.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

4 Nisan 2016 Pazartesi

Suriye İç Savaşı Neden Uzun Sürdü?




 Suriye İç Savaşı Neden Uzun Sürdü? Stratejik Öngörü mü, Stratejik Öküzlük mü?

    (Savaş. Barış, Çatışma. Arap Baharı, Arap Kışı, Rusya, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, İran, Türkiye, Suudi Arabistan, IŞİD, DEAŞ, Terör, Savaş, Çatışma, PKK, Devsol, HİZBULLAH, İsrail)

     2010 yılında, Arap Baharı son hızla yoluna devam ederek sonunda olaylar Suriye’ye sıçradığında, başta bizim hükumetimiz olmak üzere; Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler bu durumu çok aceleci bir tavırla; ‘’Esat yönetimi ve Baas rejiminin kısa süre içinde yıkılacağı’’ şeklinde değerlendirdiler. Ancak; en basit bir stratejik vizyondan bile oldukça uzak bu değerlendirmenin hatalı olduğu kısa süre içinde ortaya çıktı. Suriye’de rejim hala ayakta olmakla kalmıyor uluslararası destek alarak direnmeye ve etki alanını genişletmeye devam ediyor.
     Peki, neden böyle bir hatalı değerlendirme yapıldı? Bana soracak olursanız bunu cevaplamak oldukça zor. Çünkü azıcık tarih okuyan, Suriye ve Ortadoğu hakkında biraz bilgisi olan hiç kimsenin böyle bir hataya düşmemesi gerekirdi. Bu konuyu biraz açmaya çalışayım. Suriye’de Baas rejiminin yıkılmamasının çok açık görülebilecek olan, iç ve dış olarak iki sebebi olduğunu değerlendiriyorum.
İç sebeplerle konuyu incelemeye başlayalım. Baas rejimi, sanıldığı gibi Nusayri mezhebinden olanlara dayanan bir rejim değildir. Arap milliyetçisi bir ucube Arap Sosyalizmi ideolojisine dayanan bir tek parti rejimidir. Bu rejim, anti demokratik ve otokratik bir rejimdir. Bu sebeple ülkeyi sıkı bir kontrol altında yönetmek için yönetimi eline geçirdiği ilk günden beri amacına uygun bir örgütlenme içine girmiştir. Bu örgütlenme; parti teşkilatları, silahlı kuvvetler ve istihbarat teşkilatı temelinde oluşturulmuştur.
     Parti konusuna bakarsak, Suriye’nin (görüntüdeki bazı küçük partilerin varlığına rağmen), tamamen Baas Partisi tarafından, demir bir yumrukla yönetildiğini söyleyebiliriz. Silahlı Kuvvetler ise Muhaberat ile birlikte bu partinin yönetiminin en önemli unsurları olmuştur. Silahlı kuvvetler; dış düşmanlara karşı savaşacak unsurlar ile daha çok iç düşman diye tabir edilen unsurlara karşı kurulmuş olan Cumhuriyet Muhafızlarından oluşmuştur. Bu birlikler (Cumhuriyet Muhafızları) tam kadrolu, en iyi silah ve teçhizatla donatılmış birliklerdir ve Baas rejimine en sadık unsurlardan teşekkül ettirilmişlerdir. Bu birliklerin komutanları da Esat sülalesinden kişilerdir. Bu birlikler adından da anlaşılabileceği gibi Suriye Arap Cumhuriyeti rejimini korumaktan sorumlu, rejimin resmi muhafızlarıdırlar. Bunun dışında, lise çağına gelmiş her genç, bir tür paramiliter güç oluşturacak şekilde örgütlenmiştir. Bu örgütlenme en küçük köylere kadar yaygınlaştırılmıştır. Bunlar da hem rejimi, hem de dış güçlerin işgali sonucunda bulundukları bölgenin savunulması için kurulmuştur. Muhaberat’a gelince, şunu rahatça söyleyebiliriz ki ‘’Baas rejimi bir Muhaberat rejimi şeklinde gelişme göstermiştir.’’ Muhaberat, ülkedeki her şeye hâkim durumdadır. Açık ve gizli elemanları milyonları bulmaktadır. En küçük mezraya kadar muhakkak bir veya daha fazla Muhaberat unsuru bulunmaktadır. Hal böyle olunca Baas rejimi, yönetimi bir darbe ile ele geçirdiğinden beri  ülkeyi rahatça kontrol altında tutabilmiştir.
     İkinci önemli iç sebep ise rejimin uzun süren iktidarı döneminde taraftar kitlesini genişletmiş olmasıdır. Türkiye’de (belki de, Suriye üzerinden Türkiye’de Alevi-Sünni çatışmasının tohumlarını atmak için Rusya ve İran tarafından yapılan bir kampanya sonucunda) Nusayriler Alevi olarak gösterilip Suriye rejiminin bir Alevi rejimi olduğu propagandaları yapılmasına rağmen Baasçı Arap milliyetçiliği Sünni Arap aşiretlerinin önemli bir kesimince de benimsenmiştir. Hristiyan Araplar ise bu rejimin başlangıç ideolojisinin kurucuları olduğundan zaten rejime sadıktırlar. Ayrıca; Ermeni, Süryani vb. küçük azınlıklar da ülkenin laik yapısı sebebiyle rejime sadık kalmışlardır. Hatta Araplaşmış bazı Türkmenler bile rejimin bekçiliğini yapmaktan geri kalmamışlardır. Bu durum dikkate alındığında, Türkiye’de bazılarının söylediği gibi, Suriye; %13 Nusayri azınlığın çoğunluğu yönettiği bir devlet değildir. Yukarıda saydığımız kesimler rejimi desteklerken, bunların yanında devlet desteğiyle para kazanan ve her şehirde ortaya çıkmış olan değişik inanç ve etnik kökenden gelen küçük burjuva için de rejimin devamlılığı desteklenmektedir. Böylece rejim en az bizim hükumetimizin aldığı oy kadar halk desteğine sahiptir.
Bu rejime sadık unsurların bir başka özelliği de Şam’dan Kuzeye doğru; Hama, Lazkiye, Humus gibi şehirlerde yoğunlaşmış olmalarıdır. Daha önce Suriye’nin jeopolitiği ile ilgili yazdığım yazılarda da belirttiğim gibi Suriye’de en önemli bölge bu büyük yerleşim yerlerinin olduğu bölgedir. Kuzeyde Kürtlerin yaşadığı bölge rejimin varlığı için hayati değildir. Hatta buradaki Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmaları Suriye’den çok Türkiye için tehdit teşkil eder. Zaten bu sebeple rejim, iç çatışmalar başladığından beri PYD ve Kürtlerle genellikle işbirliği yapmaktadır. Ülkenin doğusu ise seyrek nüfuslu çöllerden oluşur. Bu bölgede ayrı bir yönetim kurup yaşatmak pek mümkün değildir. Rejim güçlerinin taarruzlarına bakacak olursak onların da, saydığım bu bölgelere değil de Lazkiye’yi emniyete alacak bölgelerle Halep gibi aynı hat üzerindeki diğer önemli bir yerleşim bölgesine saldırdıklarını görülmektedir.
     İç sebeplerden belki de en önemlisi ülkede baskıcı ve acımasız rejim sebebiyle örgütlü bir muhalefetin bulunmamasıdır. Ülkede tek örgütlü muhalefet Müslüman Kardeşler olmuştur. Fakat baba Esat zamanında çıkan kalkışma sırasında ve sonrasında o kadar büyük ve sınırsız bir şiddet uygulanmıştır ki Müslüman Kardeşler örgütünün ileri gelenlerinin çok az bir kısmı, ancak yurt dışına kaçarak hayatlarını kurtarabilmişlerdir. Bu örgütün taraftarları ve yöneticileri; akrabaları, eşleri ve çocuklarına kadar vahşi bir katliama maruz kaldıklarından ülkede güçlerini kaybetmişlerdir. Zaten bu sebeple, devam eden iç savaşta da Müslüman Kardeşler etkili olamamış ve meydan Afganistan Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan cihatçıların katılımıyla iyice güçlenen IŞİD’a kalmıştır.
     Bu iç sebepler yanında bazı dış sebepler de mevcuttur. Suriye, tarihi boyunca stratejik güçler arasında mücadele alanı olan bir ara bölge niteliğinde olmuştur. Bu gün de durum değişmemiştir. Mesela Türkiye açısından, Arap dünyası ve Ortadoğu’ya açılım için en önemli bölge Suriye topraklarının oluşturduğu bölgedir. Bu devletin toprakları Ortadoğu petrol ve gazının Akdeniz’e akıtılması için en kısa yolun geçtiği topraklardır. Öte yandan bölgede Batı jandarması olarak kurulan İsrail ile en uzun süre savaşan devlet yine Suriye olmuştur.
     Suriye İran için de çok önemlidir. İran, Şii inancını ideoloji olarak kullandığından Şii-Nusayrileri her zaman kendisi için doğal bir müttefik olarak görmüştür. Ayrıca Suriye, İran için bir müttefik olarak Akdeniz’e açılan bir kapı olduğu kadar Batı’dan gelecek saldırılara karşı bir kalkan vazifesi de görmektedir. Öte yandan, eğer Suriye rejimi tasfiye edilirse sıranın kendine geleceğini bilen İran, iç savaş sırasında Suriye rejimini başlangıçtan itibaren fiili olarak desteklemiştir. İran için diğer önemli bir konu da kendi yayılmacı politikaları için Suriye’nin taşıdığı önemdir. Bir ara ABD tarafından da (İslam dünyasını ikiye bölmek için) dillendirilen Şii Hilali kuşağında da en önemli ülkelerden biri Suriye’dir. Suriye, Şii Hilalin kuzeybatısını oluşturmaktadır ve Suriye olmadan bu hilal, hilal olmayı bile başaramaz.
Suriye; Filistin örgütlerinin bir kısmı, aşırı sol Türk örgütleri ve Lübnan Hizbullah’ı gibi örgütler için de çok önemlidir. Çünkü bu örgütlerin oluşum ve gelişim aşamalarının tamamında en büyük desteği Suriye rejimi vermiştir. Suriye, PKK için de uzun yıllar boyunca en büyük koruyucu ve destekleyici olmuştur. Hatta Esat rejimi hala PYD üzerinden Türkiye’yi zor duruma sokmak için çaba sarf etmektedir. Bu rejim yıkılırsa bu örgütlerin yaşaması da oldukça zor olacaktır. Zaten bu sebeple başta Hizbullah militanları olmak üzere bazı Türk ve Filistin örgütlerinin militanları bu gün Esat rejimi yanında savaşmaktadırlar.
     Suriye Rusya açısından da çok önemlidir. Çünkü Rusya’nın Akdeniz’deki tek deniz ve hava üssü Suriye’deki Tartus Limanı’ndadır. Rusya, rejimin düşmesi halinde bu üslerini kaybedeceğini bildiğinden Esat rejimine başlangıçtan itibaren destek vermektedir.
Çok açık bir müdahalede bulunmasa da Çin için de Suriye'nin Batı taraftarı bir rejimle yönetilmesi uygun bir durum değildir. ABD ile petrol ve ticaret malları taşımacılığında, taşıma yolları üzerinden sessiz bir savaş yürüten Çin için Suriye’nin ABD ve AB ile iyi ilişkiler içinde olan bir rejimin yönetimine geçmesi uygun değildir.
     Suriye, Ortadoğu’da her zaman etkili olmaya çalışmış olan İngiltere, Fransa ve Almanya için de bölgeye giriş noktası olması açısından çok önemlidir. Bu ülkelerin hiç biri Suudi Arabistan-Katar veya Türkiye kontrolünde bir Suriye rejiminin kurulmasını istemez.
     Burada daha birçok sebep sıralanabilir. Ancak Suriye iç savaşının kısa sürede sona ermeyeceğini, Esat rejiminin kolay kolay yıkılmayacağını anlamak için bu kadarı bile yeterlidir. Bizim hükumetimizin hala bunu anlamamasını anlamak oldukça zor. Ya hayal âleminde yaşıyorlar, ya kendilerini çok güçlü görüyorlar veya stratejiyi üniversitede anlatılan bir dersten ibaret sanan, bir zamanların danışmanı, dış işleri bakanı ve nihayet günümüzün başbakanının konuşmaları hükümetin emir kulu elemanlarını gereğinden fazla etkiliyor. Ama şu anda açıkça ortaya çıkmıştır ki; üniversite kürsüsünde anlatılan ders sahaya, evdeki hesap çarşıya uymamaktadır. Ve maalesef bu yanlış hesaplar sonucunda Türkiye, bölgede tek bir kıvılcımla patlayacak bir savaşa doğru hızla sürüklenmektedir.
     Ben kişisel olarak, önümüzdeki baharda, bölgede değişik devletlerin karıştığı bir savaş veya en azından şiddetli bölgesel çatışmaların çıkma olasılığının oldukça yüksek olduğunu düşünüyorum. Bunu da bir sonraki yazımda açıklamaya çalışacağım. 
      Saygılar sunarım.




19.1.2016. M.Ç.

1 Nisan 2016 Cuma

Doğu Cephesi Muharebelerinin I. Dünya Savaşı’ndaki Yeri ve Önemi.




(Önemli Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Rusya, İngiltere, Almanya, Avusturya-Macaristan, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Cemal Paşa, Fevzi Paşa.)

Doğu Cephesi Muharebelerinin I. Dünya Savaşı’ndaki Yeri ve Önemi.
     1. Dünya Savaşı ile ilgili Osmanlı Genelkurmayının ilk stratejik planı 7 Haziran 1914 tarihinde Bronzart Paşa tarafından hazırlanmış ve Enver Paşa tarafından onaylanmıştır. Yunanistan, Bulgaristan ve Rusya göz önüne alınarak yapılan bu plana göre muhtemel bir savaşta Rusların deniz kuvvetlerini kullanarak kısa sürede İstanbul’a el atma ihtimali en büyük tehlike olarak görülüyordu. Bu planda, Rusların Anadolu’yu boydan boya geçmek yerine İstanbul’u bir ayda ele geçirecek şekilde plan yapacağı değerlendirildiğinden Karadeniz’de Rus donanmasını bunaltacak ve serbest hareket etmesini önleyecek şekilde tedbirler geliştirilmesi düşünülmüştü. Bu sebeple mevcut 13 kolordunun İstanbul civarında toplanması, hudutlardan itibaren diğer bölgelerin ise küçük birliklerle tutulması öngörülüyordu. Bu plana etki eden en önemli husus Rusya’nın Karadeniz’de Osmanlı donanmasına göre oldukça güçlü olmasıydı. Bunu dengelemek için İngiltere’ye Reşadiye ve Fatih zırhlıları ısmarlanmış fakat aynı sırada Ruslar da İmparatoriçe Maria, Katerina ve 8. Aleksander gemilerini inşa etmeye başlamışlardı.
     Harbin patlak vermesinin ardından 2 Ağustos 1914’te Almanlarla bir ittifak anlaşması yapıldı. Bu anlaşma ile birlikte Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etti ve seferberlik ilan etti. Rus ve Balkan devletleri bundan endişe duyunca Enver Paşa tarafından bunun savunma amaçlı olduğu kendilerine bildirildi. Ruslar buna inanmış olmalılar ki Kafkasya’da sadece bir kolordu bırakarak kalan tüm birliklerini Batı Cephesi’ne kaydırdılar.
     İttifak anlaşmasının ardından yeni bir harp planı yapıldı. Bu plan, Balkanlar ve Mısır yönünde yapılması planlanan harekâtların yanında Rusların Kafkasya’da durdurulacağını, Karadeniz’de baskın tarzında Rus Donanmasının imha edileceğini, deniz hâkimiyeti elde edilirse Odesa’ya çıkarma yapılacağını ve padişahın kutsal cihat ilan edeceğini öngörüyordu. Bu planda daha önceki plana göre bazı önemli değişikliklere gidilmişti. Buna göre İstanbul ve boğazlar bölgesinde 13 kolordu yerine 1 ve 2. Orduların kuruluşundaki 10 kolordu konuşlandırılıyor, 3. Ordu ise bünyesindeki iki kolordu, süvari tümenleri ve Erzurum Kale Komutanlığı ile Rusları durdurmak maksadıyla doğuda bırakılıyordu.
   Plana göre yapılması öngörülen Odesa çıkarmasının şüpheli bulunması, Sırpların yenilememesi ve Bulgarların tarafsız kalması üzerine 24 Ağustos 1914’te bu planda değişikliğe gidildi. Bu değişikliğe göre doğuya 3 kolordu tahsis ediliyor, bir kolordu ise Karadeniz kıyılarına yerleştirilerek bu kolordu genel karargâhın emrinde tutuluyordu. Bu değişikliklere göre 3. Ordu emrine verilen üç kolordunun 8 piyade tümeni bulunuyordu. Bu kuvvetlere ilave olarak verilen jandarma ve sınır birlikleri, 1 nizamiye, 4 aşiret süvari tümeni ve 1 aşiret süvari tugayı ile birlikte 3. Ordu; 3 piyade ve 1 süvari kolordusu gücünde oluyordu.
       Bu ordunun vazifesi; muhtemel Rus taarruzu halinde Rus birliklerine ayrı ayrı taarruzlarla karşılık vermek olarak belirlenmişti. 93 Harbi’nde Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın Zivin ve Haylaz’da yaptığı gibi Rus birlikleri teker teker imha edilecekti. Bunun için 3. Ordu Erzurum bölgesinde toplanarak savunma yapacak, eğer Ruslar taarruz etmezlerse, Ardahan-Batum istikametinde taarruz edecekti. Kars kalesinde 300 top bulunduğundan burası tecrit ve tespit edilecek ancak kaleye taarruz edilmeyecekti. Fakat 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, Sarıkamış bölgesindeki Rus birlikleri etkisiz hale getirilmeden böyle bir taarruz yapılmasına karşı çıktı. Gerçekten de bu sırada Ruslar iki kolordu ile Sarıkamış’ta toplanıyorlardı. Genel Karargâh ta bu itirazı uygun gördü.
      Hasan İzzet Paşa, 8 Eylül 1914’te başkomutanlığa çektiği bir telgrafla; 9. Kolordu ve 2. Nizamiye Süvari Tümeniyle Gürcü Boğazı-İspir istikametinden Oltu’ya, 11. Kolordunun 2 tümeni ve iki süvari tümeniyle cepheden Hasankale-Sarıkamış istikametine, 33. Tümen ve bir ihtiyat tümeniyle de Tutak-Toprakkale istikametinden Kağızman’a doğru ilerlemek istediğini bildirdi. Ayrıca bu teklife göre 13. Kolordu Bitlis’e yürüyor, 4 ihtiyat süvari tümeni ise Köprüköy, Ağrı, Diyadin ve Velibaba’da bulunuyordu. Böylece Sarıkamış sol kanattan yapılacak bir manevra ile kuşatılacaktı.
    28 Ağustos itibarıyla 3. Ordu; 161.762 er, 168 top, 92.094 muharip, 19.257 süvariden oluşuyordu. Fakat hudut birlikleri, depo birlikleri, ihtiyat birlikleri ve destek birlikleri gibi unsurlar çıkarıldığında ordunun muharip mevcudu 66.000 kişiden ibaretti. Rusların ise Tiflis’te bulunan 1. ve 2. Kolorduları ile Viladikafkas’ta bulunan 3. Kolordusunun toplam mevcudu 120.000 piyade, 12.000 süvariden oluşuyordu. Fakat Ruslar 2. ve 3. Kolordularını bölgeden çekerek Batı Cephesi’ne gönderdiklerinden bölgede 1. Kolordu ile bazı tümenler ve yeni toplanmakta olan 2. Türkistan Kolordusu kalmıştı.
     Bu sırada Avrupa’da Almanlar Tanenberg Meydan Muharebesi’ni kazanarak Rusları büyük bir mağlubiyete uğratmış, Avusturyalılar ilk taarruzlarında başarısız olsalar da Sırbistan’ı işgale hazırlanıyorlardı. Batı Cephesi’nde de Fransızların sınırdaki savunması çökmüş ve Marne’e doğru çekiliyorlardı. Genel duruma bakılınca savaş, yakında sona erecek gibi görünüyordu. Osmanlı Genelkurmayı bu son fırsattan yararlanarak doğuya doğru genişlemek için Kafkasya, İran, Irak, Afganistan ve hatta Hindistan’a kadar uzanacak savaş planları hazırlamaya başladı. Ancak Karadeniz’de deniz hâkimiyetinin sağlanamamış olması bu planları zora sokuyordu. Kafkasya’ya yapılacak her harekât Karadeniz yolu ile ikmal ve takviyeye ihtiyaç duyduğundan Karadeniz’de hâkimiyet kuramayan Osmanlı Ordusu’nun bu harekâtı Batum ve Trabzon üzerinden desteklenmesi mümkün değildi. Dolayısıyla 3. Ordu komutanınınki de dâhil doğuya yönelik planların gerçekleştirilmesi çok mümkün görünmüyordu.
    Bu arada Almanlar Marne’da, Avusturyalılar Galiçya ve Sırbistan’da başarısız oldular ve Fransa Cephesi’nde kanlı siper muharebeleri başladı. Yeni gelişmelere bakıldığında artık savaşın uzun süreceği anlaşılıyordu. Bu sebeple Almanlar, Batı Cephesi’ne yeni birlikler göndermemeleri için İngilizleri Süveyş Kanalı’nda, Rusları da Kafkasya’da meşgul etmek maksadıyla bu cephelerde Osmanlı ordularının taarruz etmelerini istiyordu. 3. Ordu Komutanı ise buna karşı çıkıyor ve kışın taarruz edilmeyerek savunmada kalınmasını, böylece Rus kuvvetlerinin cephede tutulacağını, kışın alınacak bir mağlubiyetin Kafkasya’da Ruslara karşı genel bir mağlubiyete sebep olacağını ve Rusların burada boş kalan kuvvetlerini Batı Cephesi’ne göndereceğini iddia ediyordu. Ayrıca henüz muharebeye girilmediğinden Almanlar savaşı kaybederse yenilgiye ortak olunmayacaktı.
    Bu durumu açıklamak için Hafız Hakkı Paşa ve Bronzart Paşa Berlin’e gittiler ancak bu sırada Amiral Souchon 29 Ekim 1914’te Sivastopol ve Odesa’ya baskın tarzında taarruz edince Osmanlı Devleti savaşa fiilen katılmak zorunda kaldı. Rusların doğu sınırına tecavüze başlamaları üzerine Karadeniz kıyılarında konuşlu 10. Kolordu da 3. Ordu emrine verildi. Ancak Almanların deniz taşıma araçlarının gelmemesi ve Rus Donanması tehlikesi yüzünden denizyolu ile taşınamayan kolordu birlikleri Trabzon’a karadan yürüyerek gönderildiklerinden Doğu Cephesi’ndeki ilk muharebelere yetişemedi. Ayrıca yapılması planlanan Sarıkamış Harekâtı’nın gecikmesine ve böylece harekâtın ağır kış koşullarında icra edilmesine sebep oldu.
     5 Kasım’da Rusların taarruzları ile harp fiilen başlamış olsa da Osmanlı Devleti ancak 11 Kasım 1914’te resmen harp ilan etti. Savaş başladığında Kafkasya’da Rus orduları üç kolordu halinde konuşlanmıştı. 2 kolordu Tiflis’te 1 kolordu da Viladivostok’taydı. Kafkas Ordusu başkomutanı Vorozorf Darkof Tiflis’te bulunuyordu. Vorozorf’un 3 yardımcısı vardı. Bunlardan biri mülki işlere, ikincisi olan Mişlayevski askeri işlere ve üçüncüsü olan Yudenich kurmay başkanlığına bakıyordu.
      Ruslar Anadolu’da istila hareketine hazırlanmamışlardı. Bu yüzden ellerinde yeterli harita bile yoktu. Zaten 2. ve 3. Kolordularını da Batı Cephesi’ne göndermişler, bölgede 1. Kolordu ile 2. Kolordu’nun Kazak Süvari Tümeni’ni bırakmışlardı. Ayrıca; Güney Azerbaycan’da bir Kazak Süvari Tümeni ile 1 avcı tugayı bulunuyordu. Daha sonra Güney Kafkasya’da bir tümen ve iki tugay daha kurdular. Bu birliklerinden 1. Kolordu’nun, 20. ve 39. Piyade Tümeni ile 1. Kazak Süvari tümeni Sarıkamış Grubunu oluşturuyordu. 20. Tümen’in bir tugayı Oltu’da konuşluydu. 2. Plaston Tugayı ile 19. Türkistan Alayı Batum’a görevlendirildi. Erivan’da kurulan 66. Tümen’in bir alayı Kars’ta, bir alayı da Batum’da konuşlandırıldı. 66. Tümenin büyük kısmı ile 2. Kazak Süvari Tümeni ve 2. Plaston Tugayı Iğdır bölgesinde, 1. Plaston Tugayı da Kağızman’da toplandı. Iğdır bölgesinde 1-2 tane de Ermeni taburu vardı. Bunlar daha çok casusluk ve keşif faaliyetlerinde kullanılıyordu. 2. Türkistan Kolordusu da Tiflis’e nakledildi. Ayrıca İran’daki Ermenileri silahlandırarak gerilla güçleri oluşturuyorlar, Osmanlı topraklarında da gizli Ermeni teşkilatları kuruyorlardı.
    Osmanlı Ordusu hududu altı bölgeye ayırarak bu bölgelere hudut birlikleri ve süvari birlikleri yerleştirmişti. Bunlardan; Beyazıt, Ağrı ve Köprüköy bölgesinde 3 tabur ve 1 süvari alayı, Kaleboğazı’nda 2 tabur ve 1 süvari bölüğü, Çoruh bölgesinde üç tabur, Deniz bölgesinde 1 tabur ve Trabzon Jandarması bulunuyordu.
     Ordu; 9. Kolordu (27 tabur), 11. Kolordu (27 tabur), 13. Kolordu’nun 37. Tümeni (6 tabur), 2. Nizamiye Süvari Tümeni, dört ihtiyat süvari tümeni ve diğer birliklerden oluşuyordu. Toplam birlik sayısı; 113 piyade taburu, 162 süvari bölüğü ve 7 nizamiye süvari alayından oluşuyordu. Rusların kurdurduğu Ermeni çetelerine karşılık olarak ta; Erzurum kuzeyinde Bahattin Şakir (daha sonra Yakup Cemil) ve Hopa civarında Ali Rıza’ya bağlı gerilla kuvvetleri vardı.
    Ruslar Osmanlı Ordusu’nun muhtemel taarruzlarını örtmek için birliklerini Karadeniz’den Tebriz’e kadar (Batum-Oltu-Sarıkamış-Kağızman-Iğdır-Hoy-Tebriz hattında) 600 kilometrelik bir alana dağıtmışlardı.  Bu kuvvetlerinin üçte ikisi ile Erzurum cephesindeki 50 kilometrelik bir hattı tutmuş kalan üçte birlik kuvvetlerini ise 550 kilometrelik bir alana dağıtmışlardı. Enver Paşa’nın verdiği talimat; geniş bir cepheye dağılmış Rus kuvvetlerini ani bir taarruzla parça parça yenmekti. Bu taarruz için en uygun hedef ise Sarıkamış’ta toplanan Rus grubuydu.
     29 Ekim 1914’te yapılan Karadeniz baskınının ardından Ruslar 1 Kasım günü ordularına taarruz emri verdiler. Bunun üzerine Kafkasya’daki Rus Ordusu muhtelif istikametlerden taarruza geçti. 5 Kasım günü başlayan bu taarruzlar; Oltu grubu ile İd yönünde, Sarıkamış Grubu ile bir kolla Karaurgan’dan Kötek’e, bir kolla Mecingert’ten Horasan’a ve üçüncü bir kolla Aras Kilisesi’nden Velibaba’ya doğru, Kağızman’daki birlikleri ile Ağrı yönünde Ahtalar Geçidi’ne, Erivan bölgesindeki birlikleri ile de Iğdır-Diyadin-Ağrı yönünde Çengelgedik’ten Beyazıt istikametine yönlendirilmişti. 1,2,3 ve 4 Kasım günlerinde cereyan eden muharebeler sonucunda; 9. Kolordu iki tümeniyle Erzurum’un, bir tümeniyle İspir’in güneyinde, 11. Kolordu iki tümeniyle Erzurum’un doğusunda Höyükler bölgesinde tertiplendi. Tutak’ta bulunan 33. Tümen de Erzurum’a doğru yürüyüşe başladı. Ayrıca; Van’daki Jandarma Tümeni’nin Tutak’a yürümesi, İspir’deki 17. Tümenin güneye yanaşması ve Eleşkirt bölgesindeki süvari tümeninin de Velibaba’ya yanaşması emredildi.
      Bu sırada İngilizler, 1 Kasım 1914 günü Akabe’ye saldırmışlardı. Böylece çatışmalar Sina Cephesi’nde de başlamış oldu. İngilizlerin asıl hedefi Filistin, Suriye ve Arap Yarımadasını ele geçirmekti. Bu yüzden İngilizlerin yayılmasına fırsat vermeden durdurulması gerekiyordu. Ayrıca; Süveyş Kanalı ele geçirilirse İngilizlerin Hindistan’dan Avrupa cephesine kuvvet göndermesinin engelleneceği düşünülüyordu. Mısır İngilizlerin Osmanlı topraklarına yapacağı muhtemel bir harekât için en uygun üs bölgesi olduğundan da çok önemliydi. Bu sebeple kanal harekâtının yapılmasına karar verildi. Bu görev 4. Ordu Komutanlığı’na atanan Bahriye Nazırı Cemal Bey’e verildi.
    İngilizler 6 Kasım’da Şattülarap’ın batısında bulunan Fav Kasabası’na çıkarma yapınca Sina-Filistin-Suriye Cephesi’nin ardından Irak Cephesi de açılmış oldu. İngilizler bu cephede; Abadan petrollerini korumak, kuzeye doğru ilerleyerek Musul-Kerkük bölgesine kadar yayılan alandaki petrol bölgelerini ele geçirmek ve Ruslarla temas sağlayarak Türk Ordusu’nun İran üzerinden Hindistan’ı tehdit etme girişimlerini önlemek istiyordu. Basra’yı ele geçiren İngilizler bu cephede durdurmak için Kurmay Yarbay Süleyman Askeri Bey görevlendirildi.
    Doğu Cephesi’ndeki Rus taarruzlarının zayıflığı Enver Paşa’nın dikkatini çekti. Bunun sebebinin araştırılması sonucunda, bu bölgeden iki kolordunun Polonya’ya gittiği ve 2. Türkistan Kolordusu’nun da zayıf olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine Enver Paşa, ilerleyen Rus kuvvetlerinin karşı taarruzlarla ezilmesi talimatını verdi. Bu emir üzerine 6 Kasım günü birlikler ileri yanaştırıldı ve 7 Kasım günü taarruza başlandı. Ruslar da taarruz ettikleri için birlikler arasında tesadüf muharebeleri oldu. İki tarafın da fazla bir kazanç elde edemediği Köprüköy bölgesinde yoğunlaşan ve 13 Kasım tarihine kadar 6 gün süren bu çarpışmalara Köprüköy Muharebesi denilmektedir. Bu muharebenin ardından 14-18 Kasım 1914 tarihleri arasında 3. Ordu’nun 9. ve 11 Kolorduları tarafından Köprüköy-Azap hattının güney ve kuzeyinden taarruz edildi. Azap Muharebesi denilen bu çarpışmalardan sonra Ruslar başarısızlığa uğratılsa da bu durumdan yararlanılamadı ve birlikler Aras Nehri’nin batısına çekildi. Bu muharebeler esnasında Ruslar Karadeniz’deki gemileri ile Trabzon’u bombardımana tuttular.
     Bu harekât sırasında kıyı kesimindeki birlikler sınırı geçerek Artvin, Ardanuç ve Borçka’yı ele geçirdiler. Fakat güneydeki harekât durduğundan bu bölgede de daha ileriye gidilemedi. 19 Kasım 1914’te Rusların Tutak bölgesinden Bitlis-Muş istikametinde başlattıkları taarruz sonucunda başlayan ve 23 Kasıma kadar süren Tutak Muharebesi’nde de durumda çok fazla bir değişiklik olmadı.
    Ruslar 29 ve 30 Kasım günleri; Şemdinli, Başkale ve Van istikametinde üç koldan taarruz ettiler fakat bu taarruzlar da durduruldu. Karadeniz kıyılarında konuşlu 10. Kolordu, 3. Ordu Emrine verildi fakat 8 Kasım tarihinde Karadeniz’de Ruslar tarafından bazı deniz nakliye araçları batırıldığından kolordu birlikleri karadan yürütüldü ve bu muharebelere yetişemedi.
     Bu sırada Genel Karargâh’ta, 23-30 Ağustos 1914 tarihlerinde yapılan ve Almanların Rusları ezici bir yenilgiye uğrattığı Tanenberg Meydan Muharebesi başarılı taarruz için temel bir model olarak kabul ediliyordu. Rusların, Avrupa’da kötü durumda olduklarından Kafkasya’ya takviye birlik gönderemeyecekleri değerlendiriliyor ve Hafız Hakkı Paşa savaşın yakın zamanda sona ereceğini düşünerek fırsatı kaçmadan Rusları bir ters cephe muharebesi ile bozguna uğratmak ve Kars’ı almak gerektiğini ileri sürüyordu. Fakat 3. Ordu Komutanı buna karşı çıkıyor ve kışın yapılacak bir taarruzun başarılı olma şansının az olduğunu, eğer eldeki kuvvet böyle bir taarruzda kaybedilirse cephenin savunmasının zor duruma düşeceğini savunuyordu.
      Şimdiye kadar yapılan muharebelerde Rus Ordusu’nun başarılı olamaması Enver Paşa’nın bir baskın şeklinde taarruz edilmesi yönündeki düşüncelerini güçlendirdi. Türk Ordusu’nun Kafkasya yönünde genel bir taarruza geçmesi Alman Genelkurmayı tarafından da istenen bir hareketti. Böylece Kafkas Cephesi’nden Avrupa’ya kaydırılan Rus kuvvetleri tekrar geri çekilebilirdi. Bu sebeple Enver Paşa’nın çevresinde bulunan Alman subayları da Enver Paşa’yı taarruz edilmesi yönünde destekliyor ve teşvik ediyorlardı.
    Enver Paşa, Oltu ve Ardahan’ı zapt ederek Sarıkamış’a yönelip buradaki Rus kuvvetlerini imha ile Kars’ı ele geçirmeyi planlıyordu. Bundan sonra harekât genişletilerek Güney Kafkasya ve Kuzey İran’a girilecek, Rus ordusunun gerisine sarkılıp kuşatılarak tamamen imha edilmesi sağlanacaktı. Rus Kafkas Ordusu’nun imha edilmesi ile Güney Kafkasya’nın işgali kolaylaşacak, Azerbaycan ve Dağıstan’ın Ruslara karşı ayaklanması temin edilmiş olacaktı.
      12 Aralık 1914’te Erzurum’a gelen Enver Paşa, taarruz fikrine karşı çıkan Hasan İzzet Paşa’yı görevden alarak ordu komutanlığını kendi üzerine aldı. Ardından da Sarıkamış’ı ele geçirmek ve cephedeki Rus kuvvetlerini kuzeyden kuşatarak imha etmeyi amaçlayan Sarıkamış Harekâtı yürürlüğe kondu. Buna göre 11. Kolordu cepheden düşmana taarruz ederek Rus birliklerini yerinde tutarken Hafız Hakkı Paşa 10. Kolordu ile Enver Paşa ise 9. Kolordu ile düşmanın kuzeyinden ilerleyerek Allahuekber Dağlarını aşacak, düşmanın yan ve gerilerine saldıracak ve Sarıkamış’ı ele geçirecekti.
     Harekât, planlandığı şekilde uygulanmaya başlandı. 20 Aralık 1914’te hudut birlikleri çatışmalara başladı. 21 Aralık’ta 10. Kolordunun ileri yanaşması başlarken 22 Aralıkta da 11. Kolordu cepheden Ruslara taarruz etti. Durumu tam olarak aydınlatamayan Rusların Sarıkamış Grubu Komutanı Berhman, savunma yapmak veya Sarıkamış’ı emniyete almak yerine birliklerine tüm cephe boyunca taarruz edilmesi emrini verdi. Fakat durumun kritikliğini sezen Rus Kafkasya Ordusu Komutanı, iki yardımcısı Mişlayevski ve Yudenich’i 24 Aralık günü Tiflis’ten trenle cepheye gönderdi. Yudenich, Türk Ordusu’nun Rusları kuzeyden çevirdiği değerlendirmesini yaparken Berhman tehlikenin güneyden gelebileceğini savunarak taarruzlara devam edilmesinde ısrar etti.
      11. Kolordu bu Rus taarruzunu durdurmayı başardı. Fakat 9. ve 10. Kolorduların ileri harekâtı zor şartlar altında ve planlanandan çok daha yavaş gelişiyordu. Yoğun kar yağışı ve soğuk, yürüyüşü yavaşlatmış, yüksek dağlarda soğuktan, açlıktan ve tifüsten askerler kırılmaya başlamıştı. 9. Kolordu 25-26 Aralık gecesi Sarıkamış batısına geldi. Enver Paşa aynı gece Sarıkamış’a taarruz emri verdi ancak birliklerin yorgun olduğu gerekçesiyle taarruz ertesi güne ertendi. 10 Kolordu ise hala Allahuekber Dağlarını aşmakla uğraşıyordu. 25 Aralık akşamı Sarıkamış’ta çok az Rus birliği vardı. Enver Paşa emrini değiştirmeyip diğer kolorduyu beklemeden taarruz etseydi belki de Sarıkamış’ı ele geçirebilirdi. Fakat taarruz ertesi güne ertelenince, o gece gelen bir Rus alayı ile ardından gelen takviyelerle Rusların Sarıkamış savunması güçlenmeye başladı. 10. Kolordu ancak 27 Aralık’ta Sarıkamış’a ulaştı ve en fazla 3000 askeri kalmıştı. 9. ve 10. Kolordular, 29 Aralık gününe kadar yaptıkları taarruzlara rağmen Sarıkamış’ı ele geçiremedikleri gibi Ruslar karşı taarruza başladılar. Sarıkamış’ın ele geçirilemeyeceğini gören Enver Paşa, 4 Ocak günü (Fevzi Çakmak bu tarihi verirken Genelkurmay yayınlarında bu tarih 2 Ocak diye geçiyor) bölgeden ayrıldı ve birlikler geri çekilmeye başladılar. Geri çekilme esnasında da çok zayiat verdi.
       Bu taarruzla koordineli olarak Artvin’den ilerleyen Stange Bey; Yakup Cemil, Halit Bey ve Şakir Bey kuvvetleri ile beraber Ardahan’ı ele geçirmişlerdi. Ruslar 4 Ocak günü Tiflis’ten gelen birliklerle Ardahan’ı tekrar ele geçirdiler ve 3. Ordu cephesinde taarruzlarına devam ettiler. Enver Paşa, verilen ağır kayıplarla cephenin oldukça zayıflaması sebebiyle 5. Kolordu’nun Erzurum’a hareket etmesini 1. Ordu’ya emretti.
    Sarıkamış Harekâtı cüretli ve cesaretle alınmış bir karardı. Eğer başarıya ulaşsaydı son derece parlak neticeler verebilirdi. Fakat iyi bir hazırlık olmadan ağır kış şartlarında yapılan böyle bir taarruzun başarısız olması kaçınılmazdı. Buna rağmen 9. Kolordu Sarıkamış önlerine geldiğinde derhal taarruz edilseydi o anda çok az Rus askeri bulunan Sarıkamış alınabilir, Rusların gerisi kesilerek başarıya ulaşılabilirdi. Ancak taarruz için bir gece beklenmesi Rusların şehre gelen birliklerle savunmalarını güçlendirmelerine izin verilmiş oldu. Ayrıca 1. Rus Kafkas Kolordusu Komutanı Mışleyevsky, Türk birliklerinin Sarıkamış bölgesine geldiğini öğrenince telaşa düşmüş ve genel bir geri çekilme kararına varmış ancak ordu kurmay başkanı Yudenich’in ısrarıyla birlikler bulundukları yerlerde kalarak savunmaya devam edince Ruslar yenilgiden kurtulmuştur.
      Bu felaketten sonra bir daha büyük hedefli planlar yapılmadı. Bunun yerine Ruslara karşı koymaksızın bir adım yer terk etmeme ve her karış toprağı adım adım savunma esasına göre hareket edilmeye başlandı. 7 Ocak’ta Hafız Hakkı Paşa 3. Ordu Komutanı, Yusuf İzzet Paşa da 10. Kolordu Komutanı olarak atandılar. Enver Paşa da 10 Ocak günü cepheden ayrılarak İstanbul’a hareket etti.
       Felaketle sonuçlanan bu kara harekâtı sırasında bir kötü gelişme de Karadeniz’de yaşandı. Yavuz gemisi yara aldı ve Ruslar Karadeniz’de üstünlüğü ele geçirdiler. Böylece Rusların denizden rahatça destekledikleri sahil kesimindeki birlikleri de batıya doğru ilerlemeye başladılar.
     İttihat ve Terakki’nin iki güçlü askerinden birincisi, Sarıkamış’ta bu felaketin yaşanmasının ardından bir daha cephelerde fiili görev almadı. Ancak şimdi de ikincisi olan Cemal Paşa sahneye çıkmak üzereydi. İstanbul’dan, Süveyş Kanalı’nı ele geçireceğine dair konuşmalar yaparak ayrılan Cemal Paşa Şam’a gelip burada karargâhını teşkil ettikten sonra 14 Ocak günü Kudüs’e hareket etti.
    Aynı gün, yani 14 Ocak günü, Doğu Cephesi’nde Ruslar bütün cephe boyunca taarruz etmeye başladılar. Bunun üzerine bulundukları mevzilerde tutunmakta zorlanan 10. ve 11. Kolordular oyalama muharebeleri yaparak bir gerideki mevzilere çekildiler. Bunun üzerine Oltu Ruslar tarafından işgal edildi ve 4. Rus Kolordusu da Ağrı doğusundaki mevzilerde tertiplendi. 21 Ocak tarihinde, kendileri de iyice yıpranmış olan Rusların taarruzlarını durdurması üzerine çatışmalar durdu.
      Bu sırada, Irak ve Havalisi Genel Komutanı görevine atanan ve 29 Aralık 1914’te Bağdat’a gelen Yarbay Süleyman Askeri, 20 Ocak günü Kurna bölgesinde taarruz eden bir İngiliz tugayını geri püskürtmeyi başarmıştı. Böylece Irak Cephesi’nde de uzun süre devam edecek kanlı muharebeler dönemi başlamış oldu.
     Cemal Paşa, Doğu Cephesi’nde çatışmaların durmasının hemen ardından, 3 Şubat 1915’te ilk kanal harekâtını yaptı. Fakat başarı sağlanamadığı gibi ağır zayiatlar da verilmesi üzerine birlikler Gazze’ye çekildiler. Böylece Enver Paşa’nın Panturanist hedefli harekâtı Doğu Cephesi’nde başarısızlıkla sonuçlandığı gibi Cemal Paşa’nın Panistlamist emeller güden harekâtı da başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
     Bu sırada Doğu Cephesi’nde çatışmalar durmasına rağmen salgın hastalıklar yüzünden her iki taraf ta ağır zayiatlar vermeye başladılar. Bu kapsamda 11 Şubat günü Hafız Hakkı Paşa tifüsten öldü ve yerine Mahmut Kamil Paşa atandı. Mahmut Kamil Paşa 15 Mart’ta bölgeye gelerek görevi teslim aldı.
    Bu durgunluğun ardından birliklerini takviye eden Ruslar, cephedeki bazı birliklerden 5. Kolordu’yu teşkil ederek Odessa ve Sivastopol’da toplanan 7. Ordu emrine gönderdiler. 18 Mart günü müttefikler Çanakkale’yi, 28 Mart’ta da Ruslar İstanbul Boğazını denizden bombaladılar. 2-3 Mayıs’ta Ruslar İstanbul Boğazı’nı tekrar bombaladılar ama yarası onarılan Yavuz’un Karadeniz’e çıkması üzerine Rus gemileri uzaklaştılar.
     Ruslar bu arada sahil kesimine yeni kuvvetler getirdiler ve deniz kuvvetlerinin desteğiyle ileri harekâta başlayarak 27 Mart’ta Artvin’i işgal ettiler. Bu gelişmeler üzerine Avni Paşa, 28 Mart günü Karadeniz ve Çevresi Komutanlığı’na atandı. Böylece ortak bir komutadan yoksun Stange Müfrezesi, Teşkilatı Mahsusa ve Trabzon Jandarma Alayları Avni Paşa’nın emrine verilerek emir komuta birliği sağlanmış oldu.
    Irak Cephesi’nde de önemli gelişmeler yaşanıyordu. 12-14 Nisan tarihleri arasında, İngilizlere karşı yapılan Şuaybiye taarruzları başarılı olamayınca Süleyman Askeri intihar etti. O zamana kadar devam eden muharebelerde belirgin bir başarı sağlayamayan, tam aksine Çanakkale’deki deniz savaşında başarısızlığa uğrayan İngilizler Irak kuvvetlerini artırarak Bağdat istikametinde ilerlemeyi ve kaybolan prestijlerini yeniden kazanmayı düşünüyorlardı. Böylece İngilizlerin ileri harekâtı hızlanmaya başladı.
    Doğu Cephesi’nde ise 1915 Nisan ayı sonlarında Ruslar; Arhavi-Oltu-Horasan-Ağrı-Diyadin-Kotor-Dilman-Tebriz hattına ulaşmış durumdaydılar. Bu sırada Acara bölgesindeki Müslümanlar ve Çoruh Nehri ile Oltu Yolu arasında yaşayan Türkler Ruslara karşı isyan ettiler. Ruslar 3 ay uğraştıktan sonra, ancak büyük katliamlar yaparak, Nisan ayında bu isyanları bastırdılar. Sarıkamış felaketinin ardından Ermeniler de her yerde Türkler aleyhine isyan hareketlerine başlamışlardı. Şubat ortalarında Bitlis’in köylerinde Ermeni çeteleri faaliyete geçtiler. Mart başlarında Van’da Ermeni isyanının emareleri görülmeye başladı. Nisan ortalarında Sivas’ta bile Ermeni çeteleri ortaya çıkmaya başladı. 15 Nisan’da Van’ın dışında, 18 Nisan’da da Bitlis’te Ermeniler büyük isyanlar çıkardılar. Van, Seyyar Jandarma Tümeni ve aşiretler tarafından kuşatıldı. Kuşatma 14 Mayıs’a kadar devam ettiği halde isyan bastırılamadı.
   Bu gelişmeler devam ederken, 25 Nisan 1915’te, Müttefikler tarafından Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapılınca Osmanlı Genelkurmay’ı tüm dikkatini bu cepheye verdiğinden 3. Ordu ihmal edilmeye başlandı. Bu durumu sağlıklı bir şekilde değerlendiren Mahmut Kamil Paşa orduyu ayakta tutmak için hesapsız planlar yapmaktan kaçınıyordu. Bu sırada Ruslar; kuzeyde Tortum’u, güneyde de Malazgirt’i alarak cepheyi daraltmak ve Türk ordusunu kuşatmak için ileri harekâta başladılar. 27 Nisan’da Oltu ve Tortum istikametinden taarruz ettiler. 22 Mayıs tarihine kadar devem eden 1. Tortum Muharebesi’nde taarruzları başarısız olan Ruslar, tekrar çıkış mevzilerine çekildiler.
     Bu sırada Yarbay Halil, 1. Seferi Kuvvetler Komutanı olarak Rumiye’den Hoy üzerine yürüyerek Rusları Azerbaycan’dan atmak için bir harekât yapmakla görevlendirilmişti. Van isyanı Jandarma Tümeni’nin önemli kuvvetlerini üzerine çektiğinden Halil Bey sadece birkaç jandarma taburu ile takviye edilebildi. Buna rağmen 29 Nisan 1915’te Dilman’a taarruz ederek Rusları geri sürdü. Ancak 1 Mayıs günü yapılan taarruzda başarılı olamayıp ağır zayiat verilince tekrar Rumiye’ye geri çekildi.
      Bu sırada Murat Vadisi ve Van bölgesinde Türk kuvvetlerinin çok zayıf olduğunu bilen Ruslar bu bölgedeki 4. Kolorduları ile ilerlemeye başladılar ve kuzeyden Van’ı zorlamaya başladılar. Bu taarruzla esnasında Rus ordusunda bulunan Ermeni taburları ve yerli Ermeniler bölgede yaşayan sivil halka karşı çok korkunç katliamlar yaptılar. Ruslar, bölgede ortaya çıkan Ermeni isyanlarından da yararlanarak 8 Mayıs’ta Tutak’ı, 10 Mayıs’ta Hamur’u, 11 Mayıs’ta Malazgirt’i, 12 Mayıs’ta Patnos ve Erciş’i, 16 Mayıs’ta da Van’ı işgal ettiler. Bu sırada Osmanlı Devleti Çanakkale’de ölüm kalım mücadelesi verirken aynı zamanda İmparatorluk kıyıları Müttefik donanmaları tarafından bombalanıyordu.
     Osmanlı Hükümeti, bu sıkıntılı dönemde yaygınlaşan Ermeni isyanları karşısında, önce Ermeni Patriği, mebusları ve önde gelenlerini çağırarak Ermeni katliamlarının devam etmesi halinde gerekli tedbirleri alacağını bildirdi. Bu uyarı sonuç vermeyince, 24 Nisan 1915’te Ermeni komitelerini kapattı ve 2345 Ermeni’yi devlet aleyhine faaliyet göstermekten dolayı tutukladı.
      Bir ay kadar sonra da Enver Paşa, Ermenilerin Doğu Anadolu’dan alınarak savaş alanı dışında kalan bölgelere yerleştirilmesi için Dâhiliye Nezareti’ne (İçişleri Bakanlığı’na) başvurdu. Bunun üzerine Dâhiliye Nezareti, 27 Mayıs 1915 günü ‘’Tehcir’’, yani ‘’Sevk ve İskân’’ ile ilgili geçici bir kanun çıkararak savaş bölgesi ve yakınındaki Ermenilerin güneydeki Osmanlı topraklarına sevk ve iskân edilmesine karar verdi. Dâhiliye Nezareti, 30 Mayıs 1915’te yayımladığı 15 maddelik bir genelge ile tehcirin nasıl yapılacağını belirledi. Bu kanun 1 Haziran 1915 ‘te Takvimi Vekayi’de yayımlanarak yürürlüğe girdi ve 15 Eylül 1915’te, meclisin açılmasından sonra Meclsi-i Mebusan’da onaylandı.
     22 Mayıs günü Van’dan çekilen kuvvetlerle Halil Bey birlikleri Çaldıran’da birleştiler. Onları takip eden Ruslar aynı gün Başkale’yi aldılar. Bu kuvvetlerden başka Van’dan gelen Rus süvarilerinin baskılarına da maruz kalan Halil Bey, 1 Haziran’dan itibaren geri çekilerek 20 Haziran’da Bitlis’e geldi. Bu Türk birliklerini takip eden Ruslar, Bitlis’e taarruz etmediler ama bu sırada Van Gölü kuzeyinden ilerleyen Rus birlikleri Ahlat’ı aldılar.
      Bu durumda Ruslar, Bitlis’i ve dolayısıyla Musul yolunu tehdit eder duruma gelmişlerdi. Buradan ilerleyecek Rus birlikleri, Irak’taki 6. Ordu’nun arkasını olduğu gibi 3. Ordu’nun da sağ yanını tehdit eder duruma gelebilirlerdi. Rusların, Bitlis-Muş hattını ele geçirerek Dicle vadisine inmesinin önlenmesi gerekiyordu. Bu sebeple Rus tehdidini durdurmak için Halil Bey komutasında Bitlis Grubu oluşturuldu.
   Haziran ortalarında Ruslar Liz-Ahlat-Reşadiye hattını ele geçirip Azerbaycan’daki durumlarını güvence altına alınca kuzeyde Tortum-Başovacık istikametinden 3. Ordu kuzeyine ikinci defa taarruza başladılar. 2. Tortum Muharebesi denilen bu muharebeler olurken Van Gölü’nün kuzey ve güneyinden de 3. Ordu’yu kuşatacak şekilde manevralar yapıyorlardı. Van Gölü güneyinden ilerleyen Ruslar Ermenilerle birleşerek taarruzlarına devamla 13 Temmuz’da Reşadiye’yi ele geçirdiler. Van Gölü kuzeyinden ilerleyen kol ise 29 Haziran’da Ahlat’ı aldı ve Malazgirt güneyine kadar ilerledi.
     Bu bölgede, Nazarbekof komutasında taarruz eden Rus 4. Kolordusu üç gruba ayrılmış durumdaydı. Bir grup Van Gölü güneyinde, bir grup Ahlat bölgesinde diğer bir grup ise Murat Nehri’nin kuzeyinde idi. 4. Kolordu, bu düzeni ile 11 Temmuz günü üç koldan taarruzuna devam ederek bu sırada isyan eden Muş ve Bitlis’teki Ermenilerle buluşacak şekilde ayrı kollar halinde Muş ve Bitlis’e doğru ilerledi. Bu üç Rus grubu ayrı ayrı imha edilebilecek kadar birbirinden uzakta bulunuyordu. Bunu gören Abdülkerim Paşa bazı bölgelerde kuvvet tasarrufu ve Bitlis Kuzeyinde sıklet merkezi yaparak iç hat manevrasıyla düşmana bir darbe vurmaya karar verdi. 36. Tümen’i Bitlis’in kuzeydoğusunda bırakarak 9. Kolordu ve Mürettep Kolordu birliklerini Bitlis’in kuzeyinde topladı. Böylece burada Ruslara karşı kuvvet üstünlüğü sağlanmıştı.
     Toplanan bu birlikler 22 Temmuz günü, 10 gündür taarruz ettiği için iyice yorulan 66. Rus Tümeni’ne taarruz ettiler. Baskı altında kalan bu tümen, Malazgirt’ten ileri yanaşan bir Rus Tugayını Türk birliği sanarak ateş etti ve ertesi gün bu tugay Türk birliklerinin de taarruzuna uğrayınca dağılıp askerleri kaçmaya başladı. 26.000 kişiden oluşan Türk birlikleri çok az bir kuvveti cephede bırakarak 22.000 kişi ile Rusların kuzeydoğusuna sarkarak taarruz ettiğinden 3-4 gün süren bu muharebe Rusların yenilgisi ile sonuçlandı. Taarruz bölgesinde ağır zayiata uğrayan Rus kuvvetleri kalan az sayıda personeli ile güçlükle Malazgirt’e çekildiler. Nazarbekof, Türklerin üstün kuvvetlerle taarruz ettiğini düşünerek çatışma bölgesindeki birlikleri takviye etmekten çekinerek geri çekilmeye başladı ve çevresini saran Türk birliklerinden güçlükle kurtularak Adilcevaz’a çekildi.
    Bu durum üzerine Tatvan’da bulunan Rus birlikleri de onun yanına çekildiler. Çekilemeyen 66. Tümen ise Malazgirt’te savunmaya başladı. 25 Temmuz günü Türk birlikleri Malazgirt’e girince bu tümen de geri çekildi. Bu yenilgi sonucunda Türk birlikleri, çekilen Rus birliklerini takip edince Ruslar 2 Ağustos’ta Ağrı ovasına, sonra da Ahtalar Geçidi’ne kadar çekildiler. Türk birlikleri, 3 Ağustos günü Ağrı’ya girdiler.  Nazarbekof, Erciş istikametinden çekilerek Taşlıca’ya geldi. Bu durum, Türklerin süvari birlikleri ile Rus ordusunu güneyden kuşatacağı düşüncesi sebebiyle Ruslarda genel bir endişeye sebep oldu. 4. Ordu acil yardım çağrıları yaparken Yudenich ise ilerleyen Türk birliklerine kuzeyden bir karşı taarruz yapmayı düşünüyordu. Türk birlikleri Malhas-Hamzekan-Kavaklık-Heşto hattında vardığında durarak 5 Ağustos günü yığınak yapmaya başladılar.
     Yudenich, Abdülkerim Paşa’nın durarak düşman taarruzlarına karşı hazırlanmaya başladığını görünce derhal karşı taarruz emri verdi. Bu sefer de Ruslar, Abdülkerim Paşa’nın kendilerine yaptığını yapmak istiyorlardı. Fakat Rus birlikleri aşırı yorgun ve yıpranmış olduğundan Türk birliklerine imha edici bir darbe vuramadı. 9. Kolordu ve Mürettep Kolordu birbiri arkasında hatlarda savunma muharebeleri yaparak geri çekilmeye başladılar. İlerleyen Rus birlikleri kaybettikleri yerleri geri alarak 13 Ağustos günü Şirvan Dağı-Malazgirt-Adilcevaz hattına gelerek burada tertiplendiler.
    Bu sırada Rusya’da önemli gelişmeler meydana geliyordu. Rus Orduları Polonya’da bozguna uğramış, Çar, halkın ve ordunun moralini yükseltmek için 5 Eylül günü komutayı eline aldığını açıklamıştı. Kafkasya’da ise Rus orduları komutanı Voronzof Doskof hasta olduğundan emekliye ayrılmış ve 7 Eylül günü  Grandük onun yerine göreve getirilmişti.
    Aynı dönemde Türkiye’de de önemli gelişmeler vardı. Çanakkale Muharebeleri Ağustos ayından itibaren en şiddetli dönemlerini yaşıyor, ayrıca Türk birliklerinin Süveyş Kanalı bölgesindeki harekâtı devam ediyordu. Süleyman Askeri komutasında, Araplardan da yararlanarak yapılmaya çalışılan taarruz 14 Nisan günü Şuaybe’de yenilgi ile sonuçlanmış, İngilizler 3 Temmuz’da Ammare’yi, 25 Temmuz’da Nasıriye’yi almışlar ve Irak cephesi oldukça zayıflamıştı. Çanakkale Muharebeleri sebebiyle bu bölgeler takviye edilemediğinden Irak’ta General Towsend yavaş yavaş kuzeye doğru ilerliyordu. İran’da ise İngiliz ve Rus kontrolündeki hatlar arasındaki bölgede Almanlar etkinlik kurmuş, buraya gönderilen Türk birlikleri geri çevrilmişti. Çanakkale’den birlik alamayan Enver Paşa, Doğu Cephesi’nden Murat Vadisi’ndeki Seferi Kuvvetleri, 9 Ekim günü, Bağdat’a gönderdi. Bu birliklerin katılımıyla Towsend Selmanı Pak’ta yenildi ve Kut kuşatıldı.
     Batı Cephesi’nde ağır zayiatlar vermelerine rağmen Ruslar yaptıkları seferberlikle Doğu Cephesi’ndeki asker sayısını her geçen gün artırıyorlardı. Türk ordusu ise yeni asker temin edemediği gibi bazı birlikleri de Irak’a gönderilmişti. Eylül 1915 itibarıyla Doğu Cephesi’nde; 439.000 Rus askerine karşı 66.000 Türk askeri bulunuyordu. Ancak tüm bunlara rağmen Ruslar gerek çok geniş bir bölgeye yayıldıklarından, gerekse Türk birliklerinin sayısını mevcudun iki katı kadar tahmin ettiğinden etkili bir taarruz harekâtına geçemiyorlardı. Grandük, 24 Eylül’de, ordusunun başına gelirken çok miktarda silah, teçhizat ve malzeme getirdi. Ayrıca Batı Cephesi’ne gitmiş olan 5. Kolordu ve birçok yeni birliğin getirilmesine başladı. Bu arada 23 Kasım’a kadar, 2. Türkistan Kolordusu’nu da güçlendirdi. Rus Kafkasya Ordusu mevcudu yavaş yavaş 700.000 kişiye çıkarıldı.
    Grandük, bu hazırlıklar tamamlanırken Baratof’u İran’da harekete geçmesi için görevlendirdi. 12 Kasım’da Enzeli’ye çıkan Baratof, karargâhını Kazvin’de kurdu. Towsend’in 22-25 Kasım tarihlerinde Selamanı Pak’ta yenilmesi ve 7 Aralık’ta kuşatılması üzerine İngilizler Rusları İran harekâtını genişletmeye zorladılar. Bunun üzerine Grandük, harekâtı Hemedan’dan Karadeniz’e kadar uzatarak 1000 kilometrelik bir alana yaymaya karar verdi. 15 Aralık’ta da Baratof, Almanları buradan atarak Hemedan’ı aldı. 5 Kasım 1915’te 6. Ordu Komutanlığına atanana Goltz Paşa, Aralık ortalarında görevi teslim alır almaz İran’daki sürülen bu Alman birliklerini de kendi emrine aldı.
    Grandük, daha önce kaybettiği şöhretini tekrar kazanmak istiyordu. Elindeki kuvvetin büyüklüğüne de güvendiğinden Yudenich’in ihtiyatlı tutumundan sıkılarak Doğu Cephesi’nde bir yarma harekâtı yapmak için planlamaya başladı. Ayrıca o sırada Çanakkale Muharebelerinin müttefikler aleyhine döndüğü anlaşılmış ve cephenin boşaltılmasına karar verilmişti. Nitekim 20 Aralık’ta Anafartalar ve Arıburnu, 9 Ocak 1916’da da Seddülbahir boşaltıldı. Çanakkale’den çekilen İngiliz kuvvetleri Türkler Çanakkale’de boşta kalan birliklerle taarruz eder diye Mısır’a gönderilmiş ve Mısır’daki ordu 300.000 kişiye çıkarılmıştı. Öte yandan Ruslar da Çanakkale birliklerinin kendi üzerlerine geleceğini düşünüyorlardı. Mevsim kış olduğundan bu kuvvetlerin önce Irak’a giderek cepheyi düzelteceğini ve baharda da Rus Ordusu’nun güneyine taarruz edeceğini değerlendiriyorlardı. Yaptıkları hesaba göre Türklerin Mart ayında kendi cephelerine taarruz edeceği değerlendiriliyordu. İşte bu yüzden bahar gelmeden Ruslar taarruz etmeliydi. Bundan dolayı Grandük, takviyeler gelmeden bir kış taarruzu ile 3. Ordu’nun imha edilmesi emrini verdi. Bu sırada 3. Ordu, 100 kilometreye yayılmış cephesinin iki yanını geçilmesi zor dağlara dayamıştı. Bu dağların kışın aşılması çok zor olduğundan bir kuşatma harekâtı yapılması uygun görünmüyordu. Mecburen cephenin yarılması gerekiyordu.
     Türk Genel Karargâhı ise İngiliz ve Rusların her ikisinin de tahminin aksine Çanakkale’deki birlikleri Suriye ve Doğu Cephesine kaydırmadı.  Suriye’ye ikmal zorlukları sebebiyle sadece bir tümen gönderildi ve diğer kuvvetler de Trakya’da düzenlenmeye başlandı. Enver Paşa’ya göre; Irak’ta Towsend kuşatılmış, geriden gelen kuvvetler durdurulmuş ve Kirmanşah elimizde olduğu için İran’da da acil bir durum yoktu. Doğu Cephesi’nde ise, Rusların kanatlara yaptıkları taarruzlar durdurulmuş ve şu anda bir Rus tehlikesi görünmüyordu. Fakat Mahmut Kamil Paşa onun aksine durumu tehlikeli gördüğünden İstanbul’a giderek takviye kuvvet gönderilmesini istedi. Enver Paşa kendisine; Ruslar sıkıştırırsa Sivas’a kadar çekilebileceğini söyleyerek bu talebi reddetti. Enver Paşa, boşta kalan kuvvetleri Batı Cephesi’nde kullanmayı düşünüyordu. Fakat Almanların kuvvet talebi olmadı. Bunun üzerine, 4 Şubat 1916’da, gerektiğinde Irak ve Suriye’de kullanmak üzere 5. Kolordu’nun Halep’te toplanması emrini verdi.
   Türkler tarafında hiç kimse, Sarıkamış tecrübesi sebebiyle Rusların bir kış taarruzu yapacağını tahmin etmiyordu. Hatta Rus birliklerinin büyük bir bölümü de bunu beklemiyordu. Çünkü Ruslar gizliliğe azami dikkat ediyor ve yanıltıcı haberler yayıyorlardı. Yudenich; 2. Türkistan Kolordusu ve 1. Kolordu arasından yarma yapacağı için harekât hakkında sadece bu kolordu komutanlarına bilgi vermiş, başka hiç kimseye bilgi vermemişti.
    Türkistan Kolordusu; Narman güney doğusundan Tortum Gölü’ne kadar olan bölgede yerleşmiş, 1. Kolordu da onun güneyinde Aras Nehir’nin iki tarafında tertiplenmişti. 2. Türkistan Kolordusu’nun karşısında Türk 10. Kolordusu, 1. Kafkas Kolordusu’nun karşısında da 11. Kolordu vardı. Onun güneyinde ise 9. Kolordu bulunuyordu.
     Ruslar; sahil müfrezesi, adı geçen iki kolordu, 4. Kolordu ve Azerbaycan-Van Müfrezeleri ile tüm cephe boyunca taarruzla Türk birliklerini tespit etmeyi ve Çilligöl Dağı kuzeyindeki dağlık bölgeden takviyeli bir kolordu ile cepheyi yarmayı planlıyorlardı. 2. Türkistan Kolordusu asıl taarruzdan iki gün önce taarruza başlayarak dikkati üzerine topladı. Diğer birlikler ise 11 Ocak 1916’da taarruza başladılar. Cephe hattında taarruz eden birliklere planın tamamı hakkında bilgi verilmediğinden bu birlikler de asıl taarruz kendi bölgelerindeymiş gibi şiddetle taarruz ediyorlardı. 2. Türkistan Kolordusu ’nun çok şiddetli taarruzları sebebiyle Türkler, bu bölgedeki ihtiyatlarının tamamını kullandılar. İşte yarma harekâtı da bu ihtiyatlar kullanıldıktan sonra 12 Ocak 1916 günü başlatıldı. Önce Kocat Dağı ele geçirildi. Yudenich, Rusların yılbaşı olarak kutladığı 13-14 Ocak gecesinde, tüm kuvvetlerine şiddetle taarruz edilmesi emrini verdi. Fakat bu şiddetli taarruzlara rağmen, savunma mevzileri bir yıldır hazırlandığından, Türk birlikleri ısrarla savunmalarına devam ediyorlardı. Ayrıca Yoğun kar yüzünden Rusların hareket etmesi güçleşiyordu.
   14 Ocak günü inatla savunmaya devam eden Türk birlikleri asıl taarruzun Pasinler bölgesinden yapıldığını düşünerek yarma bölgesine gereken önemi vermiyorlardı. Bu sırada ordu komutanı Mahmut Kamil Paşa İstanbul’da olduğundan komutanlığa Abdülkerim Paşa vekâlet ediyordu.
     15 Ocak günü Ruslar, 11. Kolordu cephesini yararak hızla bu yarmayı genişlettiler. 5 gündür süren Azap Muharebelerinde 9. ve 10. Kolordular pek fazla zayiat vermemişler fakat karşısındaki Rus birliklerince yerlerinde tutulmuşlardı. Ancak 11. Kolordu aşırı baskı sebebiyle hayli yıpranmıştı. 14 Ocak günü ikinci savunma hattına çekilmelerine rağmen burada da tutunamamış ve cephesi yarılmıştı. Durumu doğru değerlendiren Abdülkerim Paşa 16 Ocak günü, tam zamanında, geri çekilme emri verdi. Yarma gediğinden giren Rus birlikleri 17 Ocak’ta Köprüköy’e girdiler fakat Türk birlikleri tam vaktinde çekilmeye başladığından Rusların manevraları istedikleri sonucu vermedi. 
      Ruslar 19 Ocak’ta Hasankale’ye, ertesi gün de Korucuk’a vardılar. Abdülkerim paşa çekilen birliklere geride yeni bir savunma mevzii oluşturmaları emrini vermesine rağmen hiç ihtiyatı kalmayan birlikler bunu yapamayarak Erzurum Kalesi’ne sığındılar. Grandük, hazırlık yapmadan Erzurum’a taarruz etmek istemiyorlardı. Çünkü o sırada Ruslar Avrupa’da sarsılmışlar ve Kafkasya’dan bazı birliklerin Avrupa cephesine gönderilmesi durumu ortaya çıkmıştı. Grandük, bu sebeple birliklerine Köprüköy’e kadar çekilmelerini emretti. Fakat bu sırada Kargapazarı Dağları’nın Türkler tarafından tutulmadığı ortaya çıkınca bir başarı ümidi ortaya çıktı ve 21 Ocak’ta çekilmeye başlayan birlikler 22 Ocak günü geri dönerek bu dağı işgal ettiler. Bunun ardından Yudenich, Erzurum’un taarruzla alınabileceğini söyleyince Grandük te onun taarruz kararını onayladı. Fakat bunun Şubat ortalarında yapılmasına izin verdi.
      Erzurum, tarih boyunca önemli bir kale olmuş ve tahkim edilmiştir. En son Kırım Harbi zamanında Kars Ruslar tarafından alınıp Erzurum tehdit edilince iç kale tahkim edilmiş, ayrıca Aziziye, Mecidiye, Ahali, Kiremitli ve Nişan tabyaları yapılmıştı. 1877-78 tarihlerinde de bunların önüne iki hat alinde yeni tabyalar inşa edilmişti. Bu savaşta Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Alaca Dağ’da yenilerek geri çekilirken en son Deveboynu’nda savunma yapmış ancak Ruslar gece baskınıyla Aziziye Tabyası’na girince halkın katılımıyla yapılan karşı taarruzla Tabya’dan Ruslar atılmıştı. Bundan Sonra Palandöken Dağı’nda iki tabya daha yapılmış, Çobandere tahkim edilmiş, daha sonra da Dolangez-Uzun Ahmet-Höyükler hattı tahkim edilmişti. Erzurum’da tamamı eski olmak üzere 265 top vardı. En kuvvetli mevzi Çobandede’de bulunuyordu. Burası düşerse cephe yarılırdı. Kargapazarı ve Gürcü Boğazı da önemliydi. Palandöken ise oldukça sarp olduğundan daha az kuvvetle tutulabilirdi.
     İşte bu sebeplerle Ruslar bir aylık sıkı bir hazırlıktan sonra 11 Şubat günü taarruza başladılar. Kargapazarı eteklerindeki Türk kuvvetlerini kısa sürede buradan attılar. Diğer bir kolla Palandöken Tabyalarına taarruz ettiler fakat bu taarruzlar geri püskürtüldü. 14 Şubat günü tüm cepheden aynı anda taarruz ettiler fakat bu taarruz da başarılı olmadı. Ancak, 15 Şubat günü Hınıs’a girdiler. Hınıs bölgesinde cephe yarılınca 3. Ordu Komutanlığı’nca Erzurum’un terk edilmesine karar verildi. 16 Şubat günü Ruslar Kars kapısından Erzurum’a girerken Türkler Trabzon Kapısı’ndan şehri terk ediyorlardı. Mahmut Kamil Paşa, 29 Ocak günü orduya katılmış ve çekilme emrini o vermiştir. Ruslar bundan sonra takibe başladılar ve 23 Şubat tarihine kadar İspir, Yeniköy ve Aşkale’yi işgal ettikten sonra takibe son verdiler.
               Erzurum’da bu muharebeler sırasında sahil kesiminde de Rusların Liyahof  
         Müfrezesi deniz kuvvetlerinin ateş desteğinde taarruz ediyordu. Türk kuvvetleri geri 
         çekilerek 19 Şubat günü Büyük Dere’nin batısına tertiplendiler.  Burada taarruzları 
         duran Ruslar 4 Mart 1916 günü Pazar’a ve 5 Mart günü  Çayeli’ne gemilerle asker 
         çıkararak buraları işgal ettiler.  7 Mart günü  Rize yakınlarına asker çıkararak 8 Mart 
         günü de Rize’yi işgal ettiler ve takviye birliklerin  gelmesi için beklemeye başladılar.
    Güney bölgelerde ise 4. Rus Kolordusu, Kasım ayının ortalarına kadar Rus hatlarının gerisinde faaliyet gösteren Türk ve Kürt gerilla güçleriyle çarpıştı. 22 Ocak tarihinde Kürt çeteleriyle savaşan Rus birlikleri Hınıs istikametinde ilerleyerek düzenli birliklerle yaptığı çatışmaların ardından 25 Ocak günü Hınıs’a girdiler. Bundan sonra da, 9 Şubat tarihine kadar buradaki Kürt çetelerini etkisiz hale getirmek için uğraştılar. Bu tarihte Nazarbekof, Varto istikametine ilerledi ve 3 gün boyunca direnen Türk birliklerinin geri çekilmesi üzerine 13 Şubat günü Varto’ya girdi. Erzurum’un düşmesinden sonra bu bölgede de Ruslar, 17 Şubat günü Muş’u işgal ettiler. Nazarbekof 20 Şubat’ta kolordusunun büyük kısmını Muş’ta topladı. İlerlemeye devam eden Rus birlikleri 20 Şubat günü Tatvan’ı, 2 Mart günü de Bitlis’i işgal ettiler.
    İran cephesinde, ilerleri harekata başlayan Baratof, 26 Şubat günü, Kirmanşah’ta toplanmış olan İran-Türk kuvvetini buradan attı. Böylece Ruslar, Mart ayı başlarında; Kirmanşah-Bitlis-Muş-Varto-Yeniköy-Aşkale-Rize hattına ulaşmış oldu. Bu sırada Kut-ül Amare daha yeni kuşatılmıştı. İngilizler yaptıkları taarruzlarla burayı kurtarmaya çalışıyorlardı. Ruslardan da Hanikin’e taarruz ederek kendilerine yardım etmelerini istiyorlardı.
     Erzurum işgal edilince Halep’e görevlendirilen 5. Kolordu derhal 3. Ordu emrine verildi ve 2. Ordu’nun Trakya’dan Doğu Cephesi’ne gönderilmesine karar verildi. Bu arada Ruslar Mart ayının ortalarında cepheyi düzeltmek için yeniden ileri harekâta başladılar. Sahilden Of’a, Çoruh Vadisi’nden Bayburt’a ve Erzurum istikametinden Mamahatun’a doğru üç koldan ilerlediler.
    Bu sırada Enver Paşa 2. Ordu’ya cepheye hareket etmesini ve 3. Ordu’nun güneyindeki birlikleri de emrine alarak Rus Ordusu’na güneyden taarruz etmesi görevini vermişti. 2. Ordu; 2., 4. ve 16. Kolordulardan oluşacaktı. Ordu Komutanı Ahmet İzzet Paşa, Mayıs ortalarına kadar ordusunu yeni görev bölgesinde toplayacağını hesaplıyordu.
     Ruslar 2. Ordu’nun görevlendirmesini öğrenince hızla gerekli tedbirleri almaya başladılar. Odesa’daki 5. Kolordularını gemilerle Trabzon’a çıkardılar. Daha önce de Rize’ye iki tugay çıkarılmıştı. Bu birlikler Karadeniz Donanma Komutanı Amiral Eberhart tarafından, Trabzon’dan Türk Ordusu’nun yan ve gerilerine taarruz edilmesi önerisinin kabul edilmesi sonucu bu bölgeden karaya çıkarılmışlardı. Böylece Ruslar sahil kesiminde bir sıklet merkezi oluşturdular.
    Bu arada Irak’ta Towsend, 26 Nisan 1916’ya kadar kuvvet gelmezse teslim olacağını bildirdiğinden İngilizlerin baskısıyla Baratof, Kirmanşah’tan Hanikin’e doğru ilerlemeye başladı. 29 Nisan’da Towsend teslim oldu. Fakat buna rağmen Ruslar, Grandük’ün emriyle ilerlemeye devam ettiler. Baratof, 7 Mayıs günü Hanikin’e taarruz etti ancak başarılı olamadı. Bu sırada Goltz Paşa ölünce yerine Halil Paşa atandı ve Enver Paşa kendisine İran’daki Ruslara taarruz etmesini emretti. Cepheden tasarruf edilen 13. Kolordu bu işe tahsis edildi. Baratof bundan habersiz olarak 3 Haziran günü tekrar Hanikin’e taarruz etti fakat 13. Kolordu ile karşılaşınca ağır bir yenilgiye uğradı ve bunun üzerine Kirmanşah’a geri çekildi. 13. Kolordu Baratof’u takip ederek 2 Temmuz günü Kirmanşah’a girdi ve ilerlemeye devam ederek 10 Ağustos günü Hamedan’ı aldı. Rus ordusu mevcudunun yarısını zayiat verdiğinden çekilmeye devam etti ve Sultanbudak Dağları’na kadar atıldı.
      Ruslar, Ermenilerle yaptıkları işbirliğine benzer şekilde bir taraftan da Nasturilerle işbirliği yaparak Nasturi bölgesine sarkmayı ve Musul’u tehdit etmeyi denediler ancak başarısız olarak 18 Temmuz’da Revandiz’i terk etmek zorunda kaldılar. 14-22 Ağustosta ise doğrudan Musul grubunun üzerine yüklendiler ve bunun sonucunda birliklerimiz Revandiz üzerine çekilmek zorunda kaldı.
     27 Şubat tarihinde Mahmut Kamil Paşa’nın yerine 3. Ordu Komutanı olarak atanan Vehip Paşa, 6 Mart günü birliğine katıldı. Mart ortalarında Ruslar, Mamahatun ve Çoruh mevzilerine saldırdılar. 15 Mart günü Mamahatun’u ele geçirdiler. Bunun üzerine 9. Kolordu Höbek Dağın’a, 10. Kolordu Cebice’ye 11. Kolordu Fırat Nehri’nin gerisine çekilerek mevzilendi. Abdülkerim Paşa geri çekilirken attan düşüp yaralanınca yerine yerine Albay Galatalı Şevket artçı komutanı olarak atandı.
    Deniz kuvvetlerinin desteği ile 26 Mart günü taarruz eden Ruslar Of’u ele geçirdiler. Bu sırada Karadeniz’de, Rus gemileri ile Alman denizaltılarının mücadelesi yaşanmaya başladı ve bir Rus gemisi batırıldı. 3 Nisan günü, Yavuz ve bir denizaltı sahil kesimindeki Rus birliklerini bombardımana tuttu. 8 Nisan günü Ruslar bir tugay kadar kuvveti denizden Sürmene yakınlarına çıkardılar. Ruslar deniz kuvvetlerinin ateş desteğinde yeniden taarruza başladılar ve 18 Nisan günü Trabzon’u ele geçirerek Trabzon-Bayburt yolunu kestiler. Trabzon taarruzu ile koordineli olarak Çoruh Vadisi’nden de Bayburt’a doğru taarruz ettiler ancak buradaki Türk birliklerince durduruldular.
     14 Nisan’dan itibaren 3. Ordu cephesi 3 bölgeye ayrıldı. Van Gölü’nden Bingöl’e kadar olan 1. Bölge 16. Kolorduya, Kığı’dan Fırat Nehri’ne kadar olan 2. Bölge 9. Kolordu’ya, Fırat’tan Karadeniz’e kadar olan 3. Bölge ise 5. Kolordu’ya tahsis edildi. 13 Mayıs 1916’da Ahmet İzzet Paşa Diyarbakır’a geldi ve 16. Kolordu 2. Ordu emrine girerek birinci bölge sorumluluğu da bu orduya bırakıldı. 14 Haziran’dan sonra Murat Nehri’nin güneyi 16. Kolordu’ya kuzeyi ise 3. Kolordu’ya tahsis edildi.
    Bu sırada, Ermeni ve Nasturilerden sonra Rum eşkıyaları da türemeye başladı. Vehip Paşa Tunceli ağalarını çağırarak para ile kendine bağlamışsa da Tunceli kuzeyi aşiretleri de Hristiyan unsurlar gibi isyan etmişlerdi. Bunların tenkili için Galatalı Şevket görevlendirildi. 6 Mayıs günü sona eren harekât sonucunda isyancı aşiretler dağıtılarak etkisiz hale getirildi.
    Rusların, Kafkasya’daki bazı birlikleri Avrupa cephesine kaydırmasından yararlanmak isteyen Enver Paşa 2. ve 3. Ordu’nun taarruz etmesini istedi. Fakat 2. Ordu bölgeye yeni gelmiş ve henüz yığınağını tamamlayamamış olduğundan sadece 3. Ordu bölgesinden taarruz edildi. 10. Kolordu, 31 Mayıs’ta yaptığı taarruzla Rusları Mamahatun’dan attı. Sahil kesiminde yapılan taarruzla da Of ele geçirildi. Fakat Ruslar genel karşı taarruza geçince birlikler zor durumda kaldılar. 2. Ordu’dan Rusların dikkatini çekmek için Varto istikametinde taarruz etmesi istendi fakat bu ordunun 2 Ağustos’tan önce taarruz edemeyeceği bildirildi. Bunun üzerine Rus karşı taarruzları karşısında 3. Ordu birlikleri geri çekilmeye başladı ve Bayburt 16 Temmuz’da Rusların eline geçti. Ruslar 21 Temmuz’da Gümüşhane’yi, 22 Temmuz’da Kelkit’i ve 25 Temmuz’da da Erzincan’ı ele geçirdiler.
     Ruslar, 12-13 Temmuz gecesi de 4. Kolorduları ile Muş bölgesinden 2. Ordu’ya taarruz ettiler. Bu bölgede cephe yarılınca buradaki birlikler Kulp Boğazı’na çekildiler. 1 Ağustos tarihine kadar taarruzları devam eden Ruslara karşı 2 Ağustos günü karşı taarruza geçen 2. Ordu Rusları ulaştıkları mevzilerden attı ve Bitlis yakınlarına kadar takip etti. Öte yandan Muş bölgesinde ilerleyen Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 16. Kolordu 7 (Fevzi Çakmak 7 Ağustos derken Genkur. Yayınında 6 Ağustos yazıyor.) günü Muş’u, 7 Ağustos günü de Bitlis’i aldı. Türk birlikleri tarafından taarruza devam edilince Ruslar Varto istikametine çekildiler.
      14 Ağustos’ta Ruslar 3. Ordu’ya taarruzlarını durdurup savunmaya geçtiler. Bunun ardından 18 Ağustos günü Kığı’yı alarak tekrar 2. Ordu cephesine taarruza başladılar ancak başarı sağlayamadılar. 24-28 Ağustos tarihleri arasında yapılan karşı taarruzlarla 2.Ordu birlikleri 20 kilometre kadar düşmanı sürdüler. 28 Ağustos’ta Ruslar 2. Ordu cephesine tekrar taarruza başladılar. 30 Ağustos günü kolordu komutanı Faik Paşa şehit olunca yerine kurmay başkanı İsmet Bey vekâlet etmeye başladı. Bundan sonra karşılıklı taarruz ve karşı taarruzlar 14 Eylül’e kadar devam etti. Bu çatışmalar sırasında Faik Paşa ile aynı günde 3. Ordu’da da Bahattin Paşa şehit oldu.
    Tunceli bölgesinde Ruslarla işbirliği yapan bazı aşiretler, 16 Eylül günü Rus askerlerin bazı kadınlara tecavüz etmesi üzerine ayaklandılar ve Tunceli halkı Ruslara karşı savaşmaya başladı. Bu arada Rusya’da, Ekim 1916’dan itibaren iç istikrar iyice bozulmaya ve bu durumdan Rus askerleri de etkilenmeye başladı.
    Doğu Anadolu’da 1916-17 kışı çok sert geçtiğinden büyük çaplı muharebeler meydana gelmedi. Ancak küçük çaplı baskınlar ve keşif harekâtları yanında Ruslar uçaklarla ve denizden Karadeniz sahillerindeki bazı yerleşim yerlerini bombalamaya devam ettiler. Rusya’da istikrarsızlığın gün geçtikçe artması üzerine Çar, 1917 Mart’ının başında görevi bırakmak zorunda kaldı. Kardeşi de görevi kabul etmeyince Rusya’da çarlık sona erdi. Rusya’da Kerensky hükümeti diye de bilinen geçici hükümet kuruldu. Bundan sonra Rus ordusu gevşemeye ve ordudan çok sayıda asker kaçarak Türklere sığınmaya başladı.
     Bu gelişmeler üzerine Türk Ordusu’nda teşkilat değişikliğine gidilerek 8 Mart’ta Kafkas Ordular Grubu kuruldu. 13 Mart günü Kafkas Ordular Grubu komutanı olan Ahmet İzzet Paşa’nın yerine boşta kalan 2. Ordu Komutanlığına Mustafa Kemal Paşa getirildi. Vehip Paşa ise onun emrinde çalışmak istemediğinden hastalığını bahane ederek görevden ayrıldı. Yerine vekâleten Fevzi Paşa görevlendirildi.
    Artık Kafkasya Cephesinde durum askerin disiplinindeki bozulma sebebiyle Rusların aleyhine gelişmeye başlamıştı. Rus ordusunda askerler subaylarına karşı gelmeye, hatta öldürmeye başlamışlardı. Bu sebeple Ruslar kara harekâtından ziyade hava ve deniz harekâtı yapmaya ağırlık veriyorlardı. 1917 Temmuz ayında Ruslar, Galiçya’da taarruza geçtiler fakat Temmuz sonlarında Almanlar bu taarruzu durdurup karşı taarruzla Rus cephesini yararak ilerlemeye başladılar. Alman ilerlemesi Rusya’da daha büyük karışıklıklar çıkmasına sebep oldu. Bu karışıklıklardan yararlanan Bolşevikler, Troçki liderliğinde bir hükumet darbesi yaptılar. 8 Kasım 1917’de Lenin Petersburg’a gelerek iktidarı ele aldı.
    Çarlık idaresi devrildiğinde Kafkasya Ordusu komutanı Grandük Nikola görevden alınmış ve yerine Yudenich getirilmiş fakat ihtilalci fikirlerin etkili olduğu orduyu toparlayamadığı için Haziran 1917’de istifa etmişti. Onun yerine görevlendirilen General Perjevalsky de ordudaki çözülmeyi durduramadı. Aralık ayına kadar Kafkasya Ordusu’ndan 200.000 asker firar etti. Artık cephede ancak 40.000 Rus askeri kalmıştı.
    Doğu Cephesi’ndeki 2. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa Suriye Cephesi’ndeki 7. Ordu Komutanlığına atanınca yerine Fevzi (Çakmak) paşa görevlendirildi. Bu sırada Irak ve Suriye’de İngilizler ilerlemeye başlamıştı. 7 Kasım günü Gazze düştü.
    7 Aralık 1917’de, Rusya-Almanya ve Avusturya arasında ateşkes imzalandı. Rus Ordusu’nda yaşanan dağılma ve Alman-Rus-Avusturya ateşkesi neticesinde Ruslarla 16 Aralık 1917’de (Genelkurmay yayını 16 derken Fevzi Paşa ateşkes tarihini 18 Aralık olarak veriyor.) Erzincan Mütarekesi imzalandı. Bu sırada Ruslardaki dağılma emarelerine rağmen, Doğu Cephesi’nden 5 tümen kadar birliğin Filistin ve Irak Cephelerine kaydırılması ve çetin geçen kışın orduları yıpratması sebebiyle hemen taarruza geçilmemişti. Fakat Rus ordusundaki Ermeniler bu dönemi iyi değerlendirerek dağılan Rus birliklerinin yerlerini kendileri doldurdular. Ateşkesin ardından boşta kalan Ermeni birlikleri işgal bölgelerindeki sivil halka karşı katliamlar yapmaya başladılar.
    Bu arada barış görüşmelerinden sonuç alınamayınca Almanlar ateşkesi bozarak Avrupa’da Ruslara karşı taarruza geçtiler. Doğu Cephesi’nde ise Rusların çekildiklerini gören 3. Ordu Komutanı Vehip Paşa General Peljevasky’e bir mektup göndererek Ermeni zulmünden Müslüman halkı kurtarmak için harekete geçileceğini, dolayısıyla bu harekâtın Rus ordusuna karşı düşmanca bir niyet taşımadığını bildirdi. 5 Şubat günü, Bitlis’ten Tirebolu’ya kadar uzanan hattın doğusundaki Ermenilere karşı altı koldan ileri harekâta başlayan 3 Ordu, 7 Şubat günü Kelkit’i ele geçirerek Erzincan’a doğru ilerledi. 3. Ordu Ermeni çetelerini temizleyerek 13 Şubat’ta Erzincan’ı, 19 Şubat’ta Bayburt’u, 22 Şubat’ta Tercan’ı, 24 Şubat’ta Trabzon ve Of’u aldı.
     3 Mart 1918’de Ruslarla Brest-Litovsk anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre Elviye-i Selase (Batum-Kars-Ardahan) Türkiye’ye verildiğinden Türk birlikleri ileri harekâta devamla Ermeni çetelerini temizlemeye devam ettiler. 12 Mart’ta Malazgirt, Hınıs ve Erzurum geri alındı. 15 Mart’ta Oltu, 16 Mart’ta Köprüköy ve Tortum, 8 Nisan’da da Ermenilerin korkunç bir katliam yaptıkları Van ele geçirildi.
       Bu sırada Kars ve Ardahan Ermenilerin, Batum ise Gürcülerin elinde bulunuyordu. 3. Ordu Komutanı Vehip Paşa, Rusya’nın Bolşevik devriminden sonra iç savaşa tutuşmasından yararlanarak kurulan ve merkezi Tiflis olan, Ermeni, Azeri ve Gürcülerin teşkil ettiği Maverai Kafkas Hükümeti’nden, Brest Litovsk Anlaşması gereği Osmanlı Devleti’ne verilen bu üç yerleşim yerini boşaltmalarını istedi. Ancak bu hükümet Brest Litovsk Anlaşması’nı tanımadığını açıklayarak bu isteğe cevap vermedi. Osmanlı Devleti sorunu siyasi açıdan çözmek maksadıyla Maverai Kafkas Hükümeti temsilcilerini görüşmeler yapmak üzere Trabzon’a çağırdı.
   Resmi görüşmelerin başlamasından bir gün önce, Osmanlı Devleti’ni temsil edecek delegelerden biri olan Albay Rauf Bey’i ziyaret eden Maverai Kafkas Hükümetini temsil eden bazı Müslüman delegeler Osmanlı Ordusu’nun kendilerini desteklemek için Kafkasya’ya girmesini beklediklerini, çünkü İngilizlerin Ermenileri, Almanların ise Gürcüleri desteklediklerini bildirdiler. Maverai Kafkas Hükümeti’nde çoğunluğu Ermeni ve Gürcülerin teşkil ettiği, ama aralarında tam bir birlik olmadığı ve Osmanlı Ordusu ile olası bir çatışmada Rusya’nın desteğini alabileceklerini hesapladıklarından Rusları gücendirmemek için bağımsızlıklarını ilan etmedikleri anlaşılıyordu.
    Heyet başkanı Gürcü Chenkeli görüşmelerden önce basına yaptığı açıklamada, Brest Litovsk Anlaşmasını tanımadıklarını ve müzakerelerde 1914 sınırını esas alacaklarını açıkladı. Fakat 14 Mart günü başlayan görüşmeler esnasında Müslümanlarla Hristiyanlar arasında olduğu gibi Ermenilerle ve Gürcüler arasında da dava birliği olmadığı ortaya çıktı. Chenkeli; Batum’un kendilerinde bırakılması halinde Ermeni isteklerinde bazı yumuşatmalar yapılabileceğini bildirirken Ermeni temsilcisi Hatisov ise gizli bir mesajla Osmanlı birlikleri ileri harekâta başlayınca yaşadıkları yerlerden kaçan 400.000 Ermeni’nin eski yerlerine dönmelerine izin verildiği takdirde Batum-Kars-Ardahan’ın Osmanlı Devleti’ne katılmasına karşı çıkmayacağını belirtiyordu. Ancak Osmanlı temsilcileri tün bu teklifleri geri çevirdi.
     Görüşmeler çıkmaza girince Osmanlı 3. Ordusunun Kars ve Ardahan istikametinde harekete geçti. Bunun üzerine Mavera-i Kafkas Hükümeti temsilcileri görüşmelerde bulunmak için Trabzon’a geri döndüler. Bu sefer Ardahan’ı vermeyi kabul ediyor fakat Kars ve Batum’u vermemekte ısrar ediyorlardı. Görüşmeler çözüme ulaşamayınca heyet Tiflis’e geri döndü. Bunun üzerine 3. Ordu birlikleri Kars, Ardahan ve Batum üzerine harekete geçirildi. Enver Paşa özellikle Batum’un bir an önce ele geçirilmesini istiyordu. Çünkü Batum Limanı vasıtasıyla bölgedeki Müslümanlarla irtibata geçilebileceği gibi Osmanlı Orduları da deniz yolu ile kolayca ikmal edilebilecekti.
   Enver Paşa, ilk aşamada Elviye-i Selase’nin, müteakiben de bütün Kafkasya’nın ele geçirilmesini düşünürken Vehip Paşa buna karşı çıkıyor ve Enver Paşa’ya gönderdiği değerlendirmesinde böyle bir harekâtın Osmanlı Devleti’nin sonunu getirebileceğini belirtiyordu. Fakat hangi görüşe göre hareket edilirse edilsin süratle Elviye-i Selase’nin ele geçirilmesi gerekiyordu. Çünkü Mart ayının ilk haftasından itibaren Sarıkamış, Kağızman, Kars, Süregel ve Zaruşat bölgelerindeki Müslüman köylerine saldıran Ermeni çeteleri 55 günde 20.000’den fazla Türk’ü öldürmüşlerdi. Bu sebeple bu katliamlar hala devam ederken Enver Paşa, 4 Nisan günü, 3. Ordu’nun derhal ileri harekâta başlaması emrini verdi. Zaten hareket halinde olan 3. Ordu birlikleri, 3. Nisan günü Ardahan’ı ele geçirmişlerdi. Sahil kesiminden 37. Kafkas Tümeni Batum istikametinde harekete geçti. Bunun üzerine Chenkeli, Vehip Paşa’ya müracaat ederek harekâtın durdurulmasını, 1-2 güne kadar Kars ve Batum’un teslimi için hükumetinden haber beklediğini bildirdi. Kendisine 11 Nisan’a kadar süre verildi fakat bunun bir oyalama taktiği olduğu anlaşılınca 10. Ve 37. Tümenler Borçka üzerinden Batum’a doğru ilerledi. Türk birlikleri 10 Nisan günü Batum’un 5 kilometre doğusundaki Orta Batum’u ele geçirerek şehrin su ve elektriğini kesti. 37. Tümen 13 Nisan günü Batum müstahkem mevkilerine taarruza başladı ve 14 Nisan akşamı şehre girdi.
    Sarıkamış ve Kars istikametindeki harekâtı, Albay Kazım (Karabekir) Bey komutasındaki 1. Kolordu icra etti. Kazım Bey 9. Tümen’e Sarıkamış istikametinde taarruz etme görevini verdi. Bu tümen 4 Nisan’da Karakurt’u ele geçirerek Sarıkamış istikametinde taarruzlarına devam etti. Ermeniler şehri savunamayarak Novo Selim istikametine çekilince, 5 Nisan sabahı Sarıkamış ele geçirildi. Fakat buradaki Ermeniler, kuşatılamadıklarından Kars’a çekilerek burasının savunmasını takviye ettiler.
    Ermenilerin Kağızman’da çok ağır katliamlar yaptıkları haberinin alınması üzerine, 36. Tümen buraya taarruz ederek 8 Nisan günü Kağızman’ı ele geçirdi. Aynı gün 9. Tümen’in de katılımıyla 36. Tümen Selim Köyü istikametinden Kars’a doğru ilerlemeye başladı. 11 Nisan’da Trabzon’da bulunan Maverai Kafkas Hükümeti temsilcilerinin üç sancağın Osmanlı’ya verileceğini bildirmesi üzerine harekât durduruldu. Ancak bunun zaman kazanmak için yapılan bir aldatmaca olduğu ortaya çıkınca, 12 Nisan günü harekâta devam edildi. 19 Nisan’a kadar üç tümen ileri yanaştırılarak Selim mevzilerine taarruza başlandı. 22 Nisan günü yapılan genel taarruzla mevziler ele geçirildi ve 23 Nisan’da Kars’ın kuşatılması için harekâta devam edildi.
    Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekâtı’ndan sonra Ruslar, 20.000 Türk’ü çalıştırarak Kars kalesini ve tabyaları son derece kuvvetli bir savunma mevzii haline getirmişlerdi. Şehrin çevresinde 7 kilometre mesafeden başlayan lağımlar yapılarak ve 1 kilometre mesafeden başlayan dikenli teller çekilerek şehrin savunması güçlendirilmişti. 1. Kolordu’nun elinde ağır topların olmadığı da düşünülünce şehrin bir hücumla ele geçirilmesi oldukça zordu. Bu sebeple Kazım Bey şehrin kuşatılmasını emretti. 1. Kolordu şehri, batı ve güneybatıdan kuşatmaya başladı. Yakup Şevki Paşa’nın komutasındaki 2. Kolordu da kuzey taraftan ve daha uzak mesafeden kuşatmaya katıldı.
    Tamamen kuşatıldıklarını gören Kars’taki Ermenilerin şehri savunma ümitleri kalmayınca Erivan’da bulunan Ermeni Kolordusu Komutanı General Nazarbekof Kars’tan bir heyet vasıtasıyla 3. Kolordu Komutanı Vehip Paşa’ya barış ve ateşkes isteyen bir mesaj gönderdi. Vehip Paşa Trabzon’da olduğundan heyetin getirdiği mesajı alan Kazım Bey; ateşkes konusunda bir emir almadığını ama tüm silah ve mühimmatı şehirde bırakmak şartıyla Ermenilerin şehirden ayrılmasına müsaade edebileceğini, kalmak isteyen sivillerin hayatlarının da garanti altına alınacağını söyledi. Bu cevabı verdiği gün Nazarbekof’tan ateşkes isteyen bir mesaj daha alan Kazım Bey, Ermenilerin şehirdeki silah ve mühimmatı geri bölgeye taşımak için zaman kazanmaya çalıştıklarını anladı.
     23 Nisan günü Trabzon’daki Vehip Paşa’dan gelen mesajda ise; Cenubi Kafkas Cumhuriyeti Hükümeti’nin 1877 sınırlarını esas alan Türk isteklerini kabul ettiği, bu sınırların ilerisinde bulunan Türk birliklerinin hareketlerini bulundukları yerde durduracakları ve karşı taraf saldırmadıkça daha ileri gitmeyecekleri bildiriliyordu. Öte yandan Kars’ı kuşatan birliklerin tabyalara iki kilometre mesafeye kadar yanaşacakları ve orada duracakları, Kars’ın teslimi görüşmelerine Kazım Bey başkanlığında üç kişilik bir Türk heyetinin katılacağı bildiriliyordu.
    Fakat şehirdeki Ermeniler hala yerlerinde olduğundan kuşatma ve çatışmalar 24 Nisan günü de devam etti. Ermeniler, Türk kuvvetlerinin şiddetli saldırıları altında dış mevzileri terk ederek tabyalara çekildiler. Türk kuvvetleri, verilen emir gereği, tabyalara iki kilometre yaklaşınca ilerlemeyi durdurdular. Kazım Bey, görüşmeler için Kümbetli Mevkii’ne gelen Ermeni heyeti ile görüşmeye giderken şehirden topçu ateşine maruz kalınca çatışmalar tekrar başladı. Bu sefer Ermeni heyeti Kazım Bey’in yanına geldi. Kazım Bey görüşme odasına, Türk birliklerinin Kars’ı çepeçevre kuşattığını gösteren bir harita astırmıştı. Görüşmelerde Kazım Bey, Ermeniler teslim olmadığı takdirde 25 Nisan günü yeniden taarruza geçeceğini söyledi. Haritayı gören ve Kazım Bey’in tehditkâr ifadelerini duyan Ermeni heyeti 25 Nisan günü şehrin boşaltılacağını bildirdi.
     Ermenilerin şehri boşaltmasının ardından 25 Nisan günü saat 17.00’da Kars Kalesi Komutanı General Diyef’in şehri teslim alacak kuvvetleri davet etmesiyle 1. Avcı Taburu şehre girerek denetimi ele aldı. Ertesi gün de Kazım Bey şehre girdi. Uygulanan kuşatma sayesinde Ermeniler şehirde 589 top, 86 makineli tüfek, 2525 piyade tüfeği, 4 uçak, 91 ton un, 13 ton buğday, 190 ton hayvan yemi, 155 ton peksimet, 23 ton çavdar, 1 ton pirinç, 1267 ton et konservesi, 51 ton sebze, 56 ton şeker, 2 ton limon tozu, 7 ton yağ ve 453 vagon bırakmışlardı. Bu sayede ikmal zorlukları çeken askeri birlikler Ermeniler vasıtasıyla bir süre yetecek kadar ikmal maddesi ve silah ele geçirmişlerdi.
         Kars’ın ele geçirilmesinden sonra birliklerin dinlenmesi için harekâta bir süre ara verildi. Batum’da bir konferans düzenlenecek olması da bunda etkili oldu. Şayet bu toplantıda Türk istekleri kabul edilmezse harekâta devam edilecekti. 11 Mayıs günü Batum’da konferans toplandı. Batum toplantısına o sırada bağımsızlığını ilan eden Kuzey Kafkasya (Dağıstan) hükümeti de bir temsilci ile katıldı. Sovyet hükümeti de toplantıya katılmak istediyse de taraflar bunu kabul etmediği için katılamadı. Tiflis yönetimi toplantıya Almanya, Avusturya ve Bulgaristan’ın da katılmasını istedi fakat bu istek te Türk tarafınca kabul edilmediğinden bu ülkeler de toplantıya katılamadılar.
      Osmanlı Devleti’nin isteği doğrultusunda, Cenubi Kafkas Hükümeti, 11 Mayıs 1918 günü bağımsızlığını ilan ettikten sonra görüşmelere başlandı. Türk tarafı 1829 Edirne Anlaşması ile Ruslara bırakılan ve halkının çoğunluğu Türk olup anavatana katılmak isteyen Ahıska ve Ahılkelek’in Osmanlı Devleti’ne bırakılmasını istedi. Gürcüler bunu kabul etmek istemedi. Bunun üzerine 3. Ordu 15 Mayıs günü Arpaçay’ın doğusuna geçti. İlerleyen Türk birlikleri Gümrü-Culfa demiryolu ile Gümrü-Tiflis demiryolunu kontrol altına aldı ve bir tabur Gümrü’ye girerek şehri kontrol altına almayı başardı. Bunun üzerine Batum’da toplanmış olan Maverai Kafkas Hükumeti temsilcileri Elviye-i Selase’nin Osmanlı toprağı olduğunu kabul etti.
         Sonuç:
       Bundan sonra Osmanlı Ordusu Kafkas İslam Ordusu vasıtasıyla Kafkasya’da harekata devam etti. Bu ana kadar incelediğimiz harekât alanı 1. Dünya Savaşı’nda Türk Ordularının savaştığı cepheler açısından Doğu Cephesi olarak isimlendirilmektedir. Ordunun ülke içinde savaştığı cepheler kısmen daha dar ve benzer hava ve iklim şartlarına haizken Doğu Cephesi diğer cephelere göre çok daha uzun ve aynı zamanda gerek doğal yapısı, gerekse iklim ve hava şartları açısından birbirinden farklı özellikler göstermektedir. Bu sebeple bu cephede; müstahkem mevkilerde savunma, mevzi savunması, cephe taarruzu, yarma, kuşatma gibi çok değişik muharebe usulleri uygulanmıştır.
        Doğu Cephesi muharebeleri; Karadeniz’den Hamedan’a kadar yaklaşık 1000 kilometrelik bir cephede icra edilmesi açısından da ayrı bir özellik taşımaktadır.              Bölgenin genişliğinden dolayı askeri yoğunluk diğer cephelere göre farklı olmuştur. Mesela Çanakkale Cephesi’nde metrekareye 10 asker düştüğü halde Doğu Cephesi’nde 10 metrekareye bir asker düşüyordu.
      Harekât genel olarak iki safha halinde gerçekleşmiştir. Türk Ordusu başlangıçtaki bazı taarruz harekâtlarına rağmen ilk safhada Sarıkamış Harekâtı’nda uğradığı büyük zayiat sebebiyle Ruslar taarruz durumunda, Türkler ise savunma durumunda olmuştur. Ancak 1917 yılında Rusya’da ortaya çıkan devrimlerin ardından Rus Ordusu dağılınca Türk ordusu taarruza geçmiş ve Rus Ordusu’ndan arta kalanlarla Ermeni birlikleri savunma durumuna geçmişlerdir.  
     Harekât, bölgenin arazi yapısı dolayısıyla yollara ve dolayısıyla kıyı şeridi ile nehir havzalarına bağımlı kalmıştır. Harekât mihverleri; sahil kesimi, Çoruh Havzası, Aras Havzası ve Murat Havzası’nın açtığı genel istikametleri takip etmiştir. Sarıkamış taarruzu hariç, geniş kuşatma ve derin harekâtlar yapılmamıştır. Türk savunması, 1917’ye kadar zaman kazanma ve Rus birliklerini arazi derinliğinde yıpratma esasına dayanan kuvvet kaptırmadan adım adım savunma şeklinde icra edilmiştir. Rus taarruzları da bir büyük yarma denemesi hariç daha çok arazi ele geçirme ve savunma birliklerini ittirme şeklinde meydana gelmiştir. Rusların deniz üstünlüğü kurması Rus ordusunun sahil kesiminde ilerleyişini kolaylaştırmıştır.
     Ruslar; Ermeni, Nasruri ve kısmen bazı Kürt aşiretleri ile Rumları Türk ordusunun gerilerinde bozguncu hareketler ve gerilla harekâtı yapmak için örgütlerken Türkler ise Teşkilatı Mahsusa mensubu subayların emrindeki gönüllüler vasıtasıyla bunu gerçekleştirmişlerdir.

01.04.2016. M.Ç.