanmasında yakın veya muhtemel önemi bulunan ve yabancı ulusların veya bölgelerin bir veya birden fazla yönü ile ilgili bütün mevcut bilgilerin toplanması, değerlendirilmesi, yorumlanması ve birleştirilmesinden çıkan sonuçlardır. Kısaca İstihbarat = Bilgi + Analizdir.’’[5]
Görüldüğü gibi bu tanım tamamen askeri istihbarat ile ilgili olarak yapılmıştır. Ancak askeri talimnamelerde bu tanım istihbarat tanımı olarak verilirken ‘’askeri istihbarat’’ diye ayrı bir tanım da yapılmaktadır. Bu tanıma göre askeri istihbarat; ’Düşman ve düşman olması muhtemel taraf ile harekât bölgesine ait (hava ve arazi dâhil) haber ve bilgilerin toplanması, değerlendirilmesi ve yorumlanmasından elde edilen sonuçtur.’’[6] Bu tanımlara baktığımızda, aslında aralarında çok fazla bir fark olmadığı görülmektedir. Bu iki tanım birleştirilerek bunlardan bazı önemli sonuçlar çıkarılabilir.
Tanımlara göre istihbarat bir amaca hizmet etmek için yapılmaktadır. Burada bu amaç; planların yapılması ve uygulanmasına yardım etmek olarak belirtilmiştir. İkinci belirtilen husus; istihbaratın sadece düşman hakkında değil hava ve arazi hakkında da yapıldığıdır. Üçüncü husus ise istihbaratın, bir dizi işlemden sonra elde edilen sonuçlar olarak belirtilmiş olmasıdır. Bu tanımlara göre istihbarat, bilgi veya haber değildir. Haber ve bilgiler; toplama, değerlendirme, yorumlama ve birleştirme diye dört bölüme ayrılan bir süreçten geçtikten sonra ortaya çıkan ürün istihbarat olmaktadır. Yani istihbarat; bilgi ve haberlerin analize tabi tutulması sonucu kendisine sunulacak makamın karar vermesine yardımcı olacak bir son üründür. Burada dikkati çeken diğer bir husus ta toplanacak bilgilerin niteliğidir. İnsanlar istihbaratı genellikle;  gizli yollarla, kendisi de gizli olan bilgilerin toplanması yani casusluk olarak anlamaktadırlar. Ancak burada gizli veya açık olmasına bakılmadan amacımıza hizmet etmesi mümkün her türlü bilginin toplanmasından bahsedilmektedir.  Yani istihbarat bir casusluk faaliyeti içine sıkıştırılmamakta, kapsamı genişletilmektedir.
Ümit Özdağ istihbaratı; ’’Örtülü operasyon diye tanımlanan operatif faaliyetlerden ziyade bilginin toplanması ve analizidir.’’[7] diye tarif etmektedir.  Görüldüğü gibi burada da bilgi artı analizden bahsedilmekte ancak istihbarat bir sonuç değil bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Özdağ, aynı kitabında daha sonra şöyle demektedir; ‘’İstihbarat; her türlü politik, ekonomik, sosyal ve askeri olayı anlamayı ve geliştirmeleri öngörmeyi amaçlayan evrensel bir sosyal bilimdir.’’ Bu ifade, belki de istihbaratın yapılmış en iyi tanımlarından birisidir.[8] Çünkü bu ifade incelendiğinde; daha önce yapılan tanımdan farklı olarak istihbarat bir sosyal bilim olarak belirtilmiştir. Ayrıca burada istihbaratın mevcut durumu anlaması ve geleceğe ait öngörülerde bulunması gerektiği de söylenmektedir. Yani istihbarat; kuru bir ham bilgi değildir, olayları anlamayı ve gelecekte olacakları da öngörmeyi gerektirir.
Sıddık YARMAN istihbarat için biraz daha farklı bir tanım yapmaktadır. ’İstihbarat; seçilen bir hedefe dönük toplanan düzenli bilgilerin, hedefin muhtemel davranış biçimini ortaya koyacak bir şekilde değerlendirilmesi sonucu elde edilen işlenmiş bilgi yumağı, üründür.’’[9]
    Bu tanım, diğer tanımlara göre daha özelleştirilmiş hususlar ihtiva etmektedir. Askeri talimnamelerdeki tanımda düşman veya düşman olması muhtemel hedeflerden bahsetmekle birlikte bu tanımda;  seçilen bir hedefe dönük bilgi toplamaktan bahsederek istihbaratın bir hedefe yönelik olarak yapılması gerektiği daha net bir şekilde ortaya konulmuştur. Tanımda bu hedefe ait düzenli olarak bilgi toplanmasından bahsedilerek istihbaratın sürekli ve planlı bir faaliyet olduğu da vurgulanmıştır. Bu tanımda ayrıca; hedefin muhtemel davranış biçiminin ortaya çıkarılmasından bahsederek istihbaratın elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi sonucu ortaya konacak daha rafine bir bilgiyi değil, düşman hareket tarzlarının tahminini gerektirdiği anlatılmaya çalışılmaktadır. Fakat bu tanımda da daha önceki bazı tanımlar gibi istihbarat bir süreç değil bir sonuç olarak tanımlanmaktadır.
Ertuğrul GÜVEN istihbaratı; ‘’Bilgilerin toplanması, mevcut bilgilerle karşılaştırılması, bu bilgilerin analizi, değerlendirilmesi, birleştirilmesi ve yorumlanması sonucunda ortaya çıkan bir hasıladır.’’[10] diye tanımlarken şimdiye kadar bahsedilenlerden farklı olarak; istihbaratın bir bilgi havuzu, bir arşivi olması gerektiğinden ve yeni elde edilen bilgilerin bu mevcut bilgilerle karşılaştırılması gereğinden bahsetmektedir.
Kendisi bir emniyetçi olan Ünal Acar ise istihbaratı; ‘’Genel anlamda, gelecekte gerçekleşebilecek olaylarla ilgili en doğru tahmini yapabilmek için gizlilik, tarafsızlık, doğruluk ve süreklilik ilkelerine göre toplanan bilgilerin değerlendirilmesi ile ilgili çalışmalardır.’’[11] şeklinde tanımlamaktadır. Burada ilk dikkati çeken husus bu tanımın; sürekli bir bilinmezle, her gün değişen suç çeşitleri ve her gün ortaya çıkan yeni suç örgütleri ile mücadele eden polisimizin de bakış açısını yansıtmasıdır. Polis, istihbaratın hem üreticisi ve hem kullanıcısıdır. Bu sebeple önünü görmek ve geleceği tahmin etmek isteği tanıma da yansımıştır. Burada dikkati çeken diğer bir husus; istihbaratın ilkeler bazında tanımlanması ve bir süreç olarak algılanıyor olmasıdır.
Askerler, akademisyenler, araştırmacılar ve polislerin bakış açısına göre istihbarat tanımlarını inceledikten sonra son olarak MİT’in istihbaratı nasıl tanımladığını inceleyerek araştırmamıza son vermenin uygun olduğunu değerlendiriyorum. Elbette yerli ve yabancı daha birçok kaynakta yapılmış değişik istihbarat tanımları da mevcuttur. Ancak bunlara bakıldığında bazı küçük farklılıklar haricinde bizim şimdiye kadar incelediğimiz tanımlardan çok ta farklı olmadıkları görülmektedir.
MİT, istihbaratı; ‘’Devlet tarafından belirlenen ihtiyaçlara karşılık olarak çeşitli kaynaklardan derlenen haber, bilgi ve dokümanların işlenmesi sonucu elde edilen üründür.’’[12] Olarak tanımlamaktadır. Burada ilk dikkat çeken husus MİT’in istihbaratı devlet için yaptığını tanımda da vurgulamış olmasıdır. MİT Stratejik seviyede istihbarat ihtiyaçlarını karşılayan ve doğrudan başbakana bağlı bir kurum olduğundan kendisinin doğrudan devleti ilgilendiren bir kurum olduğunu düşündüğü anlaşılmaktadır. Peki devlet derken ne kastedilmektedir? MİT; hükumet başta olmak üzere devletin tüm ana kurumları, TSK ve Emniyete istihbarat sağladığı gibi stratejik seviyede İKK (İstihbarata Karşı Koyma)’dan da sorumlu olan kurumdur. MİT aynı zamanda Türkiye’de diğer istihbarat teşkilatları ile istihbaratın koordinesinden sorumlu üst kurum durumundadır. Bu sebeple olsa gerek, MİT bu tanımla kendisinin devletin ihtiyaçlarını temin ettiğini belirtmektedir. MİT’in tanımında da istihbarat bir sonuç ve bir ürün olarak değerlendirilmekte, diğer tanımlarda bahsedilen haber ve bilgiden başka işleme tabi tutulacaklar arasında dokümanları da saymaktadır.
Şimdi tüm bu tanımlamaları inceleyerek istihbaratın ne olduğuna adım adım ulaşmaya çalışalım.
1. Tanımlardan çoğundan da anlaşılacağı üzere istihbarat sözlük anlamında ifade edildiği gibi haber veya bilgi demek değildir. Bunlar istihbaratın sadece birer girdileridir.
2. Hangi kurum tarafından yapılırsa yapılsın istihbaratın bir hedefi vardır. Bu hedef bir devlet, bir suç örgütü veya bir terör örgütü olabilir.
     3. İstihbarat sadece hedefi değil o hedefin içinde bulunduğu; hava, arazi vb. diğer koşulları da inceler.
4. İstihbarat rastgele yapılan bir faaliyet değildir. Bir amacı ve ulaşmak istediği bazı sonuçlar vardır.
5. İstihbarat; haber, bilgi, belge, doküman vb. girdilerin belirli bir işleme tabi tutularak bazı değerlendirilmiş sonuçların/ürünlerin elde edildiği bir süreç içinde gerçekleşen bir faaliyettir.
6. İstihbarat sadece gizli bilgilerin elde edilmesi ile ilgilenmez, açık kapalı her türlü kaynaktan elde edilen ve amaca hizmet edecek tüm bilgilerle ilgilenir.
7. İstihbarat; örtülü operasyonlar, psikolojik harp, bilgi harbi, propaganda gibi hususları kapsamaz. Olsa olsa bunları yapacak birimler için gerekli bilgileri sağlar.
8. İstihbarat sistemi; sadece askeri harekâtlar, polis operasyonları ve hükumet organları için faaliyette bulunmaz. Devletin tüm kurumlarının ihtiyaçlarına göre hareket eder.
9. İstihbarat sürekli bir faaliyettir. Askeri istihbarat; barış zamanında da, emniyet istihbaratı; emniyeti ihlal eden bir durum henüz ortada yokken de, diğer istihbarat organları da herhangi bir kritik durum ortaya çıkmamışken de, yani tüm yıl boyunca, tam zamanlı olarak faaliyet gösterirler.
9. Bu faaliyetler esnasında sürekliliği olan bilgiler bir arşiv veya bilgi havuzunda toplanır. Yeni bilgiler bu bilgilerle karşılaştırılarak elde edilen sonuçlar kullanılır ve bunlardan gerekli görülenler bu havuza ilave edilir.
10. İstihbarat geçmişle de ilgilenir, ancak geçmişe ait bilgiler genel bir bilgi altyapısı oluşturmak için kullanılır. İstihbaratın asıl ilgilendiği; mevcut durumu anlamak ve gelecekte neler olabileceğine dair öngörülerde bulunmaktır.
11. İstihbaratta kaynakların çeşitliliği önemlidir.
12. İstihbarat önceden tespit edilen ihtiyaçlara göre yürütülür. Yani planlı bir faaliyettir.
13. İstihbarat; devletin değişik kademelerinde görev yapan planlayıcılara, karar vericilere ve uygulayıcılara, bu faaliyetleri daha doğru ve uygun bir şekilde yapmalarına yardımcı olacak şekilde faaliyet gösterir.
Bu tespit ettiğimiz temel hususlara başka bazı konular da ilave edilebilir. Ancak tespit ettiğimiz bu hususları göz önüne alarak bütüncül bir istihbarat tanımı yapmanın mümkün olduğunu düşündüğümüzden değerlendirmelerimize burada son veriyoruz.
Konuyu tüm yönleriyle ele alarak değerlendirdikten sonra şöyle bir istihbarat tanımı yapmanın uygun olduğunu düşünüyorum: İstihbarat; ‘’Devletin her kademesindeki planlayıcıların; doğru planlama yapmaları, karar vericilerin; doğru karar vermeleri ve uygulayıcıların; uygun hareket tarzlarını doğru bir şekilde uygulamaları için, faaliyet gösterdikleri alanlarla ilgili olarak önceden belirlenen hedefler hakkında, her türlü kaynaktan elde edilen haber ve bilgilerin; (toplanması, değerlendirilmesi, yorumlanması ve birleştirilmesi suretiyle) analiz edilmesi sonucunda hedefin mevcut durumunun ortaya konulması ve gelecekte neler yapabileceğine dair öngörülerde bulunulması sürecidir.’’




[1] Ahmet YÜKSEL,2’nci Mahmut Devrinde Osmanlı İstihbaratı, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013, s. 23.
[2] http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.52dddbf01a99e6.42057183.
[5] KKT 30-5, Muharebe Sahası İstihbarat Faaliyetleri, K.K. Basımevi, Ankara, 2002, s. 3-1.
[6] TSK İstihbarat Okulu, İstihbarat Subay Temel Ders Notları.
[7] Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, İstihbarat Teorisi, Kripto Yayınevi, 4. Baskı, Ankara, 2010,  s. 27.
[8] ÖZDAĞ, a.g.e.,s. 30.
[9] Sait YILMAZ, Dünyayı Yöneten Güç, İstihbarat Bilimi, Kripto Yayınevi, Ankara, 2013, s.99.
[10] Sait YILMAZ, a.g.e., s.119.
[11] Sait YILMAZ, a.g.e., s.155.

1 Ocak 2014 Çarşamba

TSK'da neler oluyor? Yeni bir darbe mi geliyor? Cemaat lideri Fethullah Gülen neden musalla taşı ile uyarıda bulunuyor? Cumhurbaşkanı Abdullah Gül neden darbeden bahsediyor?


Hükumet; ayakkabı kutularında çıkan paraların kamuoyuna yansıdığı operasyonlardan sonra Fethullah Gülen Cemaati’nin, devletin önemli tüm kurumlarına sızarak paralel devlet haline geldiğini iddia etmeye başladı. Herkesin bildiği gibi bunun bir doğruluk payı da var. Ama hükumet bu söylemin ne anlama geldiğini tam olarak açıklamamakta ve nedense hep polis ve yargı üzerindeki sızmalardan bahsetmektedir.
Peki, neden Silahlı Kuvvetlerden hiç bahsetmiyorlar?
Cemaat Silahlı Kuvvetlerde de aynı yapılanmayı kurmadı mı?
Benim değerlendirmeme göre evet, kurdu.
Bunu neye dayanarak söylediğim sorulabilir.
Anlatayım.
Sanırım iki yıl önceydi. Bir emekli Tümgeneral Türkçe olimpiyatlarında sahneye çıkıp konuşma yaptı. Her iki kelimesinden sonra muhterem Fethullah Hocaefendi diyordu. Bu generalin görev yaptığı dönemde YAŞ'ta çok titiz incelemeler yapılıyor ve tarikat/cemaat bağlantılı subay ve astsubaylar ordudan atılıyordu. Peki, bu general emekli olduktan sonra mı Cemaatçi oldu? Sanmıyorum. Kanaatimce daha önce ''uyuyan ajan'' olarak sızdırılanlardandı. Ama emekli olana kadar tespit edilememiş, kendisi de deşifre olmadan o rütbeye kadar gelebilmiştir.
Bu, uyuyan ajan sözüne biraz açıklık getireyim.
2008 yılında, Ankara'da bir lokantada yemek yiyordum. Yan masada, görünümlerinden (Takım elbiseli ve kravatlı idiler.) devlet memuru olduğunu sandığım 3-4 kişinin konuşmaları dikkatimi çekmiş ve kulak misafiri olmuştum.
Bu şahısların konuşmaları özetle şöyleydi: ''Cemaatin elinde bazı kasetler varmış. Bu kasetler şifreli olduğundan açamıyorlarmış. Kasetler emekli Tuğgeneral Veli Küçük ve Cumhuriyet mitinglerini yapanlarla ilgiliymiş. Cumhuriyet mitingleri ve bunların emekli askerler ile bağlantıları cemaati çok endişelendiriyormuş. Bu gidişatın önü kesilmezse durum kendileri için çok kötü bir şekilde gelişebilirmiş. Cemaat bu gelişmeleri engellemek ve ters istikamete çevirmek için bir çalışma içindeymiş. Bunu da polis ve yargı üzerinden yapacaklarmış.
Cemaat bir kaç emin ev ayarlamış. Buraya, bazıları cinsi sapık ta olan bazı hackerler yerleştirip bu gençlere (çocuklar diyorlardı) bol miktarda içki, yemek ve para veriyorlarmış. Bu hackerlerden biri aynı zamanda esrarkeş ve porno film düşkünü biriymiş. Bu çocuklara, bu CD'lerin şifresini kırdırıp çıkan bilgilere ellerindeki bilgileri de katarak bir düzenleme yapacaklar, polis ve yargıdaki adamları vasıtasıyla bu şahısları adım adım mahkeme sürecine sokup daha sonra emekli ve hala çalışan bazı ordu mensupları ve bazı gazeteciler hakkında, gelişmelere göre davalar artıracaklarmış.
Fethullah Hoca askeriyeye operasyon için fetva vermiş. Cemaat bu konuda kesin kararlıymış. Fethullah hoca ayrıca başka bir fetva da vermiş. Orduya subay yetiştiren okullara, daha önce cemaat okullarında kaydı olmayan gençler sızdırılacak ve önemli yerlere gelmeleri için desteklenecekmiş. Çok önceden beri denedikleri bu yöntem; orduya giren bu subayların namaz kılıp oruç tutmaları, daha önce cemaat okulları veya dershaneleri ile bağlantıları olmaları gibi sebeplerle deşifre olup tasfiye ediliyorlar ve bu sebepten cemaat mensupları ordudaki kritik yerleri yeteri kadar başarıyla ele geçiremiyormuş. Hocanın yeni fetvası bu mahsuru ortadan kaldırmaya yönelikmiş. Yeni sızdırılan kişiler daha önce cemaatle okul veya dershane gibi bağlantısı olmayan çocuklardan seçilecekmiş. Bu öğrenciler okurken ve subay olduktan sora en laik subaydan daha laik davranacaklarmış. Kesinlikle namaz kılmayacaklar ve oruç tutmayacaklarmış. İçki içecek ve evlendiklerinde eşleri de çok açık giyineceklermiş. Burada kullanılan cümle şöyleydi: 'Başkaları bir kadeh içiyorsa bizimkiler üç kadeh içecek, başkalarının eşleri diz hizasında etek giyiyorsa bizimkilerin eşleri mini etek giyecek. Konuşmalarında ve tavırlarında da tavizsiz laiklik taraftarı görünecekler. Ta ki, önemli yerlere gelinceye kadar.' Konuşanların iddiasına göre o yıl Kara Harp Okuluna bu özellikte 50 kişi sokulmuş.''
İşte uyuyan ajan böyle bir şeydir. Kendisine görev verilene kadar normal bir insan gibi yaşayan, ama aslında belli bir amaç için bir ülkeye veya kuruma sızdırılmış kişidir uyuyan ajan. Emir verilene kadar herhangi bir ajanlık faaliyetinde bulunmaz. Sıradan insanların arasına karışır ve dikkat çekmez.
Tabii tüm bu duyduklarım bu 3-4 kişinin boş konuşmaları da olabilir.
Ancak adamlar ne konuştuysa daha sonraki yıllarda bir bir ortaya çıktı.
Operasyonlar ve CD'leri herkes biliyor.
Ama sızmalar konusunda kimsenin bir şey dediği yok. Nejdet Özel'in Genelkurmay Başkanı seçildiği YAŞ'tan başlayarak irticai sebeplerle ordudan atılan kimse de yok.
Şimdi size bir şey anlatacağım.
Orduda terfi sezonu hazırlıkları bir önceki yılın terfilerinden kısa süre sonra (Eylül-Ekim aylarında) başlar. Önce ilgili kuvvetlerde Personel Başkanlıklarında bir sonraki yılda terfi sırasında olanların listeleri çıkarılır. Bunlar sicil, takdirname vb. notlarına göre belli bir sıraya konulur. Bu sırada personel başkanlıkları ve bu başkanlıklardaki kurmay şubelerde görevli kişiler aşağı yukarı kimlerin terfi edebileceğini yaptıkları listelerden görürler.
Şimdi burada da bir konuya vurgu yapmak istiyorum.
İnternette açılan bazı sitelerde, her yıl,  bir sonraki yıl terfi sırasında olan subaylar ve generaller hakkında bu kişileri itibarsızlaştırmaya yönelik iddialar da Eylül-Ekim ayından itibaren başlar ve terfi zamanı olan Ağustos ayına doğru giderek yoğunlaşır. Açılan davalar ve bu davalarda tutuklama ve baskınlar da bu tarihlerle büyük bir örtüşme gösterir. Peki, bu yayınları yapanlar, bu davaları açanlar ve tutuklamaları yapanlar bu terfi edecek kişileri nereden biliyorlar?
Bunları personel başkanlıklarında çalışanlar hariç kim bilebilir?
Acaba Genelkurmay ve Kuvvet personel başkanlıklarında cemaatin uyuyan ajanları olabilir mi?
Bilmiyorum ama olayları incelediğimde bana sanki varmış gibi geliyor. Sanki birileri anketlerde sıralama yapacak personeli etkilemeye çalışmakta ve sürekli karalama kampanyaları düzenlemektedir.
Çünkü bu terfi sıralamasında olan personel listeleri anket yapılması için (Her albay kendisi hariç terfie layık gördüğü belli sayıda albayı listeden seçer ve verilen bir form'a yazar. Bu anket her rütbedeki aday için kendi rütbesindeki kişiler ve kendisinden kıdemli generallerce doldurulur.) birliklere gönderilir. Formlar Ocak-Şubat aylarında doldurulur ve kuvvetlere gider. Bu formlara göre kuvvetlerde sıralama yapılır.
İlginçtir bu sürece paralel olarak İnternet yayınları da artar.
Peki, bu yayınlar neden bu dönemlerde artar?
Acaba bu listelere bakıp, kendi adamlarını gerilerde görüp, ön sıralardaki diğer subay ve generalleri etkisizleştirerek kendi adamlarının önünü açmak ve terfi şanslarını artırmak için bazı kişi veya oluşumlar (cemaat vb.) tarafından böyle planlı eylemler yapılıyor olabilir mi?
Bunu da bilmiyorum. Ama bunun da böyle olabileceğini değerlendiriyorum. Bence,  anketlerde tüm çabalarına rağmen üst sıralarda çıkan kendilerinden olmayan kişiler YAŞ sürecinin karar vericileri gözünde yıpratılmaya çalışılmaktadır.
Ben bu konuyu daha fazla uzatmayacağım.
Terfi süreci ve karalama, itibarsızlaştırma kampanyalarının paralelliğini gazetelerden inceleyen herkes rahatça bir kanaate sahip olabilir.
Ben, silahlı kuvvetlerde çalışırken terfi sırasında kimler var ve bunların terfi şansları nedir bilemezken bunları tespit edip karalama kampanyasını dışarıdan birisi nasıl yapabilir ki?
İçeriden bazı ajanlar olmadan tüm bunlar yapılabilir mi?
Bu konu çok dikkatle araştırılması gereken bir konu değil midir?
Peki, araştırılmış mıdır?
Bilmiyorum.
Araştırıldığını duymadım.
Şimdi günümüze gelelim.
Sanırım dün Fethullah Gülen hükumet üyelerini kastederek musalla taşını işaret etmiş.
Yani sonunuz ölüm demek istiyor.
Peki, bunu nasıl yapacak?
Bildiğim kadarıyla bunların silahlı bir terörist yapılanması yok.
Polis ve yargı ile de bunu yapamayacakları açık.
Hükumet kısa sürede yüzlerce tayin yaparak polis teşkilatını allak bullak etti.
Bunu orduya mı yaptırmayı düşünüyor acaba?
Bu gün yine bir haber dikkatimi çekti. Cumhurbaşkanı, seçimle gelenin seçimle gitmesi gerektiğini söylemiş. Darbelerin zararlı ve yanlış olduğuna işaret etmiş.
Peki, bu da nereden çıktı şimdi?
Acaba cumhurbaşkanının bir darbe beklentisi mi var?
Fethullah Gülen'in musalla taşı işareti ile bunun bir bağlantısı mı var?
Ordu ve cemaat birleşip darbe mi yapacak. Aynı yeniçeriler ve Bektaşi tekkeleri (ve ulemanın desteğiyle tabii ki) bir hareket içine mi girecekler.
Bilmiyorum.
Açıkçası bunu çok mümkün de görmüyorum ama çekincelerim de yok değil.
Çünkü, burası Türkiye.
Burada her şey mümkün gibi görünüyor.
Hükumet cemaatle birleşip kendi idaresindeki bir devlet kurumu olan Orduya operasyon yapabiliyor.
Meydanı boş bulan hükumet üyeleri fütursuzca ayakkabı kutularında evlerine para taşıyabiliyor.
Gücü kim kullanacak kavgasından cemaat ve hükumet çatışmaya girebiliyor ve başı ABD'de olan bu cemaat hükumetin bu açıklarını kullanarak sivil darbe diye tanımlanan bir operasyon yapabiliyor.
Bu durum, ''Postmodern darbemiz vardı şimdi de dost modern darbemiz oldu.'' diye espri konusu bile olabiliyor.
Bunları ben değil ülkenin başbakanı, bakanları ve gazetecileri söylüyor.
Bu kadar acayip bir ülkede her şey olabilir diye düşünmemek elde değil.
Ülkemiz tam bir kaos içine girmiş durumda.
Devleti yönetenler tam bir acz içindeler.
Tüm devlet mekanizmaları elindeyken hukuki ve güvenlik açısından gerekeni yapamıyorlar ve aczlerini ortaya koyarcasına; ''Paralel devlet var. Dış güçler operasyon yapmaya çalışıyor. vb.'' şeklinde sızlanıp duruyorlar.
Kardeşim. Bunları neden bana anlatıyorsunuz?
Benim polisim, MİT'im mi var?
Bütün devlet kurumlarını siz yönetmiyor musunuz?
Neden bunları kullanarak ülkeye operasyon yapılmasını engellemiyorsunuz da bana ağlaşıyorsunuz?
Beceriksiz misiniz?
Beceremiyorsanız istifa da mı edemiyorsunuz?
Bırakın bu devleti yönetebilecek olanlar yönetsin o zaman.
Neden ülkeyi kaosa sürüklüyorsunuz.
Ben, Osmanlıdan günümüze asker siyaset ilişkileri konulu bir araştırma yapmıştım. Bunu yaparken tarih boyunca yaşadığımız isyan ve darbeleri de incelemiştim.
Bu gün görüyorum ki tarihte meydana gelmiş isyan ve darbelerin öncesinde ortaya çıkan şartlar bugün de ortaya çıkmış durumdadır.
Ama hala tedbir alınacak zaman vardır.
Ancak bu kaos ve yönetim zafiyeti, bu rüşvet, hırsızlık, iltimas vb. söylentileri devam ederse; bu durum ekonomide ani bir gerilemeye de sebep olursa, enflasyon, işsizlik ve develüasyon arka arkaya gelirse durum daha da kötüleşebilir.
Tam olarak darbe şartları ortaya çıkabilir.
Acaba cemaatin amacı da bu mudur?
Ülkeyi bir kaosa ve darbe ortamına mı hazırlamaktadır?
Acaba darbeciler cemaatin gizli ajanları mı olacaktır?
Bunlar tamamen komplo teorisi gibi gelebilir. Ama tarihimize bir bakın.
Balkan savaşından bir gün önce bir bakan; ‘’Balkanlardan imanım kadar eminim.’’ Diyordu.
1960 darbesi öncesi darbe hazırlığını ihbar eden subay hariç kimse cezalandırılmadı. Çünkü darbe yapılabileceği düşünülmüyordu.
Daha bir çok örnek verilebilir.
Ben yine de bu ihtimali bir düşünün diyorum.
Yoksa durup dururken bu musalla taşı edebiyatı nereden çıktı?
Cumhurbaşkanı neden darbe vurgusu yapıyor?
Değil mi?
Şüphe insanı rahat koymaz ama bir çok beladan da korur.

Saygılar sunarım.




6 Aralık 2013 Cuma

Taraf Gazetesi ve Mehmet Baransu, Başbakanlık, MİT ve MGK Genel Sekreteri.


Eskiden tanıdığım bir adam vardı. Şimdi rahmetli oldu. Bu adama birisi saçma sapan bir şey söylediği zaman ağız dolusu küfrederdi. İnsanlar da bunu bildiğinden adamı kızdırıp eğlenmek için kasten saçma sapan şeyler söyler onu kızıştırırlardı. Bir gün bizim bir arkadaş ta sırf adamı denemek için saçma bir şeyler söyledi. Adam dedi ki; ''Şaka mı, yapıyorsun, küfür mü istiyorsun?'' 
Arkadaş; ''Niye ki?'' diye sorunca, adam; ''Şimdi sen okumuş yazmış adamsın. Az çok kafan çalışıyordur. Bu kadar saçma bir şeyi söylediğine göre muhtemelen şaka yapıyorsun diye düşünüyorum. Eğer bu bir şaka değilse o zaman canın küfür istediği için kasten saçmalıyorsun. Onu anlamak için sordum.'' '' dedi.
Arkadaş; ''Şaka yapıyorum abi! Kusura bakma.'' dedi de adamın yanından zılgıtı yemeden ayrıldık.

Bugün, gazetelerde bazı haberleri okuyunca nedense o adam aklıma geldi. Bunlar şaka mı yapıyorlar acaba diye kendi kendime sordum.


''Başbakanlık, MİT ve MGK; Taraf Gazetesi ve Mehmet Baransu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na ayrı ayrı suç duyurusunda bulunmuşlar.''

Peki neymiş Baransu'nun suçu?

Bu şahıs Taraf Gazetesi'nde, hükumetin MGK'da, Fethullah Gülen Cemaatini bitirme konusunda o zamanki MGK üyesi generallerle beraber yaptığı planı yayımlamış. Bu adam bir süredir hükumetin pek hoşuna gitmeyen başka (fişlemelerle ilgili vb.) yayınlar da yapıyormuş.

Başbakanlık; "Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala'ya hukuka aykırı fiil isnat etme suretiyle iftira suçunun işlendiğini" belirtmiş ve Baransu hakkında kamu davası açılması talebinde bulunmuş.

MGK Genel Sekreterliği ise; "MGK kararlarının gizli kalması kuralının ihlaline ve konuya ilişkin gerçeğe aykırı yayınlar yapıldığı" için gerekli soruşturma ve işlemlerin yapılmasını istemiş.

MİT Müsteşarlığı suç duyurusunda, 2 Aralık 2013 tarihli haberde imzası bulunan Baransu ve Taraf gazetesi hakkında cezai takibat yapılması talep etmiş.

Bu şahıs, daha önce de meşhur bir bavulla ortaya çıkıp gerçek olduğunu söylediği gizli ve çok gizli gizlilik derecesi olduğu iddia edilen evrakları gazetesinde yayımladı. Eğer bu evraklar gerçek ise, ki mahkemeler gerçek kabul edip bir sürü insanı hapse attı, bu gizli evrakları yayımlamak suç olmadı da şimdi nasıl benzer bir evrağı yayınladı diye suç işlemiş oluyor?

Bu adam televizyon konuşmalarında evrakları nasıl aldığını anlattı, daha sonra uzun saçlı bir eski askerden bahsedildi ve ben bile bu kadar bilgiden sonra kimi kastettiğine dair bir tahminde bulunabilecek duruma gelmişken güvenlik güçleri bu şahsı neden araştırıp bulmadılar?
Bu şahıs, çok büyük bir suçun ya ortağı veya esas müsebbibi değil midir? Çünkü; eğer mahkemelerin de kabul ettiği gibi bu evraklar gerçek ise, bu şahıs ya bu evrakları askeri bir birlik veya karargahtan çaldı veya ordu içinde işbirlikçi biri tarafından çalınarak kendisine verildi. Bu evraklarda da sözüm ana gizli veya çok gizli bilgiler varsa adam kanunlara göre suç işledi. Bu kadar evrakı bir gazeteciye ne karşılığı verdiği belli olmayan bu şahıs acaba başka evrakları da yabancı devlet temsilcilerine satmış olamaz mı? Bu konuyu neden kimse araştırmadı?
Türkiye'de stratejik seviyede İstihbarata Karşı Koyma görevinden MİT sorumludur. Acaba MİT bu uzun saçlının başka ülkelere gizli askeri bilgileri satıp satmadığını araştırdı mı?
Bu adamın ortaya çıkardığı evraklardan bazıları, basından takip ettiğime göre, sahte evrak olarak tespit edildiğinden mahkemelerce delil kabul edilmedi. Bu durumda, Baransu ve Uzun Saçlı, bazı devlet görevlileri hakkında sahte belgeler üreterek ve bunları yayınlayarak insanları töhmet altında bırakmış olmadılar mı? Peki, bunun için Baransu veya Uzun Saçlı hakkında hangi kanuni işlem yapıldı da, şimdi adamı, gerçek olduğu hükumet üyelerince de teyit edilen belgeler yüzünden, hukuka aykırı fiil isnat etme suretiyle iftira suçunun işlendiği ve MGK kararlarının gizli kalması kuralının ihlaline ve konuya ilişkin gerçeğe aykırı yayınlar yapıldığı iddiasıyla dava ediyorsunuz?
Mahkemeler bir sürü insanı casusluk iddiası ile yargılıyorlar. Nedir casusluk? Devlete ait gizli bilgileri para karşılığında, şahsi çıkar karşılığında veya başka bir maksatla gizlice ele geçirip yetkili olmayan kişilere veya yabancı devlet mensuplarına vermek değil midir? Uzun saçlı bu evrakları gizlice ele geçirip yetkisiz kişilere verdiğine göre, bu casusu hangi polis araştırmış, hangi mahkeme bu şahıs hakkında soruşturma açmıştır?
MİT'in açtığı dava özellikle çok daha tuhaftır.
Kardeşim! Sen kaç yıldır askeri evrakları gizlice çaldığını ve bunu dışarıya sızdırdığını söyleyen ve bunu bir övünme vesilesi haline getiren şahıslar hakkında ne yaptın? Bunlara bu evrakların nasıl sızdırıldığı ile ilgili hangi araştırmayı yaptın? İKK senin görevin değil mi? Casusluğa karşı mücadele senin görevin değil mi? Şimdi mi aklın başına geldi? Sızan evrak senden olunca mı evrak sızdırmak suç oluyor?
Garabet bu kadarla kalsa iyi. Bu gün Hüseyin Çelik, MİT Müsteşarını savunacağım derken, devletin bazı kurumlarının bazı kişileri fişlemeye devam ettiğini ve bu sızdırılan fişleme evraklarının gerçek olduğunu da teyit etmiş. ''MİT'in veri tabanında bir araya getirilen bilgiler birileri tarafından, içeridekiler tarafından bu adı geçen gazeteye servis edilmiştir. Özellikle AKP'yle belli konularda tartışmaları olan bazı kesimlere mensup veya yakın kişiler seçilmiş. Hepsine baksanız başka insanlarla ilgili bilgiler de vardır." demiş. Yani; başka fişlenen insanlar da var ama bizim son günlerde bunlarla sorunumuz olduğundan sadece bunları sızdırmışlar demeye çalışıyor.
Ee? 
Hani kardeşim, siz fişlemeye karşıydınız. 
Asker şunu fişlemiş, bunu fişlemiş diye avaz avaz aylardır bağırıyordunuz. 
Ne oldu? 
Siz niye fişleme yapıyorsunuz veya yapanlara neden engel olmuyorsunuz o zaman?

Diğer söylediği husus ise bundan da vahim....
MİT'te de bazıları gizli bilgileri kasten dışarı sızdırmaya başlamış. Hem de hükumetin kontrolünde olan bir devlet teşkilatının bazı mensupları hükumete komplo düzenliyormuş. 
Ordu hükumete darbe yapacak diye temizlendi. 
Cemaat, hükumete karşı çıkmaya başladı diye bitirilmeye çalışılıyor. 
Yoksa şimdi de sıra MİT'e mi geldi. 
Burada komplocu var, darbeciler var diye bir temizlikte MİT'te mi yapılacak.
Olayın diğer bir özelliğinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. 
Şimdi, adını, televizyon ekranlarında çok uzun süre geçtiği, hakkında türlü türlü yorumlar yapıldığı için çoğu insanın hatırlayabileceği denizci bir albayın durumuna gelelim. 
Bu adam neyle suçlandı? 
Gülen'i bitirme planını yazmış ve altında da imzası var denmedi mi? 
Adam bu sebeple günlerce, yok ıslaktı, yok kuruydu diye kendini anlatmaya çalışmadı mı? Adam, darbeci, terör örgütü mensubu gibi iddialarla itham edilmedi mi?
Ah be kardeşim!...
Bu adam bu evrağı yazdı iddiasıyla hapse girdi ama şimdi ortaya çıktı ki, aslında bu evrakta yazılan plan MGK'da, eski davalar zamanında kasaptaki ete soğan doğramayan ve ben bu iddialar doğrudur da yanlıştır diyemem diye konuşan paşalar ile sayın başbakanımız ve onun bazı bakanlarınca, planlanmış ve altına imza atılmış.
Olay bununla da kalmamış, hükumet tarafından uygulamaya da konmuş. Buna dair evraklar da malum gazetede yayımlanmıştır.
Ee? Şimdi ne olacak?
Bir yazılı evrakın altında imzası var diye bir albay hapse girerken, bu evrakta yazılan planı yapan MGK mensupları hakkında ne işlem yapılacak?
Bunu uygulamaya koyan hükumet yetkilileri hakkında ne işlem yapılacak?
Eğer bazı dini örgütler veya cemaatler ile mücadele etmek bir suç ise savcılarımız bu kadar delilden ve hükumet üyelerince de bu delillerin doğruluğunun kabul edilmesinden sonra harekete geçmek için ne bekliyorlar?
Eğer bu işlem suç değil ise, o zaman bu albay niye hapse atıldı?

Hala niye hapiste?
Dikkat edin!
Hükumet cemaat karşısında geri adım attı.
Hem de,  fanatik taraftarlarının, şimdiye kadar hiç kimsenin karşısında geri adım atmamış olmasıyla övündüğü bir başbakanın başında olduğu hükümet pes etti ve geri adım attı.
Bu durumdan kimse şüphe duymuyor mu?
Sanırım sızdırılmasından korktukları çok önemli şeyler var.
Cemaatin eli uzun. Eskiden işbirliği yaparlarken ne kadar tehlikeli olduklarını anladılar.
Bu yüzden restleşmeye cesaret edemiyor olmalılar.
Bu gazete ve gazeteci ise kontrolü zor ama küçük unsurlar.
Ama ne olur ne olmaz diye bunların da üzerine doğrudan gidilmiyor, memurlara dava açtırılıyor.

Göründüğü kadarıyla sıkıntı, başbakanımızın hayt huytla çözemeyeceği kadar büyük.
Bundan sonra gelebilecek haberleri bildiklerinden bu kadar tedirgin olduklarına göre, ya tam bilmedikleri başka şeyler de ortaya çıkarsa?
Hem de yerel seçimler yaklaşırken?
Eeeee! Pandora'nın kutusunu bir defa açtınız mı, oradan ne çıkacağını artık kontrol edemezsiniz. Ya da Putin'in söylediği gibi ;''Cebinde akrep besleyen, elini cebine sokmasın. Akrep bir gün onu da sokacaktır.''
Saygılar sunarım.




9 Kasım 2013 Cumartesi

İstihbarat Savaşları: Casusluk skandalları ve Türkiye.


Dünya bir süredir casusluk skandalları ile çalkalanıyor. Daha önce Assange'ın sızdırdığı bilgilerin ardından bu sefer ABD Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) ve Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) sistem analisti Edward Snowden, siber casusluk üzerinden yürütülen devletlerarası istihbarat mücadelesini açıkça gösteren bilgileri sızdırdı.
İzleme ve istihbarat servislerine ilişkin gizli bilgileri İngiliz The Guardian’a sızdırması -ardından, ABD’den kaçarak önce Hong Kong’a sonra Rusya’ya gitmesi büyük bir diplomatik hareketliliğe yol açtı.
ABD’nin terörizm gerekçesiyle kitle takip programlarını ya da NSA tarafından yönetilen PRISM ve TEMPORA adlı programlarla tüm dünyada telefon ve internetle yapılan görüşmeleri takip ve kayıt ettiğine ilişkin açıklamaları uluslararası krize dönüştü.
NSA Başkanı Amerikan Kongresi’nde bir komisyona gizli programla ilgili bilgi vermek zorunda kaldı.
Google, Facebook ve Microsoft kendilerinden istihbarat kurumlarına kullanıcı bilgilerini teslim etmesini isteyen federal mahkeme emirlerini yayınlayabilmek için izin verilmesi talebiyle Obama yönetimine başvurdu.
Amerikan Sivil Haklar Sendikası (ACLU) ABD hükumetini gizli izleme programının özel yaşamı ve bireysel özgürlükleri ihlal ettiği ve bunun anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle dava etti.
Brezilya Cumhurbaşkanı Dilma Rosef casusluk faaliyetleri sebebiyle planlı Amerika ziyaretini iptal etti.
Ekim’de Alman Der Speigel’de, ABD yönetiminin NSA ve CIA vasıtasıyla AB’nin ve özellikle Almanya'nın Amerika’daki bürolarında ve BM merkezindeki temsilciliklerinde casusluk yaptığına dair yayınlar çıktı.
Sonra İngiliz The Guardian gazetesi Snowden’in sunduğu belgelere dayanarak ABD’li bir yetkilinin hepsinin dinlenilmesi kaydıyla NSA’ya verdiği ve içinde 35 ülke liderinin de bulunduğu 200 telefon numarasını yayınladı.
Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande Başkan Obama’yı aradılar, telefon görüşmelerinin dinlenmesine itiraz ettiler,bunun asla kabul edilemez olduğunu vurguladılar.
Brezilya, Almanya’nın yardımı ile siber casusluk faaliyetlerinin yasaklanması ve özel yaşam alanlarının güvence altına alınması ile ilgili hakların genişletilmesini öngören bir karar taslağını BM Genel Kurulunda onaylatmaya çalışıyor.
Edward Snowden’ın sızdırdığı son belgeler, ABD’deki Türk elçiliğinin de dinlendiğini ortaya koyuyor.

Bunlar gazetelerde çıkan haberlerden sadece kısa bir özet niteliğindedir. Bunları muhtemelen çoğu kişi de okumuştur. Benim burada dikkat çekmek istediğim bu olayların Türkiye ile olan bağlantı ve mukayese sidir. Özellikle şunlar açıklanması zaruri olan konular:
1.Uzun süredir vurguladığım bir hususun ne kadar isabetli olduğu burada da görülmektedir. Dünya çok uzun bir süredir İnternet ve telefon hatları üzerinden bir siber savaş içine girmiş durumdadır. Maalesef Türkiye bu konuda çok geride ve savunmasız durumdadır.
Bu dinleme olaylarını pasif anlamda düşünmeyin. Buradan elde edilen kayıtlar uygun şekilde düzenlenerek ve bilgiler ihtiyaca göre tasnif edilerek bilgi harbi ve psikolojik harp faaliyetlerinde saldırgan bir şekilde kullanılmaktadır.
Son 10 yılda Türkiye'de meydana gelen yasa dışı dinleme ve bunların İnternet ortamında istenilen şekilde düzenlenerek yayımlanması olaylarının bu dinleme skandalı ile bir bağlantısı olabilir.
2. ABD sivil toplum kuruluşları özel hayatın ihlali ve yasa dışı dinleme konularında çok hassas davranmış ve Obama'yı mahkemeye vermeye kadar işi götürmüştür. Obama ise suç üstü yakalanan çocuk gibi kıvranmaktadır.
Ama çok demokratikleştiği iddia edilen Türkiye'de olay bunun  tam tersidir. Türkiye'de; yasa dışı dinleme, özel hayatın gizliliğinin ihlali ve devlet görevlilerini itibarsızlaştırma maksatlı  yapılan faaliyetler yasaklanmak yerine takdir görmektedir. Hatta bu suç eylemi araştırılıp suçlular cezalandırılacağına, yasa dışı bu veriler kanunlara aykırı bir şekilde mahkemelerce delil olarak kabul edilmekte ve bu delillere dayanılarak insanlar yargılanıp mahkum edilmektedir. Mağdur olan insanlar suçlu konumuna sokulmaktadır. Suç işleyen yasa dışı dinleme yapanlar için ise neredeyse meçhul (Aslında o kadar da meçhul değiller ama neyse!) kahraman anıtı dikilecektir.
3.ABD'ye karşı, gizli bir şekilde dinlenen bütün büyük devletler doğrudan ve açık bir şekilde sert tepki göstermişlerdir. Ama bizim yetkililerimiz bu konuda hiç bir tepki göstermemiştir. Acaba büyük devlet olduk söylemleri halkı uyutmak için söylenen bir masaldan mı ibarettir? Büyük devlet isek diğer büyük devletler gibi neden hiç bir tepki göstermedik. Yoksa bizim devletimizin bazı kurumları diğer bazı kurumları dinleyerek siyasi bir tasfiye işleminde kullanılmıştır da bunun da bu karambolde ortaya çıkmasından mı korkulmaktadır?
4.Tüm bunları göz önüne alarak, hükumetimiz; yasa dışı dinlemeleri tespit ve cezalandırmak için uygun yasal düzenlemeyi, bu suçları tespit edebilecek yetenekte güçlü bir bilişim suçları birimini (bu birim de yozlaşmaya karşı denetlenmelidir) kurmayı, dış dinleme tehdidi ve siber saldırılara karşı savunma ile beraber saldırı yeteneği de olan bir siber savaş birimini (bu birim de yozlaşmaya karşı denetlenmelidir) ne zaman kuracaktır?
Acaba hükumetimiz ve ilgili kurumlarımız bu sorunlara çözüm bulma yeteneğine (veya niyetine) sahip değil midir?
Sade bir vatandaş olarak bunları ciddi bir şekilde merak ediyorum.


Saygılar sunarım.