.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

23 Aralık 2016 Cuma

Suriye'de olanlardan kim sorumludur?


Suriye ile ilgili tartışmalarda Esat rejiminin taraftarlığını yapanlar siz konuşmaya başlar başlamaz hemen ABD emperyalizminden, İsrail entrikalarından bahsederek konuyu saptırma eğilimine giriyorlar nedense. 
ABD emperyalizmi, Rus emperyalizmi, bizim hatalı dış politikamız gibi söylemler Suriye'nin durumu ile ilgili olarak yapılan tartışmaların bir başka boyutu ve bu boyuttaki sorunlar da esas olarak Esat rejiminin kötü yönetiminin bir sonucu. 
ABD, Rusya'ya da oyun oynuyordur ama bir şey yapamıyor. 
Niye? 
Çünkü Rusya güçlü... 
Almanya'ya da oynamaya çalışıyordur ama yapamıyor. 
Neden? 
Çünkü Almanya hem güçlü, hem demokratik bir yönetimi var hem de iyi yönetiliyor. 
Suriye ve Irak gibi ülkelerde ise bu amacına kolayca ulaşıyor. 
Neden? 
Çünkü bu ülkeler çok geri kalmışlar. 
Çok kötü yönetiliyorlar. 
Hem de uzun süreden beri. 
Eğitimsiz ve ilkeller. 
Çünkü yönetim sadece kendisinin iktidarda kalmasını düşünmüş hep.
Ben Suriye'ye birçok defa gittim. 
Bunların çoğu Suriyeli heyetlerle beraber yapılmış resmi gezilerdi. 
Suriye bizden en az 40-50 sene gerideydi ben gittiğim dönemlerde. 
Her şey ilkel ve kötüydü. 
Trafik ışığı bile yoktu. 
Yol kenarları arıza yapmış arabalarla doluydu. 
Çünkü en yeni araba 15-20 yaşındaydı. 
Lazkiye'de bazı yeni arabalar gördüm. 
Suriyeli bir Türkmen albaya sordum. 
Yönetimdeki adamların çocuklarınınmış. 
Sadece yönetime yakın kesimler dışarıdan yeni araç,  getirebiliyormuş. 
Diğer vatandaşlar onların kullanmaktan bıktığı arabaları artık iyice eskidikten sonra onlardan alıyormuş. 
Daha neler gördüm anlat anlat bitmez. 
Bizi 1970'li yıllarda Akdeniz olimpiyatları için yapılmış stada götürdüler gezdirmek için.
Çünkü gösterebilecekleri daha iyi bir yerleri yoktu. 
Statta kapılar sökülüp götürülmüş. 
Ne olduğunu sordum. 
Türkmen kökenli albay kapıların çok para ettiği için Baasçıların çocukları tarafından söktürülerek satıldığını söyledi. 
Suriye'den Türkiye'ye ve Türkiye'den Suriye'ye yapılan kaçakçılığın hangi kalemlerde yapıldığından da Suriye'nin durumu anlaşılıyordu. 
Suriye'den bize yapılan kaçakçılıkta genellikle Suriye devlet üretme çiftliklerinden çalınan inekler yakalıyorduk sınırda. 
Bir diğer önemli madde de uyuşturucu maddelerin işlenmesinde kullanılan asit anhidrit. Türkiye'den Suriye'ye ise çanak antenler ve müştemilatı, pompalı tüfek, araba parçaları. Bunlar Suriye'de çok para ediyormuş. 
Çünkü arabaların çoğu eski ve dışarıdan parça ithalatı yapılmadığı için. 
Bir şey daha anlatayım bu kadar Suriye'debn bahsetmişker. 
Böylece Suriye'yi Baas yönetiminin ne hale getirdiği daha iyi anlaşılabilsin.
Sınır ihlali var diye Suriye bize protesto çekmişti bir defasında. 
Ben, bazı yetkililerle birlikte Suriyeli yetkililerle sınır kapısında görüşmeye gittim. 
Görüşme sonucunda iddiayı yerinde tetkik etmek için ihlal olduğu söylenen yerde bir gün sonra buluşmayı kararlaştırdık. 
Ertesi gün kararlaştırılan saatte ben bölgenin değişik ölçekteki haritaları ile bir GPS (Şimdi arabalara bile takılan, bulunduğun yari gösteren Tomtom gibi cihazların askeri ve daha fazla fonksiyonu olan modeli) alıp taburdan görevli personel ve kaymakamlık yetkilileriyle olay yerine gittim. 
Suriyeliler ise bomboş gelmişler. 
Yalnız yanlarında yaşlı bir adam vardı. 
Türkmen albaya bu kim diye sordum, bilirkişi olduğunu söyledi. 
Bilirkişi neyi biliyor anlamadığımdan meraklandım ama fazla bir şey sormadım çünkü ne zaman Türkmen albayla konuşsam Muhaberatçı yarbay hemen yanımıza yaklaşıyordu. 
O zaman da Türkmen albay paniğe kapılmaya başlıyordu. 
Ha bu arada bahsettiğim albay asker değil. 
Suriye'de sivil yöneticilerin bazılarına da rütbe veriyorlar. 
Aynı Osmanlıda sivil yöneticilere paşa dedikleri gibi bu adama da albay diyorlardı. 
Adamın başı belaya girer diye bir şey demedim. 
Sonra ben haritaları masaya koyup sınırın geçtiği yeri harita ve araziden göstererek sınırda bir yanlışlık olmadığını açıkladım.
Adamlar haritaları görüp beni dinledikten sonra kendi bilirkişilerini masaya çağırıp konuşturmaya başlamışlar. 
Meğer bilirkişi yakındaki köyde oturan bir çobanmış. 
Adam eskiden sınır bölgesine gelip hayvan otlatırmış. 
Uzun süre sınıra yaklaşmaya korktuğu için bölgeye gelmemiş. 
Ancak nasıl olduysa birkaç gün önce tekrar koyunları sınıra yaklaştırmış ve sınır taşının yerinin değiştiğini görmüş. 
Bunu duyunca gülmemek için kendimi zor tuttum. 
Adamların rejimi ilkel olunca her şeyleri, zihniyetleri de ilkel oluyor demek ki diye düşündüm. Hemen GPS'yi çıkarıp bulunduğumuz noktanın koordinatını aldım. 
Harita üzerinden de koordinatı okudum. 
İki rakam aynıydı. 
Bunu gösterdim ve köylünün çoktan beri buraya gelmediği için sınır taşının yerini yanlış hatırlıyor olabileceğini çünkü cihaz koordinatı ile harita koordinatı aynı olması sebebiyle sınırın değişmediğinin açık olduğunu anlattım. 
Adamlar önce elimdeki cihaza bakıp söylediğime inanmadılar. 
Bir plastik parçası nasıl yer söyleyebilir diye düşünmüşlerdir herhalde. 
Bir süre suskun kalıp hepsi muhaberatçı yarbaya bakmaya başladılar. 
Bu yarbayla görüşmelerde sürekli karşılaştığımızda biraz muhabbetim vardı. 
Ne de olsa ikimiz de istihbaratçıydık.
Ben de ona bakınca yarbay bana o alet nedir diye sordu. 
Ben istersen anlatayım bu cihazın ne olduğunu ve nasıl çalıştığını dedim. 
Tamam deyince cihazı masaya koyup ne olduğunu anlatmaya başladım. 
Hepsi gözlerini açmış ne olduğunu anlamaya çalışıyor, bu arada İstanbul'da üniversite okumuş bir Suriyeli tercüman da söylediklerimi tercüme ediyordu. 
Muhaberatçı hemen cebinden bir not defteri ve kalem çıkarıp cihazın şeklini çizdi ve tercümanın konuşmalarını not etmeye başladı. 
Herhalde çok önemli bir askeri sırrı anlattığımı düşünüyordu. 
Fakat bu cihazın sivil tipleri o zamanlar madencilik ve şehir planlamacılığı gibi alanlarda dünyanın çoğu yerinde kullanılıyordu. 
Şimdi telefonlar bile aynı işi yapıyor.
Konuşma bitince Muhaberatçı köylüyü biraz uzağa götürüp sıkı bir şekilde azarladı ve gönderdi. 
O geri geldikten sonra Suriye heyeti kusura bakmayın gibisinden bir şeyler söyleyip Suriye tarafına geçti. 
Biz de adamların durumuna acıyıp kendi halimize şükrederek sınırdan ayrıldık. 
Adamlar ülkeyi dünyadan soyutlamışlar, bırakın sıradan halkı yönetici kesiminden çoğu da dünyadan habersizdi. 
Ülkeyi çok kötü ve hoyratça yönetiyorlardı. 
Bu sebeple Esat yönetiminin ve Baas rejiminin savunulacak hiçbir tarafı yok. 
Ülkenin bu hale gelmesinden Baas ve Esatlar sorumludur. 
Hiç boşuna ABD'yi veya İsrail'i suçlamasınlar. 
Onlar bir şey yapmıyor demiyorum. 
Köpek havlar, kuş öter, yılan da sokar. 
Bu onların doğasında var. 
Emperyalist te sömürü için her şeyi yapar. 
Bu da emperyalizmin doğasında var. 
Ama nasıl yılan güçlü ve tedbirli birini sokamıyorsa emperyalistler de iyi yönetilen ülkelere istedikleri gibi oyun oynayamıyorlar. 
Irak ve Suriye'ye rahatça oyun oynadılar, çünkü bu ülkeler sapık diktatörler ve çarpık bir Arap sosyalizmi ideolojisine dayanan totaliter Baas rejimleri tarafından yönetildi yıllarca. 
Ve tabii ki çok kötü yönetildiler.
Bu sebeple her şeyin sorumlusu onlar.

Konuyla ilgili diğer hususlar hakkında tazılan bir yazıyı okumak için lütfen tıklayınız.

Halep'i ele geçiren Suriye rejiminin günahları.


Baba Esad zamanında da oğul Esad zamanında da Suriye sınırında bulundum ve birçok defa Suriye'ye gittim. 
Baba Esad süzme bir psikopattı. 
Kendisi Nusayri idi ama her cuma Şam'da, Sünniler için önemli bir şahsiyetin imamlık yaptığı bir camide cuma namazı kılardı. 
Fakat ne yaparsa yapsın, hangi mezhep veya ırka mensup olursa olsun benim için fark etmez. 
Çünkü cani ve katil ruhlu bir adamdı. 
Yerine de kendisi gibi bir oğul yetiştirdi ama kader midir nedir oğlan öldü. 
Bu sebeple Esad'ın etrafındaki (çoğu Sünni olan) Baasçılar ve ailenin önünde iki seçenek kaldı. 
Biri Beşar diğeri de şu anda Cumhuriyet Muhafızları komutanı olan kardeşi. 
Bu kardeş tam bir psikopat ve azıcık canı sıkıldığında birini işkenceye gönderen veya öldürten bir katil olduğu için, anne Esad, aile ileri gelenleri ve Baas yönetimi, daha efemine bir kişiliği olan ve kontrolü daha kolay olan Beşar'ı başkan yapmaya karar verdiler. 
Yaşı henüz 35-36 olduğu için kanun çıkarıp cumhurbaşkanı olmak için gerekli yaş sınırını düşürdüler ve babasının yerine komedi şeklindeki bir seçimle başkan yaptılar. 
Beşar İngiltere'de okumuş bir diş hekimi. 
Karısı da Suriye'deki en büyük Sünni Arap  aşiretlerinden birinin reisinin kızı. 
Başlangıçta Beşar'ın Suriye'ye internet getirme ve insanların bankamatik kartı kullanabilmesine izin vermek gibi Mozambik'te bile uzun süredir kullanılabilen yenilikleri yapmasına izin verdiler. 
Bir miktar da demokrasi söylemine ses çıkarmadılar. 
Ancak sivil toplum örgütleri kurulmaya başlayıp ta bu dernekler Esad'ın demokratikleşme söylemine güvenerek bazı basit taleplerde bulununca baba Esad'ın katil eski arkadaşları hemen devreye girdiler ve bu derneklerin başkanları tutuklandı. 
Daha ortada ne Arap baharı ne IŞİD, ne ABD ve ne de İsrail bahaneleri vardı. 
Belki Beşar iyi niyetli biriydi. 
İngiltere'de okuduğundan insan hakları ve demokrasi ile ilgili kitaplar okumuş ve bunlardan biraz da olsa etkilenmişti. 
Ama istediğini yapabilecek güç ve dirayeti yoktu. 
Bir müddet eski yöneticilerin huyuna gidip palazlanmaya çalıştı. 
Yerini koruyabileceğini düşünmeye başlayınca bu eski liderlerden bir kısmını da değiştirmeyi başarabildi. 
Ama annesi ve kardeşinin başı çektiği aile içindeki psikopat grubun gücünü kıramadığından pek bir şey yapamadı. Sonra Arap baharı geldi. 
Bundan tedirgin olduğundan sistemi babası gibi germeye ve böylece Muhaberat cinayetleri tekrar yaşanmaya başladı. Bu hava içinde eski alışkanlıklarını bırakamayan Muhabbet, Dera'da bir elektrik direğine yazı yazan birkaç reşit olmayan çocuğu içeri alıp işkencede öldürdü. 
Çocuklardan kurtulmak için bir dere kenarına attılar.
Fakat büyük bir hata yapmışlardı. 
Çocuklardan biri büyük bir Arap aşiretinin, bölgesinde sevilen ve sayılan reisinin oğluydu. 
Bu çocuklar bulununca Dera'da protesto yürüyüşleri başladı. 
Esat burada suçluları bulup cezalandırarak olayı yatıştırabilirdi ama yapmadı. 
Onun yerine halkın üzerine ateş açtırdı.
Fakat zaman babasının 80'li yıllarda bazı şehirleri haritadan silecek kadar bombaladığı zaman değildi. 
Kendi getirdiği internet, yabancı ve yerli basın sayesinde olaylar duyulunca ülke karıştı. 
Her şehirde barışçı ve tek bir silahlı örgütün bulunmadığı protestolar başladı. 
Bu protestolar da, eğer yönetim isteseydi, yatıştırılabilirdi ama zamanın değiştiğini fark edemediklerinden eski kan içici yöntemleri uygulamaya başladılar. 
Ordu sokaklara çıkıp halkın üstüne ateş açtı ve katliamlar yapmaya başladı. 
Hala ülkede herhangi bir silahlı örgüt yoktu. İlk olarak Suriye ordusundan bazı subaylar kaçarak ÖSO adıyla bir direniş örgütü kurdular. 
Fakat Esad bunları temizlerim diye yanlış bir hesapla ağır silahlarla şehirlere saldırıp PYD nin öncülleriyle işbirliği yapınca ülkede bir çok yerde kontrolü kaybetti. 
Böylece her yerde bazı yerel direniş grupları ortaya çıkmaya başladı. 
Yeni kurulan ÖSO, henüz çok zayıf olduğundan Esadlar gibi çoğu yerde kontrolü sağlayamadı ve değişik radikal dinci örgütler ülkeye akın ederek bazı bölgelerden kontrolü ele geçirmeye başladılar. 
Bu durumun ve bu arada bu gün Esat rejiminin insanları öldürmesine bahane olarak gösterdiği IŞİD gibi terör örgütlerinin ülkede yerleşmesinin esas sorumlusu Baas yönetimidir. 
Salak ve romantik oğlan, babası kadar zalim olamadığı gibi babası kadar da liderliği olmadığından ülkede şu anda kukla durumunda. 
Suriyeyi şimdi Şebiya denilen çeteler, Lübnanlı Hizbullahçılar, İran Devrim Muhafızları, Ruslar ve biraz da Esat ailesi (Beşar değil ama annesi ve kardeşi) ile babasının eski arkadaşları yönetiyor. 
Benim öğrendiğime göre Beşar işler karışınca karısını ve çocuklarını Moskova'ya gönderip kendi de çok sıkışırsa gitmeyi düşünüyormuş. 
Fakat Rusya açık açık askeri destek vermeye başlayınca tutunabileceklerini anlayan eski, yöneticilerin baskısıyla bu planından vazgeçmiş. 
Her ne ise....
Sadede geliyorum. 
Şimdi biz ne diyoruz?
Bizde başkanlık olmasın. 
Türkiye bir Ortadoğu ülkesi gibi tek adam yönetimine geçmesin. 
Erdoğan, Esat veya Saddam gibi olmasın. 
Eeee? Esat olma yolunda giden birine bu kadar karşı çıkarken Esat ve zalim rejimini allayıp pullarsak kendi kendimizle çelişmiş olmaz mıyız? 
Bu sebeple Esad'ı allayıp pullayanları anlamakta zorluk çekiyorum. 
Benim bakış açımla Suriye böyle görünüyor.
Saygılar sunarım.

Konu ile ilgili diğer bir yazıyı okumak için lütfen tıklayınız.

IŞİD nasıl yok edilebilir?


    IŞİD askerlerimizi yakarak şehit etmiş diye paylaşımlar görüyorum. Tekrar benzer şeyler olmaması için artık hükumetin işi askere yıkıp seyretmeyi bırakması gerekir. Asker savaşacak ama savaş sadece cephede yapılan bir şey değil. Bunun diplomatik, psikolojik, ekonomik vb. birçok boyutu var. Gayrinizami Harp veya klasik harp fark etmez. Artık harplerin ekonomik ve psikolojik boyutları eskiye göre çok daha önemli. IŞİD de psikolojik savaş boyutundan saldırıyor. 1000 tane IŞİD militanı ölmüştür belki bir günde, ama dünyaya sadece katlettikleri insanları gösteriyorlar. Korku yayarak insanların beyinlerine, korkuyu silah olarak kullanmaya çalışıyorlar. 
     Bu durumda onlara korkulmadığını göstermek yetmez. Onların da korkması sağlanmalı. Öldürülen IŞİD militanlarının resimleri çekilip havadan atılsın IŞİD kontorlündeki bölgelere. Özellikle de tank veya top mermisiyle parçalanarak ölenlerin resimleri. Amerikan iç savaşında Kuzey'in taktikleri de kullanılmalı bunun için. Ya da Tahmasb'ın Kanuni'ye uyguladığı strateji. Yani düşmanın savaşma azim ve iradesini kıracak ve onu yıpratacak yöntemler uygulanmalı. 
     Öyle şeyler yapılmalı ki, nasıl savaşın belki de en yetenekli generali olan güneyli general Lee'nin askerleri kaçmaya başlayınca ordusu yok olup gitti, aynısını IŞİD te yaşamalı. Bence salt askeri strateji yetmez, topyekun strateji uygulanmalı. IŞİD'in Türkiye'deki uzantılarını hemen yarın tutuklamakla işe başlanmalı mesela. Hatta teslim olmayanlar ve zorluk çıkaranlar temizlenmeli kameralar önünde. Boy boy resimleri çıkmalı gazetelerde. 
     Ekonomik kaynakları da kurutulmalı bu arada. IŞİD'e en küçük destek verenin malına mülküne el konulmalı, aynı FETÖ'ye yapıldığı gibi. Hatta IŞİD'e katılmış olanlar tespit edilip mallarına el konulamakla da kalınmamalı, onlara düşecek mirasa bile el konulmalı şimdiden. Kimse çocuğunu IŞİD'e göndermeye cesaret edememeli. IŞİD'e mali kaynak sağlayanlar tamamen yok edilmeli. 
     Başka ülkelerdeki IŞİD destekçilerine suikastlar yapmalı MİT. Bu dünya üzerinde nerede olurlarsa olsunlar rahat verilmemeli. IŞİD'in zayıf taraflarının tamamı istismar edilmeli. Hava saldırılarına ağırlık verilmeli daha çok. Hemen yarın IŞİD mevzilerine napalm atılıp mevzidekiler yakılmalı. Bakalım insan yakmak nasıl oluyormuş öğrensinler. 
     Mesela bu gün videosu yayımlanan tankların bulunduğu köy haritadan kaldırılmalı. Orada siviller kalmamıştır zaten. Göz yaşartıcı bombalar atılmalı yerleşim yerlerine sürekli olarak. Öldürmez ama öldürmekten daha çok korkutur insanı. Öte yandan bu herifler bir şeyler yiyordur herhalde. IŞİD kontrolündeki tarlalar ve çiftlik hayvanları dahil tüm yiyecek kaynakları yok edilmeli. Fırınlar, gıda depoları, marketler ve lokantalar vurulmalı. IŞİD bölgesinde hareket eden tüm araçlar anında vurulmalı ayrıca. Rahat hareket edemesinler. Arabaya binmenin ölüm olduğunu anlasınlar. IŞİD bölgesi çöle ve harabeye çevrilmeli. Adamlar bizimle mücadele edeceğine hayatta kalmak için açlıkla mücadele etmeli. IŞİD ile mücadele diğer mücadele edenlerle de koordine edilmeli. 
     Sadece ABD, Rusya vb de değil. Gerekirse Esat dahil herkesle ortak harekat yapılmalı. Kuşatma ve tecrit MÖ 7000'lerden beri başarıyla uygulanan bir strateji. Kaleler kuşatılıp tecrit edilerek içeridekiler aç kalınca ele geçirildi 7-8 bin yıl boyunca. 1. ve 2. Dünya Savaşında İngiliz ablukası çökertti Almanyayı. Tüm IŞİD bölgesi, IŞİD'le savaşan tüm tarafların ortak hareketiyle tecrit edilmeli. Bu bölgeye giren veya çıkan her şey ve herkes vurulmalı. Ne kadar dayanabilirler ki böyle yapılırsa? Bende merak ediyorum. Yapılsın da öğrenelim diyorum. 
     Söylediklerimi çok şiddetli bulanlar olacaktır. 
     Ama unutmamak lazım ki IŞİD mutlak savaş yapıyor Clausewitz'in bahsettiği gibi. 
     Eğer taraflardan biri mutlak savaş yapıyorsa doğru savaş yapmak mümkün değildir. 
     Eğer yenilmek istemiyorsanız tabii ki. Yöntemler acımasız gelebilir. 
     Ama savaşın kendisi acımasız bir şeydir zaten. 
     Nasılsa birileri ölecek sonuçta. 
     Neden biz ölelim ki?

IŞİD ile ilgili diğer bir yazıyı okumak için tıklayınız.