.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

28 Kasım 2013 Perşembe

Bir cemaatçinin (Fethullah Gülen Cemaati) göz yaşları: Bizim arkadaşlarımız dava için cennetlerini feda ettiler! (Cemaat Hükümet savaşında cemaat saldırılarına başlıyor.)


(Cemaat. Hükümet. Kaset. Komplo. Cennet. Arkadaş. Komplo teorisi. Askeri vesayet. Diktatörlük. Özgürlük.Demokrasi.) 

Son günlerde televizyonlarda bazı kişiler cemaatin artık hükümet hakkında bazı kasetleri piyasaya süreceğini daha sık telaffuz eder olmuştu. Bu gün okuduğumuz haberlerde ise bazı gazetecilere bu görüntülerin servis edilmeye başlandığını anlaşılmaktadır.
İddia o ki tanınmış bir kişinin yasak ilişki görüntüleri varmış bu kasette. Bazıları da bu kişinin tanınmış birinin kardeşi olduğunu söylüyor.
Şimdi ben de herkes gibi; ''Hükumet ettiğini buluyor. Daha önce askerler ve muhalefet partileri hakkında benzer karalama kampanyaları, Bizans oyunları yapılırken hesaplarına gelmediği için ses çıkarmamış, hatta buna çanak tutmuşlardı. Şimdi bulsunlar belalarını.'' diyebilirim.
Ama bu hem çok dürüst bir hareket olmaz hem de benim anlayışıma uymaz. Ben bu tipleri hiçbir zaman alkışlamam. Bunların verdiklerinin üzerine atlayan köstebek kılıklı tipleri de hiç sevmiyorum.
Neden böyle düşündüğümü söyleyeyim.
Eğer iddia edilen görüntüler bir kişinin bir başka kişiyle olan yasak ilişkisi ise bu hiç kimseyi ilgilendirmez. Özel hayata ait şeyler o kişilere ve onlarla ilgili olan yakınlarına ait özel alanlardır. Bu konu, devlet veya millet ile ilgili değilse, hiç kimse böyle bir görüntüyü kamuya yansıtma ve insanları itibarsızlaştırma hakkına sahip değildir. Hem artık teknolojideki gelişmeleri de göz önüne alırsak bu görüntülerin özel hazırlanmış komplolar olup olmadığını da hiçbir zaman bilemeyiz. Bu tür düzenbazlıklara prim vermek bence doğru değildir.
Eğer bu görüntüler devlet ve millet ile ilgiliyse de bu tür hareketleri hoş görmek mümkün değil. Eğer ortada bir suç varsa bunun başvuru makamı hukuk organları olmalıdır. Bir kişi böyle bir suçu bildiği halde uzun süre gizliyor ve uygun zamanda piyasaya veriyorsa bu kişi bu suçlu olduğu iddia edilen kişiden daha zararlı ve tehlikelidir. Kötü niyetli biridir. Şahsi veya grup çıkarları için insanları yasa dışı yollardan fişleyip elde ettiği bilgileri şantaj unsuru olarak kullanmaktadır. Suç işlemektedir.
Eğer bunu bir cemaat yapıyorsa bu durum daha da vahimdir.
Dini duygular, istismarı en kolay olan duygulardır. İnsanlar bir çok ülkede din adına, din ile hiç ilgisi olmayan bir sürü vahşilikleri, şerefsizlikleri ve günahkarlıkları büyük bir ibadet vecdi ile yapabilmektedirler.

Size birinden dinlediğim bir olayı anlatarak durumun vehameti hakkında biraz da olsa bilgi vereyim.
Bu kişi, cemaatin bir taraftarı (üyesi mi desem bilmiyorum çünkü bunlarda öyle resmi üyelik filan da yok) ile bir iş için görüşüyormuş. Görüşen bu kişi de dindar ve ibadetlerini eksiksiz yapmaya çalışan birisi. Biraz muhabbet ettiklerinde, bu cemaatçi, bunu da cemaatçi sanarak konuşmaya başlamış. Gözleri yaşararak orduya, emniyete ve devletin değişik kademelerine sızdırdıkları adamlardan bahsediyormuş. Diyormuş ki; ''Bizim arkadaşlarımız dava için cennetlerini feda ettiler!''
Benim konuştuğum kişi başta adamın ne demek istediğini anlamıyor ancak sonradan cemaatçinin yaptığı açıklamalardan uyanıyor. Cemaatçinin anlattığı konu çok korkutucu. Bu cemaat, devletin değişik kademelerine sızdırdıkları adamları yıllardır özel bir şekilde ve tam kompartmantasyon (genellikle gizli örgütlerde uygulanan, kimsenin, çok az kişi haricinde, kimseyi tanımadığı, küçük hücreler halinde örgütlenme biçimi) uygulayarak yetiştiriyormuş. Bu kişiler cemaat okullarına veya diğer cemaat kurumlarına, hatta cemaat çevrelerine bile sokulmuyormuş. Bunlar özel olarak belirli kişilerce hazırlanıyor, en iyi eğitimleri alması sağlanıyor ve istenen yerlere yerleştiriliyormuş. Yani istihbaratçıların diliyle adeta uyuyan ajan gibiymişler.
Bu kişiler, 90'lı yıllarda en laikçi çevrelere bile sızmış ve oldukça muteber kişiler olmuşlar. Çünkü hocaları (efendileri mi desem acaba) bunlara fetva vermiş ve demiş ki; ''Girdiğiniz ortamda insanlar bir bardak rakı içiyorsa siz iki bardak içeceksiniz, kadınlar dize kadar etek giyiyorsa sizin eşleriniz dizüstü etek giyecek. Bizimle irtibatlı olduğunuzdan kimse şüphelenmeyecek. Bizden kimse ile de doğrudan bir irtibat kurmayacaksınız. En önemli, en kritik yerlere gelinceye kadar kendinizi belli etmeyeceksiniz, gerekirse ilelebet ortaya çıkmayacak, kendinizi açık etmeyeceksiniz. Bizim içerideki gözümüz kulağımız olacaksınız.''
Meğer bu cemaatçi bu adamlar için ağlıyormuş.
Bu şekilde kurumlara sızan tipler içki içerek filan günah işleyecek ve cennete gidemeyecekler ya, ona üzülüyormuş.
Bizim için cennetlerini feda ettiler diyormuş.
Şimdi bu adamların ne kadar tehlikeli olduklarını bir düşünün. Bunlar Hasan Sabbah'ın Haşhaşilerinden bile tehlikeli insanlar. Bunlar ayrık otu gibi, kan yaşı gibi. Yolmakla, sürmekle, ilaçlamakla bitmezler.

Ben hükumetin bir çok politikasını beğenmiyorum. Kendilerine hiç oy vermedim ve bundan sonra da vermeyi düşünmüyorum. Ama bu adamlar hükumeti hırpalayacak diye de sevinemem. Oh ne güzel oldu da diyemem. Çünkü bu; fareden kurtulmak için evde yılan beslemeye benzer. Fare sizi uykusuz koymaz ama yılan serbestken asla uyuyamazsınız.
Hükumet seçimle geldi ve seçimle her zaman gidebilir. Ancak bunlar öyle değil. Bunlar her şeye, her yere, devletin ve toplumun en derin hücrelerine kadar sirayet ediyorlar.
Bunlar komplolar kuruyorlar. Bunlar insanlara baskı yapıyorlar. Bunlar derin bir korku yayarak insanları sindirmeye çalışıyorlar.
Maşallah, bu gün Başbakana kimse yüksek sesle bir şey söylemeye cesaret edemezken bunlar en ağır hakaretleri yapıyor, Nemrut, Firavun diyorlar.
Bu nasıl bir güven duygusudur?
Bu nasıl bir güçtür?

Ben toplumda hiç kimsenin bu kadar güçlü olmasını istemem. Çünkü aşırı güçlenen;bir insan da olsa, bir örgüt te olsa diğer insanlara zulmeder. Onlara tahakküm etmeye çalışır.
Hele bu güç, böyle ne oldukları, kiminle bağlantılı çalıştıkları, hangi gizli ilişkiler içinde oldukları bilinmeyen organizasyonların elindeyse sonuçları çok daha tehlikelidir.
Denetlenemeyen, toplum ve hukuk önünde hesap vermek zorunda olmayan hiç kimseye güvenemem.
Onun için ister dini olsun ister başka amaçla kurulmuş olsun hiç bir cemaate, hele de bunlara hiiiç güvenemem.
Kimse yanlış anlamasın. Ben dini cemaatlere karşı değilim. Bunlar hayatın gerçekleri. Belli bir ihtiyacı karşılıyorlar ki var olabiliyorlar. Ben dini cemaatlerin din dışına çıkmalarından rahatsız oluyorum.

Herkes uzun zamandır hep bir ağızdan bağırıyor. ''Demokrasilerde askeri vesayet olmaz!''
Bence de olmaz, doğru söylüyorlar. Askeri vesayet istemiyorum.
Bazıları da diyor ki; ''Diktatörler demokrasilerde olmaz.''
Haklılar, doğru söylüyorlar. Ben diktatörlerin bizi yönetmesini de istemiyorum.
Ama demokrasilerde cemaat zorbalığı hiç olmaz.
Ben; daha demokratik, daha özgür bir ülkede yaşamak istiyorum.
Demokrasiye ve özgürlüklere tehdit; ordudan da gelse, bir kişi veya partiden de gelse, bir cemaatten de gelse benim için fark etmez.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmayalım diyorum.
Saygılar sunarım.




26 Kasım 2013 Salı

Libya'ya ne oldu ve nereye gidiyor?


(Temel kavramlar: Libya'da iç savaş. Sunusi. Ensaru’ş Şeria. Selefilik. Müslüman Kardeşler. Radikal İslam. Siyasal İslam. Tarikatlar.)

Libya'ya müdahale ve Kaddafi'nin düşürülmesinden sonra artık Libya haberlerine pek rastlayamaz olduk. Doğal olarak insanlar Libya'nın diktatörden kurtulduktan sonra demokrasiye geçtiğini ve bir yaraları sarma evresine girdiğini düşünüyor. Ancak durum hiç te öyle değil.

Libya karmaşa içinde. Adeta bir iç savaş yaşıyor. Her gün çatışmalar oluyor ve insanlar ölüyor. Ama ne AB ne de ABD pek umursamıyor. 

Libya'da kabile yapısının güçlü olmasından dolayı bir iç mücadele derinden devam ediyor. Ancak ortaya yeni aktörler de çıkmış durumda. Bu güçler ise tabii ki İslami nitelikte yeni oluşumlar. 

Aslında İslami oluşumun yeni olduğunu söylemek te pek mümkün değil. Siyasileşmiş İslam Libya'nın pek yabancı olduğu bir konu değil çünkü. Hatta Libya'nın İtalyanlara karşı verdiği özgürlük mücadelesi bile dini bir karakterdeydi. Sunusi hareketi bir tarikat yapılanması idi. 

Libya'da tarikat yapılanması Osmanlı zamanından beri etkin. Abdülhamit bile bu tarikatlerle irtibat kurmuş hatta bunlarla yakın ilişkiler geliştirmiştir. Birçok dini törende de Sunusi liderlerinden faydalanmıştır.

Kral ve sonrasında sosyalist Kaddafi yönetiminde bu tarikatlar yok olmasa da pasifize olmuşlardır. Ancak son zamanlarda yükselen siyasal İslam hareketleri Libya'yı da etkilemiş ve dini hareketlenme yeniden hız kazanmıştır. Bunun böyle olması da aslında beklenmesi gereken doğal bir gelişmedir.

Komşularından biri olan Cezayir de siyasal İslam yıllar öncesinden beri çok güçlenmiş ve iktidar için silahlı çatışmalar vermiş, hatta iktidara gelmiş ama darbe ile iktidardan indirilmiştir.

Diğer komşusu Mısır ise tüm Ortadoğu İslami hareketlerinin esin kaynağı durumundaki bir ülkedir. Son yıllarda yükselişte olan Müslüman kardeşler ve Selefi hareketlerinin doğum yeri de Mısır'dır.

Bu kadar siyasi İslam hareketinin arasında, Libyalıların bundan etkilenmemesi mümkün değil idi. Nitekim Kaddafi rejimi ortadan kalkınca bu hareketler organize olmaya başladılar. Ancak bu yeni hareketler o eski Sunusi hareketinden çok farklı özellikler arz etmektedir. Gerek komşu ülkelerdeki hareketler ve gerekse Kaddafi'ye karşı isyan sürecinde yurt dışından gelen İslami motivasyonlu radikal örgütler Libya'daki yeni İslami hareketi etkilemiş ve hatta dönüştürmüş gözükmektedir.

Mevcut örgütler daha radikal, şeriatçı ve silahlı mücadele taraftarı yapılardır. Nitekim bunlar yeni kurulan yönetimin resmi ordusuna kafa tutmaya ve onunla çatışmaya başlamışlardır.

Bu örgütlerden en güçlü olanı ise Ensaru’ş Şeria güçleridir. Bu örgüt Kaddafi'nin düşmesinin ardından ortaya çıkan bir örgüttür. Kurucuları ve üyelerinin çoğu (özellikle askeri kanadı) eski isyancılardan oluşmaktadır. Bu örgüt 11 Eylül 2012 tarihinde ABD'nin Bingazi Konsolosluğu'na yapılan saldırıdan sorumlu tutulmuş ancak örgüt bu suçlamayı kabul etmemektedir.

Örgüt özellikle Bingazi bölgesinde güçlü durumdadır. Burada bazı bölgeleri kontrol etmekte ve birçok kontrol noktası ve savunma mevzisinde mevzilenmiştir.

Tüm dünya Kuzey Afrika'yı demokratikleştireceğiz, istikrarlı ve dünya ile bütünleşen bir yer haline getireceğiz diye nara atarken sonuç bunun tam tersi olmuştur. Libya istikrarsızlaşmış ve iç çatışmalara sürüklenmiş durumdadır.

Ancak bu duruma AB çok yakın zamanda mutlaka müdahale eder. Çünkü Kuzey Afrika tarih boyunca Avrupa'yı etkilemiş ve hala da etkilemekte olan bir bölgedir. Arada bir devlet veya tampon bir bölge yoktur. Akdeniz ise engelden ziyade uygun bir ulaşım sağlamaktadır.
Bu sebeple Kuzey Afrikada esen rüzgar çöl tozlarını nasıl kolayca Avrupa'ya getiriyorsa, sorunları da Avrupa'ya taşıyacaktır.

Libya bizim tarihi ve gönül bağlarımız olan bir ülkedir. Unutulmamalıdır ki kurtuluş savaşının en zor günlerinde Sunusi lideri Ankara'ya gelerek bize destek vermiştir. Onun için bu zor günlerinde yalnız bırakılmamalıdır. Hele hele Avrupalıları veya radikal örgütlerin kucağına hiç terk edilmemelidir.

Saygılar sunarım.


25 Kasım 2013 Pazartesi

Fethullah Gülen Cemaati neden rahatsız, Başbakan Erdoğan ve Hükümet neden rahatsız? (Derin savaş. Derin devlet, derin cemaat.)


Şimdi devletin önemli makamlarına yükselecek memuriyet kadroları için bir sınav açıldığını düşünün. Sınav sonunda 20 kişi işe alınacak. Sınav sonuçlarına göre en yüksek not alan 40 kişi ise mülakata çağrılıp bunlardan 20'si mülakatta elenecek.
Hükumet doğal olarak kendi kadrolarından en azından 3-5 kişiyi bu kadrolara almak istiyor diyelim. Sınav oluyor ve bir bakıyorlar ki bu 3-5 kişi ilk 40'a girememiş. Halbuki bu 3-5 kişinin hep iyi notlar alan kişiler olduğunu biliyorlar ve en az yarısının ilk 40'a gireceğini düşünüyorlar.
Notlara bakınca görüyorlar ki bu adaylar gerçekten de çok yüksek notlar almışlar. Ancak ilk 40 kişi o kadar yüksek notlar almışlar ki bu 3-5 kişi ilk 40'a girememiş.
Bir değil iki değil hep aynı şey tekrarlanınca hükümet çevreleri bu durumdan kıllanıyorlar. İlk 40 kişiyi incelemeye alıyorlar. Ulaştıkları sonuç kendilerini hayrete düşürüyor. Çünkü bu ilk 40 kişinin tamamı genellikle cemaatin adamları çıkıyor.
Durum böyle olunca daha da kıllanıyorlar ve araştırmaya başlıyorlar.
Ulaştıkları sonuçlar bunları korkutuyor. Bir şeyler yapmak gereğini hissediyorlar. Çünkü cemaatin tüm devlet kurumlarına sadece kendi adamlarını yerleştirmek için bir düzen kurmuş olduğunu görüyorlar. Eğer bu düzen engellenmezse tüm devlet cemaat kontrolüne geçecek, bu arada kendi adamlarını işe alamayan hükumetinde prestiji ortadan kalkacak.
Tespit ettikleri durum şu:
Eğer bir işe 20 kişi alınacaksa, cemaat en az 50 kişiyi dershaneler vasıtasıyla sıkı bir kursa alıyormuş. Bu 50 kişiden sadece 20 kişi bu işe girmek için gönüllü olan veya seçilen kişiler oluyormuş. Sıkı kursa alınan 50 kişi genellikle mülakata katılmak için gereken ilk 40 kişilik kotaya girecek şekilde en yüksek notları alıyormuş.
Sıra mülakata geldiğinde, sadece bu işe girecek olan 20 kişi mülakata hazırlanıyorlarmış. Diğer 20 kişi ya seçilmemek için bilerek mülakatta hata yapıyor veya mülakata hiç girmiyormuş.
Cemaat bu şekilde kendi adamları dışında hiçbir adayın mülakat kotasına girmesine izin vermiyor ve kendi adamlarının tamamını işe sokuyormuş.
Bu sistem çok iyi işliyor,  cemaat dışında zeki gençler çok nadiren tam not alarak bu kotalara girebiliyormuş.
Bu tezgahı öğrenen başbakan ve bakanlar uzun süredir bunu önlemek için tedbirler geliştirmeye çalışıyorlarmış. Mülakatta nota bakmadan sırf bu tezgahı bozmak için adayları elemek dahil birçok tedbir uygulamışlar. Ancak bu dershane düzeni kırılmadıkça bunun tamamen önlenmesinin mümkün olmadığını görmüşler.
Onun için de dershaneleri ortadan kaldırmaya karar vermişler. Bu konuyu o kadar önemsiyorlarmış ki artık bu karardan kesinlikle dönmeyeceklermiş. Çünkü, kendileri halk oyu ile seçilip iktidar oldukları halde bazı konularda muktedir olamamalarını bir türlü hazmedemiyorlarmış.
Başta hükümet var gözükürken devletin bütün kademelerine cemaatin hükmetmeye çalışmasını kabul etmek mümkün değilmiş.
Başbakan cemaate karşı meydan okumakta kararlıymış.
Kontrollü bir dil kullanması sadece taktik bir seçenekmiş. Yoksa bu hesaplaşmadan vaz geçmek gibi bir niyeti yokmuş.
Cemaat te bu kararlılığı öğrendiğinden giderek artan şekilde saldırıya geçmiş. Bu saldırı bu kadarla da kalmayacakmış. Hükumet ile cemaat arasındaki olay artık tam bir meydan savaşına dönüşmüş. Biri baş eğmedikçe bu savaş sona ermeyecekmiş.
Hükumetin baş eğeceği yokmuş. Bu sebeple artık cemaat sürekli ve sınırsız bir savaşa doğru mücadelesini geliştiriyormuş.
Yani bu iş daha bitmedi.
Önümüzdeki günler daha sıkı çatışmalara gebe.
İzleyip göreceğiz.
Peki ben ne mi düşünüyorum?
Ben bunun herkese hayırlı olmasını diliyorum.
Saygılar sunarım.




Devletler arası ilişkilerde, caydırıcılık ne demektir? Caydırıcılık nasıl sağlanır? Türkiye'nin caydırıcı gücü ne durumdadır?

 Caydırma ve Caydırıcılık ne demektir? 


Caydırma kelimesi, Türk Dil Kurumu Sözlüğünde; caydırmak işi, bir gözlem sürecinde bilgi vermekten kaçınanların engellerini aşarak istemli katılımlarını sağlama ve yüreklendirme şeklinde açıklanmaktadır. 

Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisinde ise; bir devletin, olası düşmanı kendisine karşı saldırıya geçmekten vazgeçirmek için giriştiği eylem olarak ifade edilirken bu eylem sonucunda düşmanın, elde edeceği şeyin, saldıracağı devletin kendisine vermek kararında olduğu zarara değmeyeceğine inanması gerektiği belirtilmektedir.

Askeri literatürde ise, caydırma terimi ile; hasım tarafı tecavüzden vazgeçirerek milli çıkarları sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla, ona, savaşa girmesi durumunda zararlı çıkacağını gösterecek şekilde askeri gücün geliştirilmesi ve kullanılması işlemi anlaşılmaktadır. Caydırma kelimesini açıkladıktan sonra caydırıcılık kelimesi ile ne anlaşıldığına gelelim. 

Caydırıcılık; düşmanı, kendi milli çıkarlarını gerçekleştirmek için askeri güce başvurduğu takdirde, sonuçta kendisinin bu eylemden büyük bir zararla çıkacağına inandırma ve onu saldırmaktan vazgeçirmektir. Bu politika için ise askeri gücün üstün tutulması gerekmektedir.Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere, hasmın niyet ve maksadını uygulamaya koymaktan vazgeçirilmesi anlamını taşıyan caydırma; daha çok barış ve kriz dönemlerinde uygulanan bir politikadır. 

Düşmanı caydırmak için askeri gücün gösterilmesi işlemi ise; atış, tatbikat ve gösteri gibi faaliyetlerle icra edilir. 

Bu politika uygulanırken, sadece askeri gücün değil, aynı zamanda diğer milli güç unsurlarının da kullanılabileceği düşmana gösterilmelidir. 

Bu milli güç unsurları:Askeri güç, psikososyal güç, insan gücü, coğrafi güç, ekonomik güç, politik ve idari güç, teknolojik güç gibi güç unsurlarından oluşur.

1990 öncesi iki kutuplu dünya düzeninde caydırma daha çok sayısal askeri üstünlük ile sağlanmaya çalışılırken, günümüzde bu durum tamamen değişmiştir. Artık, siyasi ve ekonomik güç ile desteklenmeyen bir askeri gücün caydırıcılık vasfının olmadığı görülmektedir. 

Günümüzde caydırıcılığı artıran diğer bir etken ise; çok uluslu oluşumlar ve faaliyetlerin içinde fiilen var olmaktır. Bu tür faaliyetlere katılım; siyasi, ekonomik ve askeri güç göstergesi olarak kabul edilmektedir.

Caydırıcılığın etkili olabilmesi için genellikle şunlar yapılmaktadır:
*Teknolojiyi etkin kullanan, bilgi üstünlüğü sağlayan, etkili bir komutaya ve komuta kontrol sistemine sahip olan, yüksek teknolojili ve kuvvet çarpanı etkisi sağlayan silahlara sahip bir silahlı kuvvetlere sahip olmak.
*Uluslararası askeri ittifaklara katılmak ve bu ittifaklarda etkili olmak.
*Çok uluslu barışı destekleme ve barışı koruma harekatlarına katılmak.
*Modern gemiler ve uçaklarla yabancı ülke ziyaretleri yapmak, gösteri ve tatbikatlara iştirak etmek.
*Ülke içinde müstakilen veya başka ülkelerle birlikte, uygun zaman ve yerlerde büyük tatbikatlar icra etmek.
*Savunma sanayiini geliştirmek ve yüksek teknoloji ürünleri ile uluslararası sergi ve fuarlara katılmak.
*Muhtemel düşmana karşı bilgi harekatı ve psikolojik harekat uygulamak.
*Kriz anlarında tam kararlılık göstermek.
*Tehditlere karşı, tehdidin ortaya çıkmasından itibaren derhal tedbir almak vb.

Sonuç olarak caydırma; hasmın niyet ve maksadını uygulamaya koymasını vazgeçirmek esas alınarak yapılan faaliyetlerin tümüdür. Siyasi ve ekonomik güç ön plandadır. Askeri güç pasif fakat etkili ve kararlı olarak kullanılır. Diğer güç unsurları da gerektiği yerlerde kullanılır. Daha çok barış ve kriz durumlarında uygulanır.


Türkiye'nin caydırıcılığı ne durumdadır? 

Türkiye'nin caydırıcılığının değerlendirilmesini okuyuculara bırakıyorum. Herkes kendi yorumunu yapabilir. 

Bunu yaparken; iç savaşla iyice zayıflamış olan Suriye'yi bile ne kadar caydırabildiğimizi/ya da caydıramadığımızı da göz önüne almak uygun olur sanırım.

Saygılar sunarım.

23 Kasım 2013 Cumartesi

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD).


Henüz vakit varken.

Zaman zaman dünyanın değişik yerlerinde meydana gelen tren kazaları haberlerine çeşitli basın organlarında rastlamaktayız. Bu haberleri gören herkes bilir ki bu kazalar oldukça üzücü sonuçlar doğurmaktadır. Toplu taşıma araçları olan trenler, aynı anda yüzlerce, hatta binlerce kişiyi taşıdığından, büyük kazalar da genellikle çok büyük miktarlarda ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanmaktadır.  
Ancak, bu olumsuz duruma rağmen tren yine de en emniyetli ulaşım araçlarından biridir. Kendine tahsis edilen hatlarda, demir raylar üzerinde hareket eden tren; bu yol kara yolları gibi birçok araç ve sürücü tarafından kullanılmadığı için, karşılıklı çarpışmadan meydana gelen kazalarla çok nadiren karşılaşır. Uçaklar gibi her türlü arıza kazalara sebep vermez. Ayrıca kaza durumunda uçaklardaki gibi yolcuların tümüne yakını hayatını kaybetmemekte ve orantısal olarak kurtulan insan sayısı her zaman çok yüksek olmaktadır.
Tren kazaları genellikle; sinyalizasyon sistemi, tiren rayları, tirenin fren sistemleri ve kullanıcı hataları gibi sebeplerle ortaya çıkmaktadır. Ancak trenler de, diğer ulaşım araçları gibi zaman zaman, yollardan kaynaklanan veya yola giren hayvanlardan kaynaklanan kazalarla da karşı karşıya gelebilmektedir.
Kendine ait bir yolda, kesin olarak belirlenmiş birçok kurala uygun olarak hareket eden trenler, bu özellikleri ile oldukça emniyetli vasıtalardırlar. Bu emniyet tedbirleri, gerek sinyalizasyon çalışmaları, gerek trenlerde meydana gelen teknolojik yenilikler ve gerekse diğer emniyet tedbirleri ile her geçen gün daha da desteklenmektedir.
Tren kazaları haberleri, verilen zayiatlar açısından ne kadar üzücü sonuçlara sebep veriyor görünse de, istatistikler incelendiğinde diğer ulaşım araçlarına göre tirenler aslında oldukça güvenlidirler. Çünkü trenler, yukarıda da saydığımız sebeplerle, çok nadir kaza yaparlar.
Elbette kazaları sıfıra indirmek mümkün değildir. Ancak, zaten çok emniyetli bir ulaşım aracı olan trenler yeni gelişmeler ve bunları uygulayarak alınacak tedbirlerle daha da geliştirilebilir ve kazalar en düşük seviyelere düşürülebilir.
Tren yollarında yaşanan tüm gelişmeler en kısa sürede ülkemizde de uygulanmaktadır. Ancak buna rağmen bazen ülkemizde de bazı tiren kazaları ortaya çıkabilmektedir. İşte bu kazalardan biri de geçenlerde Ankara-Eskişehir hattında meydana geldi. Ankara-Eskişehir seferini yapan Yüksek Hızlı Tiren (YHT) bir kuş sürüsüne çarptı. YHT (Yüksek Hızlı Tren)’nin ön kısmı telef olan kuşlar nedeniyle kana büründü. Ön kısmı zarar gören YHT, geldiği Eskişehir Garı’nda yolcularını indirdikten sonra bakıma alındı. Çok şükür ki herhangi bir ölüm veya yaralanma olayı meydana gelmemişti.
Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla; bu tür kuş sürülerine çarpma olayları bu hatta sık sık yaşanmaktadır. Ancak yine anlaşıldığı kadarıyla, şimdiye kadar herhangi bir tedbir de alınmamıştır. Yetkililerin bu konuyu acilen ele alıp etkili tedbirler alması gerekmektedir.
Bu tür, kuş sürüleri ile, mücadele yeni bir konu değildir. Hava alanlarında bu mücadele yıllardır yapılmaktadır. Devlet Demir Yolları yetkilileri bir an önce Devlet Hava Meydanları İşletmeleri ile görüşüp onların bilgi ve tecrübelerinden faydalanmalı, gereken tedbirler de vakit geçirmeden alınmalıdır.
Aksi takdirde, bu kazalardan meydana gelen ekonomik zararlar gibi bir gün insan zayiatları da ortaya çıkabilir. O zaman yapılacak bir müdahalenin bir faydası olmayacaktır. Henüz vakit varken DDY yetkililerini harekete geçmeye çağırıyorum.
Saygılar sunarım.
23.11.2013


                                                                                                 

21 Kasım 2013 Perşembe

Öğrencisi Olduğum Hacettepe Üniversitesi Hakkında Tanıtıcı Bilgiler.

Hacettepe Üniversitesi’nin Tanıtılması.

Hacettepe Üniversitesinin kuruluş süreci uzun bir zamana yayılmıştır. Hacettepe Tıp Fakültesinin başlangıcı sayılan Çocuk Sağlığı Kürsüsü, 2 Şubat 1954 tarihinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesine bağlı olarak Prof. Dr. İhsan Doğramacı tarafından kurulmuştur. Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Sağlığı Enstitüsü ve Hastanesi olarak 1957 yılında Hacettepe'de çalışmaya başlamış ve 1958 yılında da eğitim, öğretim, araştırma çalışmalarına başlamıştır. 1961’de; Hemşirelik, Tıbbi Teknoloji, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, 1962’de; Beslenme ve Diyetetik eğitimi veren Sağlık Bilimleri Yüksekokulu kurulmuştur. 1963’de ise; Hacettepe Sağlık Bilimleri Yüksekokulu, Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi hâline getirilerek Temel Bilimler, Hemşirelik, Fizyoterapi- Rehabilitasyon, Tıbbi Teknoloji ve Sağlık Teknolojisi Yüksekokulları bu fakülteye bağlı olarak yeniden örgütlenmiş ve ayrıca yine Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesine bağlı Diş Hekimliği Yüksekokulu kurulmuştur. 1965 yılında Hacettepe Üniversitesi eğitim kurumlarının koordinasyonunu sağlamak amacıyla Hacettepe Bilim Merkezi ve 1966'da Hacettepe Tıp Merkezi kurulmuş, aynı yıl Hacettepe Tıp Merkezi Hastanesi de hizmete girmiştir. Bu şekilde örgütlenen ve gelişen çekirdek kuruluşlar, 8 Temmuz 1967 tarih ve 892 sayılı Kanun'la Hacettepe Üniversitesi hâline getirilmiş ve Tıp, Sağlık Bilimleri, Fen ve Sosyal Bilimler Fakülteleri ile eğitime başlamıştır. 1968 yılında Ev Ekonomisi Yüksekokulu kurulmuş ve 1969 yılında yüksekokul olarak kurulan Eczacılık ve Diş Hekimliği 1971 yılında fakülte hâline getirilmiştir. Daha sonra, kurulan yeni bölümler ve fakültelerle büyüyen Hacettepe Üniversitesi, ikinci yerleşkesini merkez yerleşkesine 20 km uzaklıkta Beytepe mevkiinde 1500 hektarlık alanda kurmuştur.
Hacettepe Üniversitesi, 1982 yılında kabul edilen 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu kapsamında, 14 Fakülte, 14 Enstitü, 2 Yüksekokul, 1 Konservatuvar, 6 Meslek Yüksekokulu, 45 Araştırma ve Uygulama Merkezi ile faaliyetlerini sürdürmektedir.[1]
Bir devlet üniversitesi olan Hacettepe Üniversitesi’nde;            Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerinde eğitim yapılmaktadır.
Üniversite’nin; Fakülte, Enstitü ve Yüksekokulları Sıhhiye, Beytepe, Beşevler, Polatlı ve Sincan olmak üzere 5 yerleşkede bulunmaktadır. Ana yerleşkelerden Ankara şehir merkezinde olan Sıhhiye Yerleşkesi 210.238 m2’lik, Beytepe Yerleşkesi ise 5.877.628 m2’lik alan üzerinde kurulmuştur.
Üniversitenin Sıhhiye yerleşkesinde Atatürk Heykeli'nin hemen yanında bir kültür merkezi bulunmaktadır. Bu merkez; 3500 m2 alan üzerine kurulmuş, ulusal ve uluslararası etkinliklere uygun özelliklere sahip bir komplekstir.[2]
Öğrenci barınma alanları olarak; Sıhhiye Yurtları, Beytepe Yurtları, Konukevleri ve Öğrenci Evleri kullanılmaktadır.[3]
Sıhhiye Kampüsü,  Beytepe Kampüsü ve Ankara Devlet Konservatuvarı içinde birer Sağlık Merkezi bulunmaktadır.
Beytepe Kampüsü Kütüphanesi, Sağlık Bilimleri Kütüphanesi ve Konservatuvar Kütüphanesi olmak üzere üç adet kütüphane bulunmaktadır.[4]
Sıhhiye Yerleşkesi, Ankara'nın ilk yerleşim bölgesi olan Ulus semti ile Hamamönü semtleri arasındaki bölgede yer alır. Bu yerleşke; Sıhhiye, Kurtuluş, Opera ve Samanpazarı'ndan 10-15 dakikalık yürüme mesafesindedir. Ayrıca 230 numaralı "Hacettepe-Beytepe Kampüsü" otobüsü ile Ankaray veya banliyö trenlerinin Kurtuluş İstasyonu'ndan da bu yerleşkeye ulaşmak mümkündür. Özel aracı ile gelecek olan ziyaretçiler ise Sıhhiye veya Kurtuluş ana giriş kapısından giriş yapabilirler. Özel araçların park etmesi için beş numaralı ücretli otopark 24 saat hizmet vermektedir.
Beytepe Yerleşkesi, Ankara Eskişehir Karayolunun 14. km' sinde yer almaktadır. Sıhhiye Yerleşkesi’nden hareket eden "230 Hacettepe-Beytepe Kampüsü" otobüsleri ile bu yerleşkeye ulaşılabilmektedir. Beytepe Yerleşkemize gelen EGO otobüsleri, yerleşke içerisinde ring yaparak seferlerini tamamlarlar.
Beytepe Yerleşkesi'nde Eğitim-Öğretimin devam ettiği dönemlerde (Güz, Bahar ve Yaz Dönemleri) her 20 dakikada bir otobüs hareket etmektedir. Ayrıca bu zamanlarda hattaki yoğunluğa bağlı olarak sefer araları azaltılmaktadır. Saat 18.00'den sonra ve tatil dönemlerinde her otuz dakikada bir, otobüs hareket etmektedir.
Beytepe Yerleşkesi'ne ulaşım için kullanılabilecek alternatif bir toplu taşıma sistemi de dolmuş taşımacılığıdır. Sıhhiye Yerleşkesi'nden Beytepe Yerleşkesi'ne gitmekte ve geri dönmektedir.
Özel araç ile gelenler ise Ankara-Eskişehir yolunun 14. km'sinde bulunan Beytepe Köprüsü ile yerleşke A ana giriş kapısına ulaşırlar. Köprüden önce "Hacettepe" yönlendirme tabelaları mevcuttur. Ana giriş kapısından girildikten 3 km sonra yerleşke içi yönlendirme levhaları size yardımcı olacaktır.
Beşevler yerleşkesi, Beşevler semtinde bulunmaktadır. Ankaray Beşevler İstasyonu'na 1-2 dakikalık yürüme mesafesindedir.[5]
Toplam Öğrenci Sayısı; 36112 ve toplam akademik personel Sayısı; 3495’tir.
Beytepe Santral Telefonu; 0312 3055050, Sıhhiye Santral Telefonu;0312 3055000’ dır.
E-Posta adresi; tanitim@hacettepe.edu.tr’dir.
Şu anda, üniversite rektörlüğü görevi; Prof. Dr. A. Murat TUNCER tarafından yürütülmektedir.
Üniversite Yönetimi; rektör ve 6 Rektör Yardımcısı, Genel Sekreter, dört Genel Sekreter Yardımcısından oluşmaktadır.
Üniversite senatosunda ise; rektör, altı rektör yardımcısı, İletişim Fakültesi Dekanı, Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı V., Eczacılık Fakültesi Dekanı, Edebiyat Fakültesi Dekanı, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı, Kastamonu Tıp Fakültesi Dekanı, Eğitim Fakültesi Dekanı, Hemşirelik Fakültesi Dekanı, Hukuk Fakültesi Dekanı, Fen Fakültesi Dekanı, Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı, Tıp Fakültesi Dekanı, Mühendislik Fakültesi Dekanı, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürü, Güzel Sanatlar Enstitüsü Müdürü, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü, Bilişim Enstitüsü Müdürü, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü Müdürü, Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü, Kanser Enstitüsü Müdürü, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürü, Halk Sağlığı Enstitüsü Müdürü, Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü, Çocuk Sağlığı Enstitüsü Müdürü, Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürü, Nükleer Bilimler Enstitüsü Müdürü, Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu Müdürü, Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü, Mesleki Teknoloji Yüksekokulu Müdürü, Ankara Devlet Konservatuvarı Müdürü, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Müdürü, Hacettepe Ankara Sanayi Odası 1. OSB Meslek Yüksekokulu Müdürü, Bala Meslek / Polatlı Teknik Bilimler / Polatlı Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulları Müdürü, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Müdürü, Eğitim Fakültesi Temsilcisi, Hemşirelik Fakültesi Temsilcisi, Hukuk Fakültesi Temsilcisi, Eczacılık Fakültesi Temsilcisi, Edebiyat Fakültesi Temsilcisi, Fen Fakültesi Temsilcisi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Temsilcisi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Temsilcisi, Tıp Fakültesi Temsilcisi, Güzel Sanatlar Fakültesi Temsilcisi, Diş Hekimliği Fakültesi Temsilcisi, Mühendislik Fakültesi Temsilcisi, iki Araştırma Görevlisi Temsilcisi, Öğrenci Temsilciler Konseyi Başkanı ve Uluslararası Öğrenci Temsilcisi görev yapmaktadır.
Yönetim kurulu ise rektör dâhil toplam 28 kişiden oluşmaktadır.[6]
Hacettepe Üniversitesi; Farabi Programı, Mevlana Değişim Programı ve Erasmus programına üyedir.
Farabi Değişim Programı; Yükseköğretim Kurumları Arasında Öğrenci ve Öğretim Üyesi Değişim Programı, üniversite ve yüksek teknoloji enstitüleri bünyesinde ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim-öğretim yapan yükseköğretim kurumları arasında öğrenci ve öğretim üyesi değişim programıdır.[7]
Mevlana Değişim Programı, yurtiçinde eğitim veren yükseköğretim kurumları ile yurtdışında eğitim veren yükseköğretim kurumları arasında öğrenci ve öğretim elemanı değişimini gerçekleştirmeyi amaçlayan bir programdır.[8]
Erasmus programı, Hayatboyu Öğrenme Programına dâhil ülkeler olan Avrupa Birliği üyesi 27 ülke, Avrupa Birliği’ne (AB) üye olmayıp Avrupa Ekonomik Alanı üyesi İzlanda, Lihtenştayn,
Norveç, İsviçre ve Avrupa Birliğine üye olmaya aday Türkiye ve Hırvatistan Yükseköğretim Kurumlarının istifadesine açık bir değişim programıdır.[9]
Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden biri olan Hacettepe Üniversitesi eğitim ve öğretim hayatına, her geçen gün daha da gelişerek ve güçlenerek devam etmektedir.





[1] http://www.hun.edu.tr/hakkinda/tarihce, Son erişim tarihi: 16.11.2013.
[2] http://www.kulturmerkezi.hacettepe.edu.tr/, Son erişim tarihi: 16.11.2013.
[3] http://www.hun.edu.tr/yerleskede-yasam/barinma, Son erişim tarihi: 16.11.2013.
[4] http://library.hacettepe.edu.tr/,Son erişim tarihi: 16.11.2013.
[5] http://www.hun.edu.tr/hakkinda/ulasim, Son erişim tarihi: 16.11.2013.
[6] http://www.hun.edu.tr/hakkinda/universiteyonetimi, Son erişim tarihi: 16.11.2013.
[7] http://www.farabi.hacettepe.edu.tr/nedir.shtml, Son erişim tarihi: 16.11.2013.
[8] http://www.mevlana.hacettepe.edu.tr/, Son erişim tarihi: 16.11.2013.

Estatik cerrahi operasyonlar: Burun küçültme ameliyatı.

İnsan kendi vücudunun sahibidir. Dolayısıyla onu değiştirmek en doğal hakkıdır. Burun ameliyatları. Burun küçültme. Uzun burun sorunu. Estetik cerrahi. Estetik ameliyatlar. Güzellik sırları. Tıbbi çözümler. Burun estetiği. Estetik ameliyatı.



İnsan yüzüne baktığımız zaman ilk dikkati çeken organ burundur. Burun yüz ifadesine, yüzünüzün güzelliğine ve çekiciliğine belirleyici bir etki yapar.
Burun aynı zamanda yüzde dışarı doğru çıkıntı yapan tek organdır. Yüze karşı gelecek darbelere karşı da ilk bu organ hassasiyet gösterir. Çünkü ilk temas daima buruna olur.
Hangi sebeple olursa olsun; insanların tamamına yakını daima yüzleri ile uyumlu ve çok büyük veya küçük olmayan burun bir buruna sahip olmak ister. Küçük burunlar bir şekilde tolere edilebilmesine rağmen uzun burun daima daha çok rahatsız olunan bir burun tipi olmaktadır.
İşte bu sebeple uzun bir burnu olan insanların bazıları kendinle barışık olduklarından bunu pek fazla kafalarına takmadıklarını söyleseler de, çoğu insan genellikle bu uzun burunu küçültmenin yollarını aramakta ve uygun çözümleri denemektedir.
Burnun şekli elbette önemlidir. Ancak insanın kendisine ait bir organdan mutsuz olması durumunda bunun şeklini değiştirmek istemesi gayet doğaldır. Bunun da kesin çözümü cerrahi operasyondur. Yapılacak estetik cerrahi bir operasyonla uzun burun sorununa oldukça başarılı çözümler getirilebilmektedir.

Burun ameliyatlarında dikkat edilecek esaslar.

Çoğu insan burun şeklini çok önemser. Onun için burunda bulunan şekil bozuklukları veya yüze ve vücuda göre uzun burun sorunu estetik cerrahi ameliyatlarının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu sebeple bu ameliyat branşında bilgi birikimi oluşumu oldukça fazladır.
Bu ameliyat ülkemizde de yaygın bir şekilde uygulanan estetik cerrahi ameliyatlardan biridir. Uzun burun sorununa yönelik cerrahi bir müdahale yapılması ve düzeltilmesini isteyen herkes hemen her büyük şehirde bunu yaptırabilmektedir.
Çok yerde yapılan bu ameliyatlar için her yerde değişik fiyatlar verilmektedir. Para elbette önemlidir. Ancak sağlık ve özellikle bu ameliyatın size sağlayacağı psikolojik mutluluk daha önemlidir. Bu sebeple bu tür ameliyat yaptıracaksanız paradan çok bu hususa dikkat etmelisiniz. Nerede ameliyat olacağınıza karar verirken dikkat etmeniz gereken en önemli şey ise ameliyat olacağınız merkez ve ameliyatı yapacak doktorların bu ameliyat konusunda deneyimli olup olmadığıdır.

Ameliyat sonrası dikkat edilecek hususlar.

Birçok insan burun estetiği için estetik ameliyatlara başvurmaktadır. Bu tür ameliyatlar ülkemizde uzun süredir yapıldığından bu konularda deneyimli merkezler ve deneyimli doktorlar oldukça artmıştır. Teknik ve teknolojide meydana gelen gelişmeler le de bu ameliyatlar gittikçe daha kolaylaşmakta ve daha iyi sonuçlar vermektedir.
Estetik açıdan en çok sorun yaratan organlardan birisi de uzun burun sorunudur. Yüzüyle orantılı ve uyumlu olamayan bir burun başta kadınlar olmak üzere çoğu insanı rahatsız eder. Bu sebeple burun ameliyatları en çok uygulanan estetik ameliyatların başında gelir.
Bu ameliyatlar; uygun maliyetlerle çok başarılı bir şekilde yapılmakta ve size sadece ameliyat sonrası uyulması gereken şeylere dikkat etmek kalmaktadır. Bunların başında da ameliyat sonrası güneşte fazla kalmamak gelmektedir.
Ameliyat esnasında burun küçültülürken burunun iç kısımlarında çalışıldığından burun derisinde bir miktar incelme ve hassasiyet oluşur. İşte bu hassas bölgeler fazla güneş ışığına maruz kaldıklarında tahriş olabilir ve zarar görebilir. Buna ve doktorunuzun belirteceği diğer hususlara dikkat ettiğiniz takdirde, başka da önemli bir sorunla karşılaşılmamaktadır.

Burun ameliyatından sonra ne kadar istirahat etmek gerekir.

Burun insanların görüntüsünü en çok değiştiren organlardan biridir. Onun için burnunda şekil bozukluğu, küçük olma veya büyük olma gibi sorunlardan dolayı estetik ameliyat olan insanların sayısı her geçen gün artmaktadır.
Artık iri veya uzun burun ameliyatları oldukça başarılı bir şekilde yapılabilmekte, iyileşme süreleri de oldukça kısa olmaktadır. Hastalar, ameliyattan sonra evde yatmaları gerekmemekte, genellikle bir iki gün dinlendikten sonra işine gücüne dönebilmektedir.
Burunlarına darbe almamaya ve çok tozlu ve hijyenik yerlerde bulunmamaya ve en önemlisi güneş ışığına fazla çıkmamaya dikkat ettikten sonra her türlü sosyal faaliyete, günlük rutin işlere ve eğer çalışılıyorsa işe dönmenin hiçbir sakıncası bulunmamaktadır.
Yeni burnunun görüntüsünün verdiği mutluluğu paylaşmak ve toplum içinde kendine daha fazla güven hissederek dolaşmak hem psikolojik açıdan, hem de daha kolay iyileşmek açısından faydalı bile olabilmektedir.

Burun ameliyatının faydaları.

Burun estetiği ameliyatları genellikle sadece estetik ameliyatlar değildir. Çünkü burundaki şekil bozuklukları çoğu zaman işlev bozuklukları ile beraber bulunur. Eğri veya uzun burun beraberinde deviasyon veya burunda et gibi diğer rahatsızlıkları da barındırır.
Bu sebeple burun estetik ameliyatlarından sonra; insanların kendine güvenlerinin artması, psikolojik olarak kendirlerini daha rahat ve mutlu hissetmelerinin yanında nefes almaları rahatlamakta, burun tıkanıklıkları ortadan kalkmakta ve yaşam kaliteleri yükselmektedir.
Bu ameliyatla, insanların hem psikolojik durumu hem de sağlıkları olumlu yönde değiştiğinden, hastalar sosyal yaşama daha iyi katılmakta ve iş yaşamında daha başarılı olmaktadırlar.
Uzun süre aklının bir köşesinde burun görünümü konusunda bir tedirginlik yaşamak veya nefes almakta zorlanarak en basit işi bile yaparken sıkıntılı bir şekilde yaşamaktansa eğer ihtiyaç varsa estetik ameliyat olmak en mantıklı hareket tarzı olacaktır.

Estetik ameliyatlarda doktor ve hasta uyumu.

Burun şekil bozukluğu olan ya da iri veya uzun burun sorunu olanların en çok başvurduğu yöntem burun estetik ameliyatı olmaktır. Bu işlemi yaptırmak isteyen kişiler önce doktora başvurarak durumunu görüşmeli, ameliyata karar verilince öncelikle yüz şekli de dikkate alınarak nasıl bir burun yapılacağının doktorla beraber kararlaştırılması ve daha sonra operasyonun yapılması gerekir.
Bazı kişiler kendileri hakkında tam doğru kararlar vermekte zorlandığından ve yüzü ile pek te uyumlu olmayan ve hatta yapılırsa yüzünde çirkin bile durabilecek olan bazı burun şekillerini yaptırmak isteyebilir. Ancak bunda ısrar edilmemeli ve doktorla beraber en uygun şekil kararlaştırılmalıdır.
Planlama beraber yapıldıktan ve karar verildikten sonra her şey doktorun ustalığına ve deneyimine kalmaktadır. Tasarımı yapılan bir heykeli yontan heykeltıraş gibi bu safha doktorun sanatçılığını gösterdiği alan olmaktadır. Nasıl gerçekçi olmayan, fizik kurallarına ve estetik değerlere uymayan bir heykel yontulamayacaksa burun seçiminde de hastaların gerçekçi olmayan isteklerini önlemelidir. Aksi halde kendisi başarılı olamayacağı gibi hastası da mutlu olmaz.

Burun ameliyatı öncesinde yapılması gerekenler.

Burnunda şekil bozukluğu olan yada büyük veya uzun burun sorunu olan kişiler bu sorunundan ameliyatla kurtulmaya karar verdiklerinde ve bunun için bir doktora başvurduklarında yapılması gereken ilk şey hastanın burnunun muayenesi ve bunun sonucunda tüm sorunlar ve çözüm önerileri hakkında doktor tarafından hastanın bilgilendirilmesi olmalıdır.
Bu ameliyatlar kişinin görünümünü de değiştiren ameliyatlar olduğundan hastanın kafasındaki tüm soru işaretlerinin ameliyattan çok önce giderilmeli ve ameliyata ondan sonra başlanmalıdır.
Doktor hastanın psikolojik durumu ve ameliyata karar vermesini sağlayan motivasyonları da anlamaya çalışmalıdır. Hasta günlük başka sorunlarından kaçmak için veya modaya uyarak böyle karar vermiş olabilir. Daha sonra ameliyat olmaktan veya yaptırdığı burun seklinden pişman olursa psikolojik dünyasında bir iyileşme yaratacağı beklenen ameliyat tam terssi bir sonuca sebep olabilir.

Hastanın bilgilendirilmesi.

Burnunda şekil bozukluğu veya uzun burun ya da kötü görünümlü burun sorunu olduğunu düşünerek doktora başvuran kişiler doktor tarafından konunun her yönü hakkında tam olarak bilgilendirilmelidir.
Burnun şekline odaklanan ve ameliyat sonrası komplikasyonlar hakkında bazı endişeleri bulunan hastalar, nasıl bir burun yapılacağı konusunda kararsız da olabilirler. Doktor bu durumlarda hastaları ile etraflıca konuşarak hastaların tüm endişelerini gidermeden ameliyata başlamamalıdır.
Hastalarda genellikle ameliyat sonrasında yoğun ağrıları olacağı düşüncesi hâkimdir. Ancak, ağrı şikâyetleri o kadar sık karşılaşılan bir olay değildir. Daha çok burun tıkanmasından şikâyet edilmektedir. Bundan başka bazı hastalarda; burun çevresinde ve gözlerin etrafında şişme ve morarma gibi sorunlar da yaşanabilmektedir. Bunlar ameliyatta yapılan işlemlerden çok kişinin deri ve vücut özelliklerinden meydana gelmektedir.
Ancak bu sorunlar erken tedavi uygulamalarıyla hiçbir sorun yaşamadan kolayca çözülebilmekte, kısa sürede iyileşme sağlanabilmektedir.
Ameliyat öncesi detaylı bilgilendirme yapıldığında hastaların ameliyat sonrası bu tür durumlardan endişe duymaları da önlenmiş olur.

Ameliyat sonrası uyulması gereken davranışlar nelerdir?

Yamuk, iri veya uzun burun sorunu ile doktora başvurup estetik burun ameliyatı olan hastaların ameliyat sonrasında daha çabuk ve rahat bir iyileşme süreci geçirmesi için bazı kurallara uyması gerekir. Doktor tarafından bunlar ameliyat öncesi ve sonrasında hastaya anlatılmalıdır. Bu kuralların bazıları şunlardır.
Ameliyattan sonra burun içine kanama olmaması için vb. sebeplerle tamponlar konulur. Bu tamponlar burun deliklerini tıkadıklarından nefes almak oldukça zorlaşır. Bu yüzden, rahat nefes almak için dinlenirken ve uyurken sırt üstü yatılmalıdır. Gözlük takılmamalı, burun bir yere çarpılmamalı ve buruna baskı uygulanmamalıdır.
Ameliyat esnasında birçok kılcal damar kesildiğinden kanama olmaktadır. Ameliyattan sonra da bu kanamalar çok az da olsa devam edebilir. Bu durum burun çevresinde ve yüzde şişmelere sebep olabilir. Bunu önlemek için bira yüksek bir yastık kullanılması ve başın biraz yüksekte tutulması faydalı olabilir.
Burun içinde ameliyat sebebiyle aşırı kuruma olabilir. Bunu önleyip burun içini nemli tutmak için ise buruna hafifçe ıslatılmış pamuk konulabilir.
Ameliyatın ikinci gününden sonra burun içine konulan şeyler çıkarıldığından nefes almak kolaylaşır ve rahatlama olur. Bir hafta geçtikten sonra burunun üzerindeki kalıp ta çıkarılınca rahatlama daha da artar. Bir ay sonunda burun üzerindeki şişlikler de geçer. Altı ay ile bir yıl içinde burun yeni şeklini tam olarak alır.

Burun estetiği ameliyatları konusunda sık görülen yanlışlar.

Bir kişinin burun şeklinde ve görünümünde bir bozukluk varsa, burunda kemik veya et büyümesi sebebiyle nefes alma sorunu yaşanıyorsa, çok büyük veya uzun burun sebebiyle genel görünümde ortaya çıkan kötü görünüş kişiyi psikolojik olarak olumsuz etkiliyorsa, doktorun da kararı ile burun estetiği ameliyatı olmak elbette ki gerekli ve hatta bazı durumlarda zorunludur.
Ancak, genellikte kadınlar tarafından bu durumların hiç biri ortada yokken bile burun estetiği olma talepleri olabilmektedir. Son derece sağlıklı ve yüzü ile orantılı oldukça güzel bir buruna sahip olmasına rağmen bayanlar bazen, televizyonda gördükleri güzel bir manken ve oyuncunun, bazen de özendiği bir arkadaşı veya komşusunun burnunun aynısını kendisine de yaptırmak gibi taleplerde bulunabilirler.
Hâlbuki değerlendiremedikleri şudur ki burun insanın yüzü ile uyumlu oldukça güzel bir görünüm sağlar. Başka birisinde çok güzel görünen bir burun sizde çok uyumsuz ve kötü görünebilir. Her yüzün bir özelliği ve bir karakteri vardır. Bu sebeple resimden bakarak veya birini taklit ederek yapılacak burun bu yüzün özelliğini bozacak, amaçladığınızın tam aksine bir sonuç verecektir.

Kimler estetik burun ameliyatı olmalıdır?

Burunu yüzü ile orantılı ve uyumlu olan, burnunun çok kötü bir görünümü olmayan, burnunda sağlığını olumsuz etkileyecek bir rahatsızlığı olmayan kimseler başkalarına özenerek burun ameliyatı olmaya kalkışmamalıdır.
Her şeyin doğal olanı daha sağlıklı ve makbuldür. En küçük ameliyatın bile cerrahi bir operasyon olduğundan küçük te olsa riskler taşıdığı da göz önüne alındığında ameliyat eğer zorunlu değilse tercih edilmemesi gereken bir yöntemdir.
Burun ameliyatı şu durumlarda yapılabilir: Burun yüze uyumsuz ve normalden daha büyük ise, burun kemiğiniz kambur ve dışa doğru çıkıntılıysa ve bu bariz bir şekilde belli ise, önden burun normalden daha geniş görünüyorsa, sağa veya sola doğru eğri ise, burun delikleri geniş veya orantısız ise, burun ucu uzun burun olarak kabul edilecek kadar aşağıya sarkıyorsa, burundan nefes almakta zorlanılıyorsa ameliyat olmak uygun kabul edilebilir.

Bunların dışında estetik burun ameliyatı sadece doktor tavsiyesi ve yine bir görüntü ve sağlık bozukluğu varsa yapılmalı aksi takdirde yapılmamalıdır.


20 Kasım 2013 Çarşamba

Güzelleşme yolları. Dudak dolgusu. Estetik cerrahi. Estetik ameliyet.

Daha güzel bir görünüm. Dudak dolgusu. Dudak kalınlaştırma. Dudak inceltme. Dolgun dudak. Güzel dudak. İnce dudak.
Dudaklar insan vücudunda çok küçük bir yer işgal eder ancak güzel bir görünüm için hayati önem taşırlar. Çünkü dudaklar insanın en çok bakılan kısmı olan yüz üzerinde bulunurlar.
İnsanlar her türlü iletişimde ilk olarak birbirlerinin yüzlerine bakarlar. Konuşurken dâhil  dudaklar, yüzde, bakışların en çok toplandığı bölgedir. İnsanlar karşısındakinin dudaklarına her zaman dikkat ederler. Görünümü hoş, dolgun ve parlak dudaklar ise herkesin dikkatini çeker. Dudak güzelliği insan güzelliğine vücutta kapladığı alan ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir katkı yapar.
Dudakların diğer bir özelliği de cinsel bir obje olarak algılanmasıdır. Bu sebeple; aşk şarkılarının ve şiirlerinin çoğu dudaklardan bahseder.
Dudaklarımız yüzümüzün de en merkezi bölümünde bulunurlar. Yani nasıl güzel bir resmin orta yerine yanlış bir fırça izi bütün resmi kötü gösterirse kötü görünümlü bir dudak ta tüm yüzü çirkin gösterir. Dudakların; kalınlığı, tipi ve rengi yüz ifademizi de değiştireceğinden günlük yaşamda insanlarla kurduğumuz ilişkilerde de bizi sevimli, çekici, mutsuz veya itici gösterebilirler.
Eğer dudaklar kötü görünümlü ise, bazı şeyler dıştan makyaj veya ruj ile düzeltilemez. Mesela ince dudaklarımız varsa ne yaparsak yapalım bunlar kalınlaşmazlar. Veya dudaklarımızda şekilsel olarak bir görünüm bozukluğu varsa bunlar da dıştan yapacağımız uygulamalarla düzelmez. Bu tür sorunlar ancak dudak dolgusu yaptırarak çözülebilmektedir. Oldukça kısa ve sorunsuz olan dudak dolgusu operasyonu ile artık herkes güzel ve çekici dudaklara sahip olabilir.
Dudakların görünümü, erkekler için de önemli olmakla birlikte, yukarıda anlattıklarımızdan dolayı, güzelliğine daha çok önem verdiklerinden kadınlar için çok daha önemlidir. Fakat herkesin dudakları; gerek doğuştan, gerekse yaşlılık, kaza, hastalık vb. sebeplerle bazen çok kötü bir görünüme sahip olabilir.
Eskiden bunlar insanlar tarafından kader olarak kabul edilir ve bu duruma alışılmaya çalışılırdı. Fakat artık bunun çözümü vardır. Gelişen tıp uygulamaları çoğu estetik sorun gibi dudak görünüm bozukluklarına da kolay ve başarılı çözümler sunmaktadır. Dudak şekil bozukluklarına en yaygın uygulanan ve en başarılı çözüm dudak dolgusu uygulamasıdır. Dudak dolgusu ile herkes daha güzel bir görünüme kavuşabilmektedir.
Dudak kalın ise basit bir operasyonla inceltme işlemi yapılabilir. İnce ve silik dudaklar için yapılacak işlem ise daha basittir. Dudak dolgusu bu iki soruna da kolay ve başarılı çözümler sağlar. Silik dudaklarda belirli bölgelere dudak dolgusu yapılarak hatlar oluşturulurken ince dudakların içine genel bir dudak dolgusu uygun miktarda dudak dolgusu enjekte edilerek dudaklar kalınlaştırılmaktadır.
Dudak şekillendirilirken yüz ile bütün olarak düşünülerek yüze uygun dudaklar yapmak başarılı bir görünüm elde etmek için çok önemlidir. Dudak dolgusu genel olarak yaygın olan yanlış kanının aksine sadece dudakları kalınlaştırma işlemi değildir. Abartılı bir dolgu ve görünüm kötü bir görünüme sebep olabileceği gibi yüzün yanlış bir ifade almasına da sebep olabilir. Onun için dudak dolgusu işlemi bir dudak estetiği olarak görülmeli ve yüzdeki diğer organlar da dikkate alınarak yüzün genel görünümünü bütünleyici olarak düşünülüp ona uygun bir şekilde yapılmalıdır.
Dudaklara en uygun dolgunluk verilmekle kalınmamalı, aynı zamanda dudak hatları da gerekiyorsa yüz ile bütünlük arz edecek şekilde belirginleştirme işlemine tabi tutulmalıdır. Yani yapılacak işlem dudakta mevcut bozukluk gidermek neyi gerektiriyorsa ona göre yapılmalıdır.
Dudak dolgusu yapmadan yeterli bir süre önce dudaklar, lokal anestezi ile, yani kişi uyutulmadan sadece dudaklar uyuşturularak dolgu işlemine hazırlanır. İhtiyaca göre dudak dolgusu uygulandıktan sonra uyuşukluğun geçmesi beklenir. Bundan sonra; herhangi bir problem olmadığı müddetçe dolgu yapılan kişi evine gidebilir. Dolgu yapılan kişi dudak dolgusu yapıldıktan sonra 3-4 saat süre geçmeden hiçbir şey yememeli veya içmemelidir.
Dudak dolgusu enjeksiyonundan sonra genellikle önemli bir sorun yaşanmaz. Bazen nadir de olsa şişlik ve morluklar ortaya çıkabilir. Bu durumda da hasta normal olarak 2-3 gün içinde normale döner, yani şişlikler ve morluklar geçer.
Enjeksiyon işleminden7-10 gün sonra kontrol için dolgu yapılan merkeze gidilir. Eğer dudaklarınızda kan dolaşımı normal seyrederse dudaklar çok kısa sürede iyileşerek normal hale gelir. Bundan sonra bir enfeksiyon veya başka bir tür problem yaşanmadan normal hayata yeni dudaklarla sağlıklı ve güzel bir görünüm kazanmış olarak devam edilir.
Dudakların şekli doğuştan gelen bir özellik olmakla birlikte, zaman geçtikçe; yaşın ilerlemesi, menapoz vb. gibi sebeplerle bazı kişilerde dudakların inceldiği görülebilmektedir. Bu tür sorunlar da dudak dolgusu yapılarak kolayca giderilebilmektedir.
Dudak dolgusu değişik yöntemlerle yapılabilmektedir. Bunlardan biri; vücudun başka bir yerinden alınan yağın dudaklara uygun bir şekilde enjekte edilmesi yöntemidir.  Fakat bu yöntem çoğu zaman elde edilmek istenen sonucu tam olarak vermediği gibi kalıcı da olmamaktadır. Bu işlemin sürekli olarak tekrarlanması zorunluluğu yüzünden daha uygun olan başka yöntemler yaygın olarak uygulanmaktadır. Bunun için de dermal dolgu maddeleri kullanılmaktadır. Bu işlemde vücuttan alınan yağ yerine bu maddeler dudaklara uygulanmakta ve daha kalıcı bir çözüm elde edilmektedir.
Bu işlemde sadece dudağın kırmızı renkli bölümlerine yapılmaz. İhtiyaca göre dudak çevresinde gerekli yerlere de yapılabilir. Dudak çevresine yapılan enjeksiyon ile genellikle çok belirgin olan çizgilerin düzleştirilmesi ve ağız kenarlarının yapısının daha güzel görünür bir hale getirilmesi gibi maksatlarla uygulanır.
Bazen de ihtiyaca göre hem kırmızı bölgeye ve hem de dudakların kenarlarına dudak dolgusu uygulanır. Nereye ne kadar dolgu uygulanacağı genellikle operasyon öncesi hasta ile birlikte karar verilen dudak şekli ve diğer istenen düzeltmelere göre belirlenir.
Dudak dolgusunun nasıl yapılacağı ve nasıl bir dudağa sahip olunmak istendiği genellikle doktor ile birlikte karar verilecek bir konu olmakla birlikte esas olarak kişisel tercihe bağlı bir konudur. Ancak neye karar verilirse verilsin uyulması gereken bazı genel hususlar vardır.
Bir defa istediğiniz dudak şekli yüzünüzün şekline uygun olmalı ve yüz hatlarınızı tamamlamalıdır. Mesela minyon yüzlü ve küçük burunlu birisine aşırı dolgun ve kalın dudaklar uygun olmayacaktır. Böyle dudaklar, sizi güzel göstermeyeceği gibi doğal olmayan bir görünüme bürünmenize de sebep olabilir.
Diğer bir husus ise hangi dudağa ne kadar dudak dolgusu yapılacağıdır. Genel bir kural olarak üst dudak alt dudaktan daha ince olduğundan alt dudağa üst dudaktan daha fazla dolgu maddesi enjekte edilmesi uygun olacaktır.
Dudağın kırmızı kısmı ve kenarları birbiri ile uyumlu olması gerektiğinden, kırmızı kısma yapılan dolgunun vereceği yanlardaki değişiklikler ve yanlarda eskiden var olan problemler göz önüne alınarak bunları gidermek için yanlara da uygun miktarda dolgu yapılmalıdır.

Yan etkileri:
Dudak dolgusu işleminde yaygın olarak kullanılan dolgu madde               erinden birisi de hyaluronik asittir. Bu dudak dolgusu maddesi kullanılarak yapılan işlemden sonra dudaklarda şişlik ve morluk gibi yan etkiler görülebilir. Bu durumda panik yapmanızı gerektirecek bir şey yoktur. Bu şişlik ve morluklar genellikle 3 ila 14 gün arasındaki bir zaman aralığında tamamen düzelmektedir. Bu süre içinde ise bu morluk ve şişlikler cilde zarar vermeyen makyaj malzemeleri ile kısmen de olsa kamufle edilebilir. Şişlikler için buz kullanmak şişlikleri azaltacağından uygulanması faydalı bir yöntemdir. Diğer karşılaşılabilecek sorunlardan biri de; enjeksiyon esnasında kullanılan iğnenin açtığı deliklerde enfeksiyon oluşumudur. Bu küçük yaralar da önemli bir problem teşkil etmemekte ve kısa süre içinde iyileşmektedir.
Diğer karşılaşılabilecek bir yan etki ise dudaklarda uçuk çıkması sorunudur. Bu durumda operasyonu gerçekleştiren doktora giderek bu uçukları göstermek uygun olacaktır. Doktorun vereceği anti viral ilaçları kullanmaya başlamanızdan kısa süre sonra bu uçuklarda da iyileşme başlayacaktır.

Bu maddenin beklenmeyen başka bir yan etkisi görülme ihtimali oldukça düşüktür. Ancak enjeksiyonun ardından en az 12 saat süreyle ruj sürülmemesi ve enjeksiyon yapılan dudak yanı bölgelerine de makyaj yapılmaması gerekir. Ayrıca 48 saat süre için spor faaliyetlerini askıya almak ta gereklidir.


19 Kasım 2013 Salı

AKP - Fethullah Gülen Cemaati Savaşlarında Son Meydan Muharebesi:Dershaneler cephesi. Dershaneler neden kapatılıyor?


Hükumet ve Cemaat Savaşları: Dershaneler neden kapatılıyor? Sürekli savaş ve sınırsız savaş. Asimetrik savaş (harp). Dolaylı savaş. Dolaylı strateji. Politika ve din. Cemaatler. Fethullah Gülen. Tayyip Erdoğan. Bülent Arınç. Abdullah Gül.Mustafa Sarıgül. Devlet Bahçeli. Kemal Kılıçdaroğlu.


Hükumet - Cemaat Savaşlarında Son Meydan Muharebesi:Dershaneler cephesi.
Dershaneler neden kapatılıyor? 

Daha önce 9'uncu ayın 23'ünde ''Son zamanlarda neler oluyor?'' başlıklı yazımda bu konudan bahsetmiştim ama son günlerde ortaya çıkan gelişmelerden sonra bu konuda birkaç söz daha söyleme ihtiyacı hissettim.
Konu cemaat Hükumet çatışması.

Bu konu gazetelerde ortaya sürüldüğü gibi yeni bir konu değil aslında. Geçen yıl cemaat çevrelerine takılan biri ile görüşmüştüm. Onun o zaman söylediğine göre hükumetle çekişme en az iki sene önceden başlamış. Hükumet kendini yeterince güçlü gördüğünden çok fazla gündeme getirmeden cemaate tam saha pres yaparak yüklenmeye başlamış. Bir hastahanede hademe kadrosuna adam alırken bile cemaatle bir bağlantısı olan kişileri devlet memurluklarına almamakla başlamışlar işe. Bunu da açık etmeden sanki sebep başvuru yapan kişinin yetersizliği imiş gibi göstermişler. Cemaat bir süre sonra bu tür taş koymalardan, hükumetin tavrının idrakine varmış.

Bu kişi ve yine cemaatle irtibatlı diğer bazı kişilerden başka bilgiler de öğrendim. Cemaat, hükumet ve AKP hakkında derinden ve gizli bir çalışma başlatmış. AKP milletvekillerinden cemaat ile bağlantılı olanlar aracılığıyla hükumet ile arayı bulmaya çalışmışlar önce. Bu bir sonuç vermeyince bu milletvekilleri kendileri gibi memnuniyetsizlerle görüşmeye başlamışlar. Bir kulis grubu gibi gizli gizli görüşüyorlarmış. Fakat başbakanın tek adam tavrı ve her şeyi kendi elinde toplaması yüzünden bir başarı elde edememişler.
Bundan sonra mücadele, satranç oyunu gibi karşılıklı hamleler şeklinde gelişmiş. Mesela Cemaat lideri Mavi Marmara olayında destek olmamış başbakana. MİT Müsteşarını yemeye çalışmışlar. Polis istihbaratındaki adamları ile özel hayata ait gizli kayıtlar yapmaya başlamışlar. Tabii başbakan da karşı hamleler yapmış. Devlete alınacak memurlarda daha eleyici olmuş, polis istihbarat kadrosunu tamamen değiştirmiş. Mit müsteşarının arkasında durmuş ve bunun hesabını soracağını hissettirmiş.

Kapalı kapılar ardında devam eden bu savaş ne kadar gizlense de artık su yüzüne çıkmaya başlayınca daha da açık adımlar atılmaya başlamış. Mesela Cemaat gezi eylemlerini el altından desteklemiş.Cemaat lideri de gezi eylemcilerine karşı ılımlı bir dil kullanarak başbakana mesaj göndermiş.
Başbakan akıllı adam. Bu cemaatin en hassas noktasının dershaneler olduğunu tespit etmiş. Bu dershanelerden hem çok büyük paralar kazanıyorlar ve hem de kendilerine zeki gençleri devşirerek güçleniyorlarmış.

Başbakan, cemaate öldürücü bir darbe vurup elini ayağını kırmak istediğinden dershaneleri kapatma kararı almış. Bu, cemaatte bir panik havası yaratsa da başlangıçta bunun sadece bir söylem, bir mesaj olduğunu düşünmüşler. Fakat işler ciddileşince hükumetle köprüleri, artık daha açık bir şekilde atmaya başlamışlar.
Bu kapsamda siyaset ve iş çevrelerinde arayışa başlamışlar. Önce MHP'li Meral Akşener'i destekleyip partinin başına geçirmeyi ve AKP'nin gücünü kırmayı düşünmüşler. Ancak Akşener bu işe pek sıcak bakmamış. Cemaat içinden de MHP'ye soğuk bakılıyormuş. Bunda MHP'nin fazla erkek görünümlü bir parti olması, milliyetçiliği vb. ile birlikte MHP'yi destekleyen bir başka cemaat ile olan çekişmeler etkili olmuş.
Süleymancılar ismiyle bilinen bir başka cemaat MHP'yi destekliyormuş. Bu cemaatin Türkiye çapında %4'ten fazla oyu varmış. Bu cemaat F tipi cemaat ile hiç geçinemeyen bir cemaatmiş. Genelde daha kırsal alanlarda örgütlenen bu cemaat para gücü az olsa da oy gücü olarak F tipi cemaatten güçlüymüş. F tipi cemaat en fazla %2-3 oy potansiyeline sahipmiş. Bunlar da genellikle okumuş yazmış ve şehirde yaşayan tipler olduğundan oy verirken blok olarak davranmayabiliyormuş. Ancak F tipinin para ve basın gücü ile uluslararası bağlantıları bu cemaate göre çok güçlüymüş.

Neyse! Gelelim konumuza. Bu savaşta, cemaat uygun işbirlikçi olarak Mustafa Sarıgül'de karar kılmış. Kapalı kapılar ardında uzun görüşmeler yapılmış. İş dünyasından da müttefikler aramaya başlamışlar ve hükumetle sorunları olan Koç grubunu bulmuşlar. Koç grubu bu yıl Türkçe olimpiyatlarına ana sponsor, Sarıgül de olimpiyatların daimi müdavimi olmuş. Bu üçlü, gezi olaylarını da açık veya el altından desteklemişler.

Cemaat ne yaptıysa hükumeti dize getirememiş. Hükumetin dershaneleri kapatması giderek kesinleşince, kavga artık iyice sertleşmiş. Cemaat lideri geçen gün Başbakanımızı; dolaylı yoldan Firavun ve Nemrut'a benzeterek saldırılarında son noktaya gelmiş. Cemaat kendi elemanlarından Twitter grupları kurarak İnternet'te bu konuda kamuoyu oluşturmaya başlamış. Hatta CHP'li milletvekillerine bile sahte isimle (fake) adreslerle destek için mesaj atmışlar.

Hükumet ise hala bu konuyu söylem boyutuna getirmemiş. Ancak eylemlerine de kararlı biçimde devam ediyormuş.Bazen saygı mesajları, bazen ara bulucular, dolaylı görüşmeler vb ile cemaati oyalayıp darbeyi vurmaya ve bu arada ''hükumet cemaatlerle geçinemiyor'' izlenimi vermemeye çalışıyorlarmış.
Şimdilik hükümet bu işten galip çıkıyor gibi görünüyormuş. Ancak cemaat bukalemun gibi her kılığa girebildiğinden son bir toparlanma ile kendilerine bir darbe vurabilir diye de tedbiri elden bırakmıyorlarmış.

Yani özet olarak dershaneler konusu öyle göründüğü gibi salt bu dershanelerle ilgili bir konu değilmiş.
Bu birkaç yıl önce başlayıp giderek şiddetlenen bir savaşın sadece su üstünde görünen yüzüymüş.

Görünen o ki, bu savaş henüz bitmedi. Çünkü kimse pes etmiş değil.
Sanırım önümüzdeki günlerde artık top tüfek gürültüleri daha da duyulur hale gelecek.
Bunun ilk işaretleri de STV ve Zaman gazetesinde verilmeye başladı bile.

Bakalım neler olacak?

Ben hayırlısı ne ise o olsun diyorum.

Saygılar sunarım.