.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

25 Mart 2016 Cuma

Bu gün Ortadoğu'da yaşananlar üzerinden İsmet İnönü'nün diktatörlüğü üzerine düşünceler.





 Bu gün Ortadoğu'da yaşananlar üzerinden İsmet İnönü'nün 

diktatörlüğü üzerine düşünceler.

Kendini sağcı veya dindar diye tanımlayan bazı kimseler İsmet İnönü'ye her fırsatta çamur atıyor. Elbette İnönü de bir insandır ve birçok hata yapmıştır. Ben de bazen bazı uygulamalarını eleştirmişimdir. Ancak çevremize bir bakın. İnönü'ye diktatör diyen kişilerin ne kadar haksız olduğunu göreceksiniz. Çevremizde, hem de sadece Ortadoğu'da değil, Balkanlarda ve Kafkasya'da başkalarının himmet ve yardımıyla kurulan ülkelerinde genellikle askeri bir darbe ile iktidara gelen birçok gerçek diktatör ortaya çıktı. Bunların hiç biri ölmedikçe iktidarlarını bırakmadılar. Bu diktatörlerin en uç örnekleri de son yıllarda daha iyi görülmektedir. Libya'da Kaddafi, Irak'ta Saddam, Yemende Abdullah Salih, Suriye'de Esatlar ve BAAS rejimi iktidarı bırakmamak için milyonlarca insanın ölümüne veya göç etmesine aldırmadılar. Kendi askerleri ile kendi vatandaşlarına ateş ettirip yüzbinlercesini katlettiler. Zaten iktidarları süresince de yüzbinlerce insanı işkence odalarında öldürmüşlerdi. Şimdi iyice zıvanadan çıkarak kendi uçakları ve tankları-topları ile kendi şehir ve köylerini bombalayıp kadın-erkek, yaşlı-genç, çocuk-bebek ayırmadan öldürdüler ve hala devam ediyorlar. Ama İsmet İnönü 1950'de demokratik bir seçimle iktidarı başka bir siyasi partiye devretti. Sırf bu sebeple bile takdir edilmesi gereken biri. Üstelik bu ülkenin kuruluşunda kanıyla, teriyle ön planda hizmet etmiş, Kurtuluş Savaşı sırasında cepheden ayrılmamış biri olmasına rağmen bunu yaptı. Daha da ötesini söylersek bu yeni iktidar partisinin arkasına Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan ordusu hilafet ordusudur diye fetva veren, ordu en zor durumda iken düşmanla işbirliği yapıp isyan edenler ve çocuklarının toplanmış olması ihtimaline rağmen demokrasiye geçiş önünde direnmedi. Bence bunları iyi düşünmek lazım. Hem İnönü'ye hakaret etmeye çalışanların, hem de Ortadoğu'daki günümüzün manyak diktatörlerini destekleyenlerin iyi düşünmesi gerekir diye düşünüyorum.


14 Mart 2016 Pazartesi

Osmanlı İmparatorluğu'nu karalamanın dayanılmaz hafifliği? Gerçekten de bazıları hafiflik mi yapıyor?





Osmanlı İmparatorluğu'nu karalamanın dayanılmaz hafifliği?

Gerçekten de bazıları hafiflik mi yapıyor?

  Son zamanlarda ülkemdeki insanları anlamakta giderek daha fazla zorlanmaya başladım. Bazıları kafasına fes takıp hırpani bir kıyafetle soytarı gibi ortada dolaşıp Osmanlı torunu olduğunu söyleyip Cumhuriyete hakaret etmeye çalışırken bazıları da sözde bu geri zekalılara karşılık verdiklerini düşünerek Osmanlı İmparatorluğu'na her türlü haksız ve hakaret içeren cümleler kurmaktan çekinmiyor. Sanırsın ki Türkiye'de değil de Türk düşmanlarıyla dolu bir ülkede yaşıyoruz. 
     Tüm dünyada insanlar ataları ile övünürken bizde bir grup yakın dönem geçmişimize, bir grup ta biraz daha uzun geçmişimize nasıl çamur atarım derdine ve yarışına girmiş gibi. Ben kafasına fes giyen manyaklara burada bir şey demeyeceğim. Onlar Atatürk'ün ülkeyi modernleştirmesine kızıp Osmanlı'ya sarılırken biraz zahmet edip te Atatürk'ün yaptıklarının, yani modernleşmenin temelini atan Osmanlı padişahlarının hayatını okusunlar bir zahmet. O zaman Atatürk'ün yüzyıllar boyunca Osmanlı Padişahlarının uğraşıp ta tam olarak gerçekleştiremediği şeyleri yaptığını görecekler ve eğer biraz utanmaları varsa utanacaklardır. Ben burada Osmanlı'ya çamur atmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamak için ağzına ne gelirse söyleyenlere birkaç şey söylemek istiyorum.
     Bu tür davranışlar içinde bulunanlar genellikle Osmanlı padişahlarının yabancı kadınlardan çocuk yapmaları, yani padişahların çoğunun annesinin Türk olmamasını, harem yaşamını, yani padişahların çok sayıda kadınla birlikte olmasını, tahta geçen padişahların kardeşlerini öldürtmesini dillendiriyorlar genellikle. Ve bunu yaparken de Padişahları da aynı kendileri gibi evinde masa başında internete giren ve hala yaşayan insanlarmış gibi düşünerek onları bu günün şartlarına göre değerlendirmektedirler. 
     En acı olanı da sadece bir padişahı veya belli bir dönemi alıp sanki Osmanlı kurulduktan yıkılana kadar hep öyleymiş gibi yansıtmaları. Bu en çok yapılan hata. Mesela III. Osman'ı ele alıp padişahların 100'den fazla çocuğu olduğunu söyleyen olduğu gibi Fatih'in Yeniçeri Ocağını ve devşirmeleri güçlendirmesine değinerek Osmanlının Türkleri hep geri plana attığını, öte yandan Yavuz Sultan Selim'i örnek göstererek Osmanlının Türk düşmanı olduğunu söyleyenler oluyor. Ama böyle tek tek olayları almak oldukça yanıltıcı sonuçlara götürür bizi.
     Ben 50'ye geldim, çocukluğumla delikanlılığımda farklıydım. Bu yaşa geldim biraz daha değiştim. Tek bir insanın hayatı bile, kişi aynı olmasına rağmen, sadece bir dönemine bakarak değerlendirilemezken 600 küsur sene yaşayan bir imparatorluk tek bir padişaha veye bir döneme bakılarak nasıl yorumlar yapılıyor ben şahsen anlamakta zorluk çekiyorum. 
     Ayrıca 1300'lerde kurulmuş bir devleti o zamanın dünyasını göz önüne almadan 2016'ya göre değerlendirmek te çok mantıklı gelmiyor bana. Bize şu anda çok saçma gelen şeylerin çoğu o zamanlar çok sıradan şeylerdi. İsterseniz buna bir örnek vereyim. İbni Sina tıp literatürünü ilk defa bir kitapta toplayan kişidir. O dönem için tıp alanında bir dahi kabul edilen bir şahsın (Bu gün de tarihçiler aynı fikirdeler, adam gerçekten de dahiymiş.) yazdığı bu tıp kitabının bu gün yüzde doksanının modern tıp açısından çok hatalı ve tedavilerin bir kısmının yararsız bir kısmının da zararlı olduğu söyleniyor. Ama bu durum onun dehasının ve yaptığı işin önemini azaltmıyor. Çünkü o bu günkü tıbbın gelişmesi açısından çok önemli bir safhanın geçilmesini sağlamış.
     Şimdi konumuza gelelim ve bununla ilgili olarak ta bazı örnekler verelim. Mesela herkes tutturmuş diyor ki Osmanlı padişahları hep yabancılarla evlenmiş. Gerçi bu tam doğru değil. Türklerle evlenen padişahlar da var. Ama farz edelim öyle olsun. Bu bugün bazılarına anormalmiş gibi gelebilir. O zaman lutfedip bizim Cumhuriyet hükumetlerini incelesinler. Göreceklerdir ki bizim hükumetlerimizde de her zaman bir-iki bakanın eşinin yabancı kökenlidir. 
     Bunu bir de şöyle düşünün. O zamanlar bu durum dünyanın hemen her yerinde aynıymış. Asya ve Ortadoğu'daki hükümdarları bir yana koyalım ama Batı'da da bu böyleymiş. Mesela İngiliz kıralları genellikle Fransa, İspanya ve Almanya'dan prenseslerle evlenmişler. Rus sarayında çoğu prens ve prenses Rusça bile bilmezmiş. Yani yabancılarla evlenmek geçmişteki hanedanlıkların genel uygulaması. O dönem için de hiç anormal karşılanmıyormuş. 
      Tek fark şu ki Osmanlı padişahları başlangıçta aynı Avrupalı hanedan mensupları gibi başka devletlerin prensesleri ile evlenirken bir dönemden sonra köleler arasından seçilerek eğitilen yabancılarla evlenmişler. Yabancılar ise başka bir hanedandan gelen bir prenses ile evlenmeye devam etmişler ama bunun da mahzurları ortaya çıkmış. Bir müddet sonra Avrupa hanedanlarının hepsi bir şekilde birbirleriyle akraba olmuşlar. Bu da Avrupa hanedanlarında kan bağı sebebiyle aktarılan bazı kalıtsal hastalıklara sebep olmuş. Ayrıca bu durum öyle bir hal almış ki 1. Dünya Savaşı sonrası devrilen bütün krallar, Rus ve Bulgar Çarı dahil İngiliz Kraliçesi Victoria'nın akrabasıymış. Bu durum hala da devam ediyor. Mesela bugünkü İngiliz Kraliçesi 2. Elisabeth'in kocası son yunan kralının kardeşi ve Sakarya Meydan Muharebesi'nde bir yunan kolordusuna komuta eden Prens Andrew'in savaş sırasında doğan oğlu. Yani o iddia edilen şeyler sadece bize ait değil. 
      Öte yandan bizim tarihimizde de yabancı kadınla evlenmek sadece Osmanlı'ya has değil. Hatta ilk Türk imparatoru Mete/Oğuz Han'ın babası da karısı ölünce Çinli bir prensesle evlenmiş ve Oğuz Han'ı Çin sarayına esir vermiş. Mete babasının Çin dinine geçtiğini ve Çinli karısından olan çocuğu (henüz çocuk yaştaymış) kendi yerine veliaht bıraktığını duyunca Çin sarayından kaçarak geri dönmüş ve kendine bir ordu kurmuş Bir gün kendisini görmeye gelen babasını adamlarına oklatarak öldürtmüş, Çinli kadın ve oğlunu da ortadan kaldırmış ve kendisi han olmuş. 
     Bu kardeşlerini öldürme eleştirisine de bir cevap sayılır aynı zamanda. Yani kardeş öldürmek sadece Osmanlı hanedanının yaptığı bir şey değil. Başka bir örnek daha vereyim. Bizim Hindistan'da kurulan Türk devletlerinin tarihini okuyun isterseniz. Şah veya padişah unvanını alan bu kişilerin çok az bir kısmı tahtında normal yolla ölmüş. Tamamına yakını, bir oğlu tarafından tahttan indirilip hapsedilmiş ve bazı iddialara göre birçoğu hapisteyken  öldürülmüş. Bu olay o dönem ayıplanan veya kötü gözle görülen bir şey değilmiş herhalde. Çünkü halk ve devlet erkanı bunu sorun edip yeni Şah'a karşı çıkmamış. 
    Hadi bunlar normal insanlar. İktidar için nefislerine yenildiler diyelim. Ya 4 halife dönemi ve sonrasına ne demeli? Peygamberimiz ölür ölmez, daha içeride cenaze hazırlanırken dışarıda yerine kimin geçeceği pazarlıkları yapılmış. İlk halifede çok sorun yaşanmamış. Adaylar arasında en yaşlısı olduğundan kimse pek itiraz etmemiş. Zaten Halife olduktan sonra çok yaşamamış ve eceliyle ölmüş. Ama diğer halifelerin hiç biri eceliyle ölmemiş. İkisi bıçaklanmış, (Hz.) Osman ise linç edilmiş. Daha peygamberin hatıraları çok tazeyken (Hz.) Ali ve Muaviye iktidar için meydan savaşı yapmışlar. Binlerce Müslüman ölmüş. Yezit ise daha da kötüsünü yapmış iktidarda kalabilmek için: Peygamberin torunlarından birini zehirletmiş, birini ise Kerbela'da öldürtmüş. 
      Hadi biraz da yabancılara gidelim. İngiltere'yi, Galler ve İskoçya'yı alarak İngiltere yapan 8. Hery diye bir kıral var. 1500'lerde Kanuni dönemlerinde yaşamış. Adam, veliaht olan abisi ölünce, aynı Beşar Esat'ın Suriye'de olduğu gibi, hiç hesapta yokken kral olmuş. Kral olurken de aynı zamanda İspanya Kralının kızı olan abisinin karısı ile evlenmiş. İlginç değil mi? Abisinin karısı ile evlenen İngiliz kralı. İngilizler bunu hiç dert etmiyorlar. Tudor hanedanının en önemli kralı olan bu adamı biraz eğlenceli bir dille anlatsalar da saygıda kusur etmiyorlar.
      Sonra bu kadından erkek çocuğu olmayınca, bunu abisinin karısı ile evlenmenin getirdiği bir uğursuzluk diye düşünerek boşanmak istemiş. Ama Papa, en büyük destekçisi olan  İspanya kralının kızı zor duruma düşecek diye buna karşı çıkmış. Fakat Henry biraz çılgın bir adammış. O zamanlar kimsenin karşı çıkmadığı iki kişiye, Avrupa'nın dini tek otoritesi Papa ve en güçlü siyasi otoritesi İspanya kralına meydan okumuş. Adam kadını boşadığı gibi ülkedeki tüm kiliselere el koyup Katolik papazları öldürtmüş veya kovmuş. Kiliselerdeki para, gümüş ve altın ile kilise arazilerine el koymuş. Bir papaz bulup Aynen Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden sonra kendini halife ilan etmesi gibi kendisini İngiliz kilisesinin başı,  o papazı da yardımcısı atamış. Atadığı papaz da yeni bir kilise, İngiliz milli kilisesi olan Anglikan kilisesini kurmuş. 
     Henry eski kadını boşamış ama aldığı yeni kadın onu eski sevgilisi ile aldatınca hayal kırıklığı yaşamış ve bağırsaklarını deşerek yaptırdığı bir işkencenin ardından ikisini de kafalarını kestirmiş. Sonra hemen başka bir genç kadınla evlenmiş. Ama kısa süre sonra bundan da sıkılınca bu sefer ''bu kadın beni aldatıyor'' diye (aslında yalan) o kadının da kafasını kestirmiş ve başka kadınla evlenmiş. Böyle böyle adamın onlarca cariyesi yanında tam 6 karısı olmuş. Sanırım 3'ünü bu öldürtmüş. Biri İspanya'ya dönmüş, biri eceli ile ölmüş, sonuncusu ise ondan uzun yaşamış. Bu kadar acayip işler yapmasına rağmen hiçbir İngiliz bu işlerden dolayı bu krala sövmüyor. Çünkü o adamın İngiltere İmparatorluğu'nun temellerini attığını biliyorlar. En çok tanınan kral da o. İlkokulda bile hayatı ders olarak okutuluyor.
       Bir olay daha anlatayım İngiltere'den. İngilizlerin ilk kraliyet sarayı olan Tower of London'a toplantı vs. için bir iki defa gitmiştim. Orada krallar hakkında anlatılanlar acayip korkunç ve sadistçeydi. Biraz anlatayım isterseniz. Eğer bir prens babası ölünce hemen saraya gelip diğer kardeşlerini öldüremezse onlar da saraydaki veya civardan topladığı adamlarıyla hazırlanır ve sarayda ölümüne bir kavga olurmuş. Eğer bir prens öldürülürse kafası kesilip, sarayın önünde sırf bu iş için yapılmış bir tepeciğe konurmuş. Onun taraftarları bunu görünce hemen sağ kalanlardan birini seçer ve onun yanında savaşa katılırmış. Eğer prens sayısı çoksa her kesilen baş aynı yere konur ve aynı süreç işlermiş. Prensler tek kişi kalana kadar bu böyle devam edermiş. Ama esas sadistlik te bundan sonra başlarmış. 
     Ölen prenslerin parçalanan uzuvları iğne-iplikle  dikilerek bütün hale getirilir ve Thames Nehri üzerinde, saraya yakın bir yerdeki köprüye aynen idam edilmiş gibi asılırmış. Bunları bütün halk görüp te herkes yeni krala tabi olana kadar cesetler orada kalırlarmış. Tabi olacaklar tamamlanınca kral kalenin surlarına çıkar ve hazırlanırmış. Burada saray erkanı da toplanırmış. Asılan kardeşleri nehre atılır, su yüzeyinde yüzen şişmiş cesetler kralın önünden geçip gözden kaybolunca tören biter, sonra da taç giyme töreni yapılırmış. 
     Kötü olanı düşman sadece kardeşler de değilmiş. Bir kral küçük oğlunu veliaht bırakmış ama adam ölür ölmez büyük oğlan sarayı basmış. Veliaht prens bir adamını üvey amcasına gönderip yardım istemiş. Kendisi de sarayda, çok kalın bir kapısı olan bir odaya girip kız kardeşiyle  kendini kilitlemiş. Amcası hemen yardıma koşmuş ve abisini öldürmüş. Ama küçük kardeşleri odadan çıkarmayı unutmuş. Çünkü o sırada kendisini kral ilan ettiriyormuş. Kapı dışarıdan sürgülendiği için dışları çıkamayan iki kardeş odada açlıktan ve susuzluktan bağıra bağıra ölmüşler. Kapı 12 sene sonra açılıp kemikleri bir kiliseye gömülmüş. 
     Bunları niye anlatıyorum. Öyle hesapsız kitapsız sallandığı gibi değil olaylar. O zamanlar, dünyanın daha vahşi olduğu dönemlermiş. Öyle gelenek veya yasalar varmış ki ya sen öldüreceksin veya seni öldürecekler. Bu hemen her yerde böyleymiş. Onun için insanları bu güne göre yargılamak doğru değil bence. Eleştirilebilir ama yargılamak bence saçma.
     Saygılar sunarım.
 M.Ç. 14.3.2016.

12 Mart 2016 Cumartesi

İktidara gelenlerin iktidarı: Harem nedir? Bir okul mu yoksa bir şehvet yuvası mıdır?


İktidara gelenlerin iktidarı: Harem nedir? 

Bir okul mu yoksa bir şehvet yuvası mıdır?

Osmanlı'yı veya haremi savunmak benim işim değil. Hele İlber Ortaylı hocanın televizyondaki bir tarih programında söylediği sözün üzerine atlayıp bunu kameralar karşısında ifade eden kişiyi savunmaya hiç niyetim yok. Ama bu konuda bazı şeyleri söylemem gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bunu eleştirenlerin kantarın topuzunu kaçırdığını veya en azından yanlış bir yol izlediklerini düşünüyorum. 
İlk söyleyeceğim, yukarıda da belirttiğim gibi, bu söz onu söyleyen bayana ait değil. İlber Hoca ve birkaç tarihçinin konuşmalarından duydum. Bunu söylerken ifade etmeye çalıştıkları da şu: Harem öyle oryantalistlerin veya abazanların düşündüğü gibi cinsel fantezilerin odağındaki bir yer değil. Harem padişahın evi ve özel yaşamının geçtiği yer. Buradaki kadınların hepsi padişahın cariyesi veya karısı değil. Bazı işleri yürütmek için de burada bayanlar bulunuyor. Ve burası devletin en yüksek makamındaki kişinin ve onun çocuklarının evi olduğu için buraya olur olmaz kişiler giremiyormuş. Buraya girenler müzik, şiir, din, dil eğitimi gibi protokol vb konularında da eğitim alıyorlarmış. Beceriksiz olanlar ise bir vesileyle harem dışına gönderiliyorlarmış. Bu anlamda harem bir okul görevi de görüyormuş. Tarihçilerin söylediği bu. Malum bayanın ne demek istediğini ise bilmiyorum. 
Öte yandan dışarıdan hareme girip te resim yapan, hele de yabancı ülkelerden kimse yok. Osmanlı haremi ile ilgili olarak Avrupa'da dolaşan resimler birkaç gezginin kafalarındaki fantezilerinin ürünü. Yani adamlar harem resmi yaparken gördükleri şeyleri değil, hayal ettikleri şeyleri, haremdeki günlük yaşamı veya cinsel yaşamı değil kendi fantezilerindeki yaşamı çizmiş veya boyamışlar. Bu sebeple paylaşımlardaki resimlerin hiç biri Osmanlı sarayındaki haremi yansıtmıyor. Tamamen kafadan uydurma şeyler. Onun için bu resimleri kullanarak yapılan yorumlar da biraz uydurma gibi kalıyor. 
Tüm bunları haremi savunmak için yazmış değilim. Amacım sadece yanlış bilgiler hakkında bilgi vermekten ibarettir. Harem eski zamanda kalmış bir kurumdur. O zamanın şartlarına göre kurulmuş bir kurumdur.  
Zaten sadece Osmanlı'da olan bir kurum da değildir. Çin sarayında da, Ortadoğu ve Asya'daki diğer devletlerin saraylarında da vardır. Bir zamanlar Fransızların Paris'teki iki sarayını gezmiştim. Orada anlatılanlara göre, resmi olarak var olmasa da uygulamada orada da olduğunu öğrendim. Hem de ne fantezilerle karışmış olarak anlatılıyor. 
Sanırım bu konu iktidarla ilgili bir şey.
İktidara gelenin evdeki iktidarı da daha fazla oluyor herhalde.

M.Ç. 12.3.2016

Toplumların ilerlemesi için din mi yoksa dinsizlik mi (ateizm mi) daha uygundur?





Toplumların ilerlemesi için din mi yoksa dinsizlik mi (ateizm mi) daha uygundur? 

Klişe laflardan hiç hoşlanmıyorum. Ama maalesef sosyal medya bunlardan geçilmiyor. Bu klişelerden bu günlerde en gıcık olduğum din ile ilgili olanlar. Bunlar da iki gruba ayrılıyor. İlki; her türlü geri kalmışlığı ve kötülüğü dine bağlayıp din insanı geri bırakıyor anlamına gelen sözler, diğeri de her şeyin, hatta her bilimsel gerçeğin dinde var olduğunu belirten sözler. Adam yeni bir buluşu duyar duymaz hemen altına not düşüyor: ''Bu Kur'anda var.'' veya ''Peygamberimiz şu kadar yıl önce bunu söylemişti.'' Diğerleri de genelde dinlerin, özelde Müslüman ülkelerin geri kalmışlığı söz konusu olduğunda hemen puntoyu atıyor: ''Din toplumları geri bırakır.'' veya ''Din yüzünden bu hale geldik.'' gibi şeyler yazıyor.  
Bunların ikisi de ne dine, ne bilime ne de tarihi gerçeklere uygun değil diye düşünüyorum. Mesela biraz araştırırsak dünyada hala ok ve yay kullanan ve gelişmiş bir dini olmayan bir sürü topluluk olduğu gibi bir dini olan ama tarihte ve şu anda en modern toplumlar arasında olan ülkeler de var. Öte yandan her şey din kitaplarında yazıyor idiyse bunları neden o dinlerin din adamları değil de başka dinlerden veya ateist olan bilim adamları buluyor? Bence ne ateist olmak insanı ilerleten bir şey, ne dindar olmak insanı gerileten bir şey, ne de din kitaplarında her şey yazıyor. Zaten onlar adı üzerinde dini kitaplar, bilimsel konularla ilgili kitaplar değil. Bu sebeple fizik, kimya veya matematikten bahsetmelerini bekleyemeyeceğimiz kitaplar.    
Bu klişeleri uyduranlar bence bunları yazarken biraz düşünmeliler. Acaba yazdığımın en ufak bir doğru olma ihtimali var mı diye. O zaman yanıldıklarını kolayca anlayacaklar. Mesela şunu düşünsünler: O bahsettiğimiz, dini olmayan ilkel kabileler, dinsiz oldukları halde gayet geriler ve İsrail gibi kuruluşu bile dini bir motivasyona dayanan bazı ülkeler de dindar olmalarına rağmen oldukça ileriler. Öte yandan her şeyi dine, yani Kur'an ve Hadislere göre yaptığını iddia eden Suudi Arabistan veya İran da, o binlerce yıl önce söylendiği veya Kur'an'da yazıldığı iddia edilen hususlardan yararlanıp ta bir halt yapabilmiş değiller.  
Bence; tarih te, din de, bilim de, kültür de insanlık tarihiyle, yani insanla ilgili şeyler. Eğer bir toplumun insan kalitesi düşükse veya o toplumun gelişmesi için diğer şartlar uygun değilse yalnız başına din veya dinsizlik o topluma belki zarar verebilir ama kesinlikle bir fayda vermez. Bu yüzden artık ne zaman din karşıtlığı adına saçma sapan bir söz veya ne zaman her şeyi illa ki dine bağlamaya çalışan bir söz görsem kusacağım geliyor....
 Bu saçma şeyleri görmekten ben artık iyice sıkıldım ama bazıları hala sıkılmadı.Kardeşim bırakın bu boş muhabbetleri de çalışın. Bir şeyler üretin. Hiç kimseye veya hiçbir şeye çamur atmakla uğraşmayın. Yaşadığınız toplum eğer geri kalmışsa bunun sebebi toplumun diğer üyeleriyle birlikte aynı zamanda sizsiniz. Suçu başkasına yıkarak tembelliğinize bir bahane bulamazsınız. Ayrıca her şeyi dinde var deyip geçenlere de şunu söylüyorum; o bilimsel buluşları siz yapmıyorsanız eğer ''Bu hadiste veya Kur'an'da var.'' filan demeyim. Madem var neden sen bulmadın o zaman kardeşim?

M.Ç. 12.3.2004


11 Mart 2016 Cuma

HDP'li milletvekillerinin vekillikleri ne zaman düşürülecek? Terör, siyaset ve strateji oyunları.


HDP'li milletvekillerinin vekillikleri ne zaman düşürülecek? Terör, siyaset ve strateji oyunları.

   Son günlerde yandaş basında daha önce hükumetin kol kola hareket ettiği HDP'li milletvekillerinin PKK'ya destek verdikleri için milletvekilliklerinin düşürülmesi konuşulmaya başlandı. Hesapları PKK konususnda en hassas parti olan MHP'nin de böyle bir girişime destek vereceği yönünde sanırım. Ama bazen hiçbir şey sizin hesapladığınız gibi gitmez. Nitekim MHP şu sıralar iç sorunları ile meşgul ve Bahçeli ise bazılarının anlamadığı, bazılarının anlasa da hesaplarına gelmediği için eleştirdiği bazı şeyler söylemeye başladı. Mesela daha yeni: ''Yeni anayasa halka götürülmeli.'' dedi. CHP'yi ikna edin dediği de söyleniyor. Peki ne demek istiyor Bahçeli. Kendisi ne demek istediğini pek açıkça söyleme huyuna sahip olmadığı için ben konuyu açmaya çalışayım.
     HDP'li vekillerin milletvekilliğini düşürme konusu ile başlayalım. Bence bu olayın PKK ile alakası yok. Tamamen Cumhurbaşkanı ve danışmanlarının uygulamaya çalıştığı başkanlığa giden yolu açma stratejisiyle ilgili. 
Cumhurbaşkanı devlet başkanı olmayı kafaya takmış. Zaten adam Beyaz Saray'dan büyük Ak Saray yaptırdı. Fakat Haziran seçimleri gösterdi ki millet federal yapı ve başkanlık gibi saçmalıkları istemiyor. 
     Bu seçimin ardından bir toplantı yapıp yeni bir strateji belirlediler. Buna göre hükumeti kurdurmayacaklar, millete kendileri iktidar olmazsa ülkede istikrarsızlık olacağı imajını yandaş basının da yardımıyla empoze edecekler ve böylece giden oyların bir kısmını geri kazanacaklardı. Öte yandan kaybettikleri oylar MHP ve HDP'ye gittiği için terör politikasında da ani bir dönüş yapmayı uygun gördüler. Çünkü PKK'ya verlen tavizler yüzünden bazı oyların MHP'ye gittiğini, doğuyu fiilen kontrol eder duruma gelen PKK baskısı yüzünden de doğudaki oyların HDP'ye gittiğini düşünüyorlardı. İşte bu yüzden yoğun bir milliyetçilik propagandası ile MHP'ye, doğuda da yoğun bir operasyonla PKK'yı etkisizleştirerek HDP'ye yüklenmeye karar verdiler. Bunu da hemen uygulamaya sokarak hesapladıkları gibi oyların bir kısmını geri alıp tekrar tek başına iktidara geldiler. Fakat mecliste anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa ulaşamadılar.
     Şimdi adam, seçim tecrübesinden de biliyor ki halk oylaması yapılırsa sandıktan başkanlık çıkmaz. Zaten yaptırdıkları kamuoyu yoklamalarından da halk oylaması yapılırsa başkanlık için yeterli desteği halktan göremeyeceklerini gösteriyor. Onun için bu işi bir şekilde mecliste çözmeye karar verdiler. Zaten bu yüzden son zamanlarda Erdoğan da işin mecliste çözülmesinden bahsetmeye başladı. İşte şu sıralar HDP'li vekillerin düşürülmesi bu yüzden gündeme getiriliyor. Yoksa PKK'yı filan umursadıkları yok. Aynı vekiller yıllardır PKK'yı destekliyor, daha yeni bu işe başlamış değiller. 
     Hesap şu: Eğer HDP'li milletvekillerinin vekilliğini düşürürlerse, veya en azından bir kısmını düşürürlerse ihtiyaca göre AKP'nin en güçlü olduğu yerlerde de bazı AKP'li vekiller istifa ederse yapılacak bir ara seçimde anayasayı meclisten geçirecek sayıya ulaşabileceklerini hesaplıyorlar. İşte bunu fark eden Bahçeli buna uyandı ve bu sebeple anayasanın değiştirilmesine millet karar versin dedi. Ama CHP'li tuhaf adamlar hükümet ile ilgileneceğine Bahçeliye muhalefetle meşguller. AKP'nin ve Cumhurbaşkanının ekmeğine, aynı Kasım seçimleri öncesinde yaptıkları gibi yağ sürüyorlar. Bahçeli'nin sözlerini kamuoyuna başka türlü yansıtmaya çalışıyorlar. Bahçeli söyleyeceklerini yarım yarım konuşarak tam ifade edemediği için bundan yararlanıyorlar. 
     Böyle giderse ''Seni başkan yaptırmayacağız.'' diye ahkam kesen CHP ve HDP sayesinde Erdoğan başkan olacak. Adam bir sürü danışmanla çok sıkı çalışıyor. Her adımı hesaplıyor. MHP iç çekişmelerle meşgul ve CHP yine sığ düşünceler içinde kaybolmuşken bu konuyu halletmek istiyorlar. Korkarım ki bu muhalefet ile bunu başaracaklar da. 

Not: Bence HDP'nin canı cehenneme. Zaten emperyalist oyunların adi bir temsilcisi durumundaki bu kan içici güruha ne olursa olsun, umurumda değil. Ama Atatürk'ün kurduğu parti, küçük düşünen insanlar tarafından yönetildiği için bu oyuna alet olup ta Atatürk'ün kurduğu devletin parçalanması veya karşı devrimle yıkılmasına sebep olursa işte buna üzülürüm. CHP silkinerek kendine gelse çok iyi olur. Çünkü daha fazla uyursa ne CHP, nede Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet ortada kalacak gibi.
Saygılar sunarım.


M.Ç. 11.3.2016.

10 Mart 2016 Perşembe

Dikkat. Önemlidir. Bu yaz PKK nerelere ve nasıl saldıracak? PKK iddia ettiği gibi saldırırsa ne olur?




Her yerde bu yaz PKK terör örgütünün büyük miktarda teröristi Türkiye'ye sokarak var gücüyle saldıracağı ve Türkiye'yi zor duruma sokacağı yazılıp söyleniyor. 
Belki PKK yöneticileri açılım sürecindeki o kadar hazırlığa rağmen operasyonlar başlayınca bu hazırlıkların büyük bir fiyaskoya dönüşmesinin yarattığı travmayı azaltmak için propaganda yapıyor olabilir. 
Eğer böyle değil de gerçekten saldırırsa bence bu PKK'nın sonunu getirecek bir hamle olabilir. 
Neden mi?
Açıklamaya çalışayım.
PKK uzun yıllardır çok küçük gruplarla ve daha çok mayın vb. türü eylemler yapıyor. Bu kadar süre içinde hayatta kalmalarının sebebi de bu. Büyük gruplarla saldırı yaparlarsa çok büyük kayıplar verirler ve bu da lider kadroyu zor duruma sokar. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Açılım döneminde PKK şehirlere yerleşti ve hazırlandı. Dağların içini oyup beton sığınaklar yaptı. Bu sığınakların girişlerine de Doçkalar yerleştirdi. Ancak yaz başından beri yapılan operasyonlarda bunlar çok fazla işe yaramadı. Çünkü TSK normal birliklerle operasyon yapmadı. Daha çok JÖH ve Özel Kuvvet timlerini kullandı. Özel Kuvvet timleri küçük gruplar halinde araziye sızıp hedefleri işaretleyince uçaklar buralara nokta atışları yaparak sığınakları imha etti ve önemli zayiatlar verdirdi. PKK başarılı eylemler yaptığı 90'lı yıllarda kalmış anlaşılan. Artık teknoloji çok gelişti. Uçaklar arazideki tek bir insanı kafasından vurabilecek doğrulukta bomba atabiliyor. Normal askerler pek kullanılmadığından arazide kolay hedef bulmak ta zor. Gözetleme cihazları, topçu, gece görüş sistemleri vb. alanlarda da çok büyük gelişmeler oldu. TSK, hem kendi tecrubeleri, hem de ABD'nin Irak ve Afganistan tecrubelerinden yararlanarak teknolojisini yeniledi. Taktik ve stratejisini de geliştirdi. Artık alanda daha az ama daha profesyonel unsurlarla hareket ediyor. Böylece PKK avcı değil daima av oluyor. Haziran'dan beri eski kafayla yaptıkları girişimlerde çok zayiat verdiler. Şehir planları da fiyasko ile sonuçlandı. Halk PKK'ya destek vermiyor. Sanırım devletin kararlılığını görünce PKK baskısına rağmen işbirliği yapmıyor. Yerleşim yerlerinde PKK bunu Kobani vb. direnişlerine çeviremedi. Yani PKK şehir savaşında beceriksiz. Zaten kurulduğundan beri en başarılı olduğu ve daha yoğunlaştığı alan kırsalda mücadele idi. Tüm bunlara rağmen bu baharda kitlesel olarak ülkeye girip saldırılar yaparlarsa elbette önemli miktarda zayiat verdirebilirler. Ama kendileri bu saldırılardan önce ve sonra çok daha büyük zayiat verirler. Bu da örgütü yıpratabilir. Hatta bitirebilir. Çünkü TSK, PKK'nın yapacağı kitlesel ilk eylemden sonra uluslar arası ve ulusal alanda tüm sınırlandırmalardan kurtulacak. PKK'nın üzerine ve bu arada PYD'ye de en ağır şekilde cevap verecek. Buna da ne ABD, ne Rusya nede herhangi bir AB ülkesi bir şey diyemeyecek. Ben böyle düşünüyorum. Ve eğer PKK'yı ben yönetmiş olsam böyle bir harekette bulunmam. Basıl yapacağımı da burada söylemek istemiyorum. Teröristlere akıl verecek değilim.
Saygılar sunarım.



M.Ç. 10.3.2016.